Suskunluk

Avram VENTURA Köşe Yazısı
6 Mart 2008 Perşembe

Suskunluğun gücünü bilirim!

Beni, hedefini bulmuş bir ok gibi her zaman yüreğimden vurabilir.

Seslere, sorgulamalara, saldırılara alışabilir, onlara karşı kendimi koruyabilirim; ama suskunluk karşısında, kendimi bir çocuk gibi duyumsarım:

Çırılçıplak, güçsüz, silahsız, savunmasız…

Bir burgu gibi beynimi kemiren sorulara yanıt bulamadığım sürece, suskunluk karşısında her zaman korkarım!

Bilinmezliğin, belirsizliğin, karanlığın korkuttuğu gibi…

Her zaman ve her koşulda, bir düşünce ya da eylem, ancak ortaya konduğu zaman, önem ve anlam kazanır. Konuşan birinin ne düşündüğünü anlayabilir, onunla tartışabilir, görüşlerimizi karşılıklı paylaşabiliriz; ama suskunluğunu koruyanlar yok mu, bizim için onlar, her zaman bilinmeyendir.

Tanrı gibi!

Suskunluk sürdükçe ona yüklediğimiz anlamlar kadar beklentiler çoğalıyor, yorumlar giderek zenginleşiyor.

Milyonlarca insana inanç kaynağı olan Buda heykellerinin etkileme alanlarını göz önüne aldığımızda, bir ölçüye vurulamayacak güçlerini hangimiz yadsıyabiliriz? Duruş şekillerine göre, herkese bu öğretinin iletilerini ve bu inancın temelini oluşturan erdem kurallarını çağrıştıran bu heykeller, yüzyıllardır suskunluklarıyla birlikle, gizemli güçlerini de sürdürmektedirler.

            Kimi zaman mermer, tunç ya da ağaçtan bir heykelin, ne kadar çok şey söyleyebildiğini gördükçe şaşırıyorum. İlkel insanlar bir yandan onlara tapınırken, aslında duymak istediklerini, beklentilerini kendi yaptıkları bu heykellerde aramışlar. Sanırım bunların, insanlar üstündeki gizemli güçleri, daha çok suskunluklarından kaynaklanıyor!

Bütün sorun inanmak ya da inanmamakta!

Heykeller kadar, benzer amaçlarla koruduğumuz dinsel motifli nesneler, insanın var olduğu günden bu yana, yaşantısından hiç eksik olmamış. Onlar, düşünce çevrenimize ışık tuttukları gibi, geleceğimize yönelik beklentilerimiz için güç vermişlerdir.

Yıllar önce Kızılderililer ile yapılmış söyleşileri içeren bir kitap okumuştum. Bu kitapta, totemlerle ilgili bir soruya verilen yanıt bana oldukça ilginç gelmişti. Bu ırkın, Tanrı’nın ne taşta, ne toprakta ne de kendi oydukları bir ağaçta olmadığını bildiklerini, ancak tüm doğanın bir parçası olarak algıladıkları yüce varlığı, bir totemde bir simge olarak gördüklerini söylüyordu.

İnanca dayalı simgeler bir yana…

Ya büyük sanatçıların yapıtları?.. Bir Michelangelo’nun, bir Rodin’in yüzyıllara kafa tutan heykelleri, bir Leonardo Da Vinci’nin büyük bir beğeniyle izlediğimiz resimleri neler söylemiyor ki... Kuşkusuz, görmesini bilenler için!

İnsanların suskunluğu benim gibi birçoğumuzu korkuturken, sanata ya da inanca yönelik nesneler çok şey söyleyebiliyor.