HAKİKİ MELEK

Luiza UÇKİ Köşe Yazısı
19 Mart 2008 Çarşamba

Batya ve Rahel birbirlerine son derece bağlı iki kardeştirler. Sevgi yumağı içinde büyüyüp yetişirler. Ardından teker teker yuvadan uçup giderler.

Batya tanınmış bir ailenin oğluyla evlenir. Maddi durumu oldukça iyi biriyle hayatını birleştirir. Rahel ise kendi gibi yoksul bir gençle evlenir.

Batya, annesine ve babasına elinden gelen tüm imkanları sunmaya çalışır. Onların eski püskü bir evleri vardır. Batya, evin içini baştan sona yaptırır. Yeni eşyalar alır. Elindeki gücü ailesi için kullanır.

Rahel annesi ve babasına maddeten birşey yapamaz; çünkü zaten onun durumu yardım etmeye değil, ancak yardım almaya müsaittir. Üzgündür. Rahel: “Benim de imkanım olsa ben annemi babamı saraylarda yaşatmak isterdim. Elim, kolum bağlı. Allah’dan kardeşim var. Onlara kol kanat gerebiliyor”der yakın dostlarına.

Seneler geçer. Tüm bu yıllar Rahel’in mevcut durum onu değiştirmez. Hatta problemlerini arttırır. Bir oğlu olur. Onun eğitimi için birşeyler yapmak isteyen Rahel, aynı çaresizliği yine hisseder. Oğluna destek çıkamaz. Sözgelimi bir dersaneye gönderemez. Her gece yatağına yatar. Sessizce ağlar: “Ne anama ne babama ne de kendi yaşamıma yararım olmuyor. Ne kadar zalim bir hayat. Yanıyorum; ama eşim üzülmesin diye gösteremiyorum bile” der kendi kendine.

Artık annesi babası de yaşlanmıştır. Batya her zamanki gibi onlar için koşuşturuyordur. Hastalanan annesine bir hastabakıcı tutar. Evde yardımcılarına yemekler yaptırıp onlara gönderir.

Rahel, her bulunduğu ortamda Batya’yı över. Bir gün yine bir akraba ziyaretinde herkese: “Benim kardeşim kanatsız bir melek. Görseniz neler yapıyor annemlere. O olmasaydı o yardım etmeseydi ne yapardık? Allah bu iyiliklerine görsün. Onun gibi eşsiz nitelikte bir kardeşi hak etmek için kendimi nasıl şanslı hissediyorum bilemezsiniz. Bir o kadar da üzülüyorum elim kolum bağlı diye” der. Dostu: “Canım benim seni üzmek istemem ama ablan her yerde bunları dile getirmekten geri kalmıyor. Herkese kendi yaptıklarını anlatıp duruyor, ardından senin hiçbir şey yapmadığını da aktarıyor. O, her fırsatta seni küçük düşürmekten geri kalmıyor. Anlayacağın hiç de kanatsız bir melek değil bence” deyince Rahel kızar: “Sen ne diyorsun? Ablam doğru söylüyor. Yalan değil ki? Kız heba oluyor. Bense canım anneciğim ve babacığıma birşey yapamamanın sıkıntısıyla kalakalıyorum. Kahroluyorum, yanıyorum. İçimdeki yangını sana tarif edemem. Babam rahatsızlanıyor. İlacını almam lazım. Ablamı arıyorum. Bir ilacını bile alamıyorum. Anlasana” der. Hıçkıra hıçkıra ağlar. Bu konu onun için büyük bir yaradır. Durmadan akan, cerahat toplayan, bedenine zarar veren.

Ardından babası rahatsızlanır. Batya seferber olur. Bir gün Rahel’i evine çağırır. Batya: “Senelerdir anneme babama ben bakıyorum. Ben de milyoner değilim ki? Hep ver ver. Nereye kadar? Benim de maddi problemlerim var. Hep ben, hep ben? Nereye kadar bu gidecek? Doktorların parasını ben veriyorum. Hastabakıcı tutuyorum. Benim de bir sınırım var. Sen, eşine söylesen sen de birşeyler yapsan olmaz mı? Ne bileyim en azından bir deliği kapatsan. Çok şey istemiyorum. Ama sen de yap artık” der.

Rahel susar. Konuşamaz. Boğazı düğümlenir. Çıkar ve  bir bankta oturur. Ablasının lafları kulaklarında çınlıyordur. Çaresizliği zaten gönlünden hiç çıkmamıştır senelerce. Ne yapacağını şaşırmıştır. Saatlerce oturur düşünür: “Ne yapabilirim? Ablam haklı. Ben herşeyi ona bıraktım. Kızcağız da ne yapsın. Haklı. Suç bende. Bir çare bulmalıyım. Tamam, gidip yün alayım. Örgü örüp satayım. Parasını ona vereyim” der.

Kalkar ve yüncünün yolunu tutar. Yüncüde yün alırken bir arkadaşına rastlar. Arkadaşı: “Tebrik ederim ablanı. Bu hafta plaket alıyor. Biliyorsundur. Bizim hayır kurumuna en fazla yardım yapan kişi seçildi. Böyle eşsiz insanlar var oldukça sırtımız yere gelmez. Yurtdışından hastaneye makineler bile getirtmiş. Çok şanslısın çok. Aslında gelecek ay düzenlenecekti bu gece; ama ablan seyahate çıkıyormuş ailece. Çocukları Disneyland’a göterecekmiş. Gitmişken ailece on gün kalacaklarmış. O yüzden bu haftaya alındı” der.

Rahel elindeki yünleri bırakır. Bugün o kadar çok şey yaşamıştır ki, sarsılmıştır. Soluğu en yakın dostunun yanında alır. Olanları anlatır. Dostu: “Ben sana söylemiştim. Bazı insanlar böyledir. Hep “Ben yaptım. Ben ettim” demeyi çok severler. Halbuki “Allahıma şükürler olsun ki, yapabiliyorum. Anneme ve babama destek olabiliyorum. Çok şükür. Tanrı bana güç verdi. Allah’ın sayesinde onlara en iyi şekilde destek olabiliyorum” demezler. Herkesin onlar için iyi konuşmalarını ister. Sen bunlara takma. Asıl sen hakiki bir meleksin. Eminim sende maddi imkanlar olsaydı sen fazlasını yapardın hem de ağzın kapalı. Abartmadan gösterişten uzak yapardın herşeyi. Canım arkadaşım benim, hiç üzülme sakın. Sen temiz kalplisin. Kimseyi incitmez, utandırmazsın. Bir insanı utandırmak o kişiyi boğmak gibi büyük bir günahtır. Ablan seni çok utandırmış. Senin maddi imkanın olmadığını bile bile sana söylediği bu sözlerle seni utandırmış. Göreceksin Allah sana ve ailene çok güzel günler gösterecek. Sen sadece sabret” der demez kapı çalınır. Gelen Rahel’in oğludur. Oğlu: “Anne müjde! Dershaneden burs teklifi gelmiş. İlk beşe girmişim. İstediğin oldu, canım annem. Merak etme. Ben okuyacağım. Sana dünyaları vereceğim. Sen merak etme güzel anneciğim” der. Rahel oğluna sarılır. Birlikte güzel haberi vermek için eve koşarlar kalpleri sevinçle dolarken...