Y kromozomu ve kadınlar

Köşe Yazısı
12 Mart 2008 Çarşamba

Özellikle yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren meydana gelen gelişmelerle beraber, genetiğin ne kadar önemli bir bilim olduğunu biliyoruz. 1990 ve 1991 yıllarında bilim dünyası, kadın ve erkek cinsiyetlerinin farklılaşmasında, erkeklerin taşıdığı Y kromozomunun kritik rolünü ortaya koydu. Döllenmeden sonra yedinci haftaya kadar erkek ve kadının ilkel cinsel yapıları birbirine benzer. Anne karnındaki canlının yedinci haftasında Y kromozomundaki özel bir gen bölgesinin salgıladığı bir faktör, erkek cinsiyette gelişimi sağlar. Kadınlar Y kromozomu taşımadığından gelişim dişi yöndedir. Bu haftaki köşemde amacım genetikten alıntılar yapmak değil. Dikkatinizi çekmek istediğim nokta, bir kromozom ve ondaki gen dizinin, kadın ve erkeği birbirinden ayıran temel etken olduğu.

Bu noktada şu soruyu soralım: Kadın ve erkeği birbirinden ayıran nedir? Genetik biliminin dışına çıkıp, gündelik yaşama döndüğümüzde, bu sorunun o kadar çok yanıtı var ki! Kadının toplumdaki yeri, kadın hakları, feminizm, kürtaj, kadınlar ve laiklik, annelik, hayat kadınlarının durumu... Kadın bir başlık altında sayısız bölüme ayrılmış. İşte 8 Mart akşamı, İstiklâl Caddesi’nde kadınların düzenlediği yürüyüşü izlerken aklımdan geçen bu düşüncelerdi... Neslimizin devamını sağlayan, bu uğurda her ay sancılara katlanan, insanoğlunun adının yarısını veren; ama öte yandan üzerine birçok anlam yüklenen, kimi zaman politikaya alet edilen, kimliği her fırsatta kurcalanan, kadın...

Her ne kadar kadın ve erkeğin eşit olduğunu dile getirsek de, 8 Mart’ın kadınlara atfedilmesi özel bir anlam taşıyor. Tarihe dönüp baktığımızda 8 Mart 1857’de New York’ta 40.000 dokuma işçisinin bir tekstil fabrikasında, daha iyi çalışma koşulları için greve gitmesi, akabinde polisin işçileri fabrikaya kilitlemesi ile çıkan yangın sonucu, çoğu kadın 129 kişi can vermiş. 1910’da ölen kadınların anısına, bir “kadınlar günü” olması kararlaştırıldı. 8 Mart tarihi bir kabulleniştir. Kadınların, cinsiyetlerinden ötürü zarar gördüğünü hatırlatır ve ayrımcılığın önüne geçilmesi için bir çağrıda bulunur. Bu özlem bir kez daha geçtiğimiz Cumartesi, ülkemizde ve tüm dünyada dile geldi.

Elif Şafak’ın çok satan kitabı “Baba ve Piç”, her ne kadar gücünü sözde Ermeni Soykırımı’nı konu edinerek almış olsa da, asıl önemi kadınları ele alan bir öykü olmasıdır. Elif Şafak romanıyla, toplumumuzdaki kadın portresinden, kadının maruz kaldığı zorluk ve travmalardan çok iyi bir kesit sunuyor. Umarım okurlar kitabın bu yönünü görebilmişlerdir. Romanda Ermeni Meselesi amaç gibi görünse de kanaatimce araçtır, asıl olan kadının durumudur.

8 Mart geride kalırken, önümüzdeki günlerde, kadının toplumumuzdaki konumu daha çok tartışılacak gibi. Kadın ve dolayısıyla insan haklarını ele alan etkinliklerin takipçisi olalım. Örneğin, 5-20 Nisan tarihlerinde gerçekleşecek 27. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde “Kadının adı var” bölümüyle sekiz filmin gösterimde olacağını duyurmak isterim.

Kadının adı var. O ad, belirttiğim gibi, “insanoğlu” kelimesinin yarısı. Aynı zaman da o ad, her birimizin bir parçası. Öyle ki sadece kadınlara değil, insanlara hak ettikleri saygıyı vermek, bir yerde kendimize olan saygının da ifadesi olacaktır.