Sevsek de, sevmesek de...

İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, göreve geldiği günden beri ABD’yi ve İsrail’i provoke ediyor. İran’ın Irak’ta Şiilere destek vermesi ve ABD çıkarlarına zarar vermesi, iki ülke arasında zaten gergin olan ilişkilerin iyice gerilmesine sebep oluyor. ABD, Irak’taki iç istikrarı bozan etmenler arasında ilk sırada İran’ı görüyor. Daha önce ilk sırada El Kaide terörü vardı.

Alber NASİ Köşe Yazısı
16 Nisan 2008 Çarşamba

İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, göreve geldiği günden beri ABD’yi ve İsrail’i provoke ediyor.

İran’ın Irak’ta Şiilere destek vermesi ve ABD çıkarlarına zarar vermesi, iki ülke arasında zaten gergin olan ilişkilerin iyice gerilmesine sebep oluyor. ABD, Irak’taki iç istikrarı bozan etmenler arasında ilk sırada İran’ı görüyor. Daha önce ilk sırada El Kaide terörü vardı.

Özellikle nükleer silah konusundaki tavrı ile dikkat çeken Ahmedinejad ellerinde olması mümkün olmayan hayali teknolojilerden bahsederek hem uluslararası kamuoyunun, hem de ABD’nin tepkisini topluyor. Geçtiğimiz hafta 8 Nisan’ı Nükleer Enerji Günü ilan eden İran Cumhurbaşkanı, hiç kimsede olmayan yeni bir aygıtı geliştirdiklerini ifade etmesi gerçekten garip.

Gerek ABD, gerek Sovyetler Birliği zamanında Rusya, yakın geçmişte İsrail,  nükleer sırlarını büyük bir dikkatle korurken İran’ın nükleer sırlarını nerdeyse davul zurnayla ifşa etmesi alışılmış bir durum değil.

İran’ın amacı ne acaba? Olmayan nükleer gücüyle ABD ve İsrail’den tavizler koparmak mı? 

İran belki de, ABD’den bu tavizleri koparmakta başarılı oluyor. Kaldı ki ağır bir ekonomik krizle karşı karşıya olan, Irak’taki durumunu düzeltmeye çalışan ABD’nin en azından önümüzdeki 7 -8 sene için İran’a karşı bir savaşa girişmesi beklenemez. Bunun bilincinde olan İran, alay edercesine bir yandan terörizme hem İsrail’de hem de Irak’ta destek verirken, diğer yandan nükleer silaha yaklaştığını açıklıkla dile getiriyor.

Geçtiğimiz hafta ABD’nin, Irak’taki güvenlik durumunu tartışmak üzere İran’a mesaj yolladığı açıklandı. İki ülke arasında herhangi bir görüşme yapılmış değil. İran’ın en küstah ve en şımarık taleplerle görüşme masasına oturması şaşırtıcı olmayacaktır.  ABD istese, de istemese de güçleninceye kadar (en azından 2008 sonundaki seçimlere kadar) istenen tavizleri vermiş gibi görünecektir.

Ancak en ufak güçlenmede veya İran’ın en ufak zayıflığında verdiği tavizleri fazlasıyla alacaktır. Özellikle ABD’deki resesyonun globalleşmesiyle, düşmesi beklenen petrol ve emtia fiyatları İran’ın ekonomisini zorlayacaktır.  Bu arada dış ticaret açığı kapanan ABD, Clinton döneminde olduğu gibi tekrar güçlenecektir. Zaten Bill Clinton döneminde ABD ekonomisi bu kadar düzelmiş olmasaydı, George W. Bush bunca savaşa girebilir miydi?

İsrail ise, ister istemez durumdan tedirgin.  İsrail’in yok olmasının gerektiğini savunan bir ülkenin elinde nükleer teknoloji varsa, hangi ülke tedirgin olmaz ki… Ancak İran’ın İsrail’e saldırması,  özellikle nükleer güç kullanması, hiç şüphesiz dünyayı sonu belli olmayan korkunç bir savaşa sürükleyebilir.

Bu arada ABD’nin ekonomik zayıflığı İsrail’i siyasi olarak zorlarken, Türkiye gibi dış ticaret açığı büyük olan ülkeleri ekonomik, dolayısıyla siyasi olarak zorluyor. Sevsek de, sevmesek de, ABD’nin zayıflığı hem Türkiye’yi hem de İsrail’i derinden etkiliyor.