Gündemde seçim var...

Cumhuriyet mitinglerinde halkın `birleşin!` çağrısı muhalefetin kendine çeki düzen vermesine, merkez sağ ve solda beraberliklere, seçim ittifaklarına yol açtı. Türkiye Yahudi Cemaati`nin de bu ara gündeminde yer alması, tartışılması gereken konu `Cemaat Başkanı`nın belirlenmesi olmalıydı.

Yakup BAROKAS Köşe Yazısı
23 Mayıs 2007 Çarşamba

22 Temmuz seçimleri Türkiye gündemine oturdu. Yazılı ve sözlü medyada her türlü yorum ve ileriye yönelik tahminler yapılıyor. İki artı iki dört eder mi? Birleşmeler, bütünleşmeler, seçim ittifakları ne gibi sonuçlar doğurur?
Gerçek şu ki, 2002 yılında diğer partilerden umudu kesen seçmen, mecliste bir tasfiye hareketi gerçekleştirdi, DYP, ANAP, DSP ve MHP’yi saf dışı bıraktı. Oyların % 35’inin AK Parti’ye yönelmesi bu partinin ‘dinci’ niteliğinden kaynaklanmadı. Halkın önemli bir bölümünün ‘bizden’ diye gördüğü AK Parti ve liderleri ile özdeşleşmesi daha kolay oldu.
Aradan geçen beş yıla yakın süre içinde geleceğinden endişe edenler, yaşam tarzlarının kısıtlanacağından korkanlar, özetle ‘laiklik’ elden gidiyor diye düşünenler Tandoğan, Çağlayan, Gündoğdu’ya akın etti, milyonlar meydanları doldurdu. Demek ki AK Parti iktidarı halkın önemli bir kesimine kendini anlatamadı, inandırıcı olamadı.
 Cumhuriyet mitinglerinde halkın ‘birleşin!’ çağrısı muhalefetin kendine çeki düzen vermesine, bu yönde ‘samimiyeti’ henüz doğrulanmamış birlikteliklere, beraberliklere yol açtı. Ancak bu mitingler sivil hareketin siyasi yaşamımıza ağırlığını koyması açısından ne denli önem taşımakta ise de henüz seçmen üzerinde belli bir oluşum yönünde belirgin bir sinerji yaratamadığı inancındayım. Bu da muhalefetin gerçek bir alternatif oluşturamamasından, yeni liderler yaratamamasından kaynaklanıyor.
Ancak bize düşen görev, ‘bir oydan ne çıkar’ demeden, seçim günü kayıtsız şartsız, tatilimize ara verecek bile olsak, büyük kentlerde sandığa gitmek olmalıdır. 
Türkiye Yahudi Cemaati’nin de bu ara gündeminde yer alması, tartışılması gereken konu  ‘Cemaat Başkanı’nın belirlenmesi olmalıydı ve belki öyledir de... Çünkü üç yıldır görev görmekte olan başkanın süresi haziran ayında tamamlanıyor.
Şimdi size sorarım, acaba bu durumdan kaçımızın haberi var, Hahambaşı’nın atadığı ‘müşavirlerin başı’ konumunda olan  ‘Cemaat Başkanı’nın kimler tarafından önerildiğini, nasıl atandığını kim biliyor? Şeffaflık ilkesi bu bilginin cemaat üyelerince de paylaşılmasını gerektirmez miydi?
Diyeceksiniz ki pişmiş aşa su katmanın, hep çözümsüz kalmış bir sorunu şu an deşmenin sırası mı?
Doğru, bir de madalyonun diğer yüzü var. Cemaat başkanı olmak önemli ölçüde aile yaşamından, işinden özveride bulunmak, her an her yerde, her törende, her toplantıda hazır bulunmak, belki de günlerce çocuklarınızı veya torunlarınızı görememek demektir.
Bir de enerjik ve deneyimli olmanız, pratik çözümler üretebilmeniz, insan ilişkilerinde uzmanlaşmanız gerekiyor. Ve tüm bu zorluklara katlanırken hiçbir karşılık beklemeyecek, tamamen kendinizi Türk Yahudi cemaatinin çıkarlarına adayacaksınız…
İşte böylesi bir başkanımız var iken daha ne arıyoruz? Tabi kendileri üç yıldır özel yaşamlarından önemli ödünler vererek sürdürdükleri göreve bir üç yıl daha katlanmak istiyorlarsa… Her halükarda Türk Yahudi toplumu bağrından çok sayıda başkan çıkarabilecek altyapıya sahiptir.
Ben cemaatimizin tek gazetesi Şalom’un yazarı olarak bu denli can alıcı bir konuda görüşümü ifade edemeyecek olsaydım kendimi ezik ve buruk hissederdim.