Lika Ören Romy’nin son sergisi / Büyü ve Dans...

Plastik Sanatlar sanatçısı Lika Ören Romy'nin "Büyü ve Dans" (Magic & Dance) adlı son dönem yağlıboya çalışmalarının yer aldığı sergi, 16 Şubat-3 Mart tarihleri arasında Sultanahmet Constantine Art Galery'de gerçekleşti

Tamara PUR
19 Mart 2008 Çarşamba

1993-1997 yılları arasında İrfan Korkmazlar Heykel Atölyesi’ne devam eden Lika Ören Romy, daha sonra Ekrem Kahraman ile resim çalışmaları yaptı. Takı tasarımı ile de ilgilenen sanatçı, kişisel sergilerinin yanı sıra bir çok karma resim sergisine de katıldı.  Lika Ören Romy, bundan önceki resimlerinde de olduğu gibi soyut figüratif üslubunu devam ettirecek, ancak teknik olarak farklı tavır üstünde çalışacaktır.

Kahramanlarınız tuvalden çıkacakmış gibi dinamikler. Düşle gerçek arasında gidip gelen bu kahramanlarının öyküsü nasıl oluştu?   

Hayatın bir sahne olduğunu varsayarak, düşle gerçek arası kahramanlarıma, uygun bulduğum sıfatlarla, onları bir anlamda somutlaştırmış oldum. Kendileri, hiçbir şey düşünmeden, sessiz kaldığım bir anda ortaya çıkıverdiler. Beş duyumla algılama imkanım olmayan bu görüntüleri, başkalarına da görünür kılabilmek için resimlerime yansıtmaya çalıştım.

Robotlar için “doğru yolu takip edenler” derken, büyücüler için “yaşamasını bilenler” diyorsunuz. Bir ironi hissediliyor. Bunu biraz açar mısınız? Kimdir büyücü sizin için ve yaşamınızda başrolde mi? 

Robotlar, yani doğru yolu takip edenler: eğer her zaman bir şey yapmanın sadece kabul görmüş yolunu takip edersek, asla yaratıcı olamayız. Farklı yollar aramadan, başkaları tarafından keşfedilmiş güvenilir olanlar bizi zamanın gerisinde tutarlar.Yeni bir şey yaratabilmek adına riske girmeyi göze alan yani zamanın önünden giden yaratıcı insanlar olmasaydı, geriye insan değil robotlar kalırdı.Yaşamasını bilenler derken, aslında düşleme sanatını bilenlerden söz ediyorum. Hayal edebildiğin  kadar varsın.

İnsanlar gerçekleştirdikleri her şeyi önce düşlemiş yani hayal etmişler. İnsanın gerçeklik diye nitelendirdiği, kendi düşünün yansımasından başka bir şey değil. Benim için büyücü hep başrolde kalacak olan. Büyücüler, ihtiyaçlarını her an karşılıyabilen, daha doğrusu karşılandığını fark edebilen, bir anlamda da kendilerinin gerçekleştirmiş olduğunun bilincinde yaşayanlar. Tabii ki, hayatta istedikleri her şey sadece kendileri ile ilgili olanlar. Bu inanca ve gerçeğe sahip çıkanlar…

Ernst Fisher, sanatın bir büyü aracı olduğunu söyler. İnsanın doğaya üstünlük sağlamasına, toplumsal ilişkilerin gelişmesine yarar, der. Sizce? 

Sanat  bence en güzel ibadet, mümkün olan en yoğun meditasyondur. Sessiz, dingin kalmana ve yaşamdan  keyif  almana yardımcı olur. Kişi doğa ile uyumlu kaldığında içine akan enerjiyle tam bir dönüşüm geçirir. Bunun sonucunda manyetik alanımızın da etkilenmesiyle sihirli bir değişim yaşarız, yani alanımız neyi çekiyorsa onu yaşarız. Sanatında bize benzer değişimler yaşattığını düşünürsek Ernst  Fisher’in söylediği gibi, sanatın bir büyü aracı olması son derece doğal geliyor.

Yapıtlarınızdaki kahramanlar farklı karakterlerde, ama hepsi sanki uyum içinde ve birbirini dışlamıyor? Doğru mu düşünüyorum?  

Kahramanlarım, onlara yakıştırdığım büyücü, robot, Tanrı, yaratıcı, eleştirmen, taklitçi gibi sıfatlardan da anlaşıldığı üzere farklı karakterlere soyunmuşlar. Ancak rolleri gereği, birbirlerini dışlamak duygusu içinde olsalar bile, yapboz oyunundaki gibi her biri tamamlayıcı birer unsur olduklarının farkındalar. Gerçek hayatta bizi bir arada tutan ortak ihtiyaçlarımızı hiç birbirinden ayırmadığımız, unutmadığımız gibi…

Son olarak vermek istediğiniz bir mesaj var mı?

Hayatın kendine ait bir anlamı yok. Onu anlamlı kılacak özgürlük ve malzeme bizlerde. Aynen resim sanatında olduğu gibi, anlam resmin üstünde değil onu izleyendedir diye düşünüyorum.