Karşi Sahil

Bu yazı kötümser bir yazı olabilir. Dünyada olup bitenleri umursamayanlar, mutluluğu cüzdanlarının kalınlığıyla orantılayanlar okumasa daha iyi olur. Her şeyin bedelini bilip de hiçbir şeyin değerini bilmeyenler de sevmeyecekler yazılanları. Hele hele, `mutluluk` oyunu oynayanlar hepten nefret edebilirler zira `oyun bozan` bir yazı olabilir pekala da...

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Hayat neden kötümserliğe iter insanı?
Eskiden, gençken, sonbahar yapraklarının kızıllığını ‘görebildiğimiz’ günlerde, çalan her telefon zilinin yeni bir umut taşıyıcısı olduğuna inanırken bugün, cebinizde, evinizde, işinizde heryerde sizi sürekli hayatla bağlantıda kılan ‘ziller çaldığında’ “yine ne sıkıntı var acaba” dedirten nedir acaba?
Yitiklik veya ıskalanmışlık hissiyatı mı?
Etrafınızdaki adalet yoksunluğunun benliğinizi saran sefil duygu yükü mü? Yoksa, vahşi tüketim sisteminin yarattığı ve yüreğinize, beyninize, her yerinize sirayet etmiş olan yetinmezlik ve sürekli ‘sahip olma içgüdüsünün tahammül edilemez kışkırtıcılığı mı?...
Etrafınıza bakıyorsunuz, bir yığın mutsuz insan, bir yığın dur durak demeden koşuşturan ve ‘daha çok’a ulaşmak için her türlü akıl cambazlığı yapan, ‘öteki’ni yenmek için ‘doğru’yu unutan sevgisizlik içinde biçare insanlar. Üstelik kalabalıklar içinde görülmelerine rağmen yalnızlık içinde debelenen kuru kalabalıklar.
Nereye koşuyorlar?
Hedeflerini sürekli maddiyata odaklayanlar, mutluluk yanılsamalarını ne zaman algılayacaklar? İşin garip tarafı belki de hiç bir zaman! Ve bir gün muhasebe yapmaya çalıştıklarında başarıyı ve mutluluğu cüzdanlarının kalınlığıyla orantılayanlar ıskalayacaklardı hayatın anlamını. Her şeyin bedelini bilip hiç bir şeyin değerini bilmeyeceklerdi.
Orhan Pamuk, Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldığında şöyle sorguluyordu hayatı: “Babama benim gibi bir hayat yaşamadığı, hiç bir şey için küçük bir çatışmayı bile göze almadan, toplumun içinde, arkadaşları ve sevdikleriyle gülüşerek mutlulukla yaşadığı için kızıyordum. Ama ‘kızıyor’ yerine ‘kıskanıyordum’ diyebileceğimi belki de bunun daha doğru kelime olacağını da aklımın bir yanıyla biliyor, huzursuz oluyordum. O zaman, her zamanki takıntılı, öfkeli sesimle kendi kendime “mutluluk nedir?” diye soruyordum. Tek başına bir odada derin bir hayat yaşadığını sanmak mıdır mutluluk? Yoksa cemaatle, herkesle aynı şeylere inanarak, inanıyormuş gibi yaparak rahat bir hayat yaşamak mı?...”
Bu soruyu soranınız var mı? Sormayı aklına getirenler bile tereddütsüz ‘mutlu’yu oynamıyorlar mı?...
Peki, ya çoğunluğun, içi doldurulmamış bir Tanrı sevgisinden sürekli bahsedilirken, Tanrı’nın yarattığı insan kardeşlerine reva gördükleri nasıl açıklanacak? Nasıl bir Tanrı’ya inanıştır bu? Yoksa Tanrı hatalı mı yaratmıştı kulunu? Yoksa, yoksa, “kötülük diye bir şey yoktur, sadece iyiliğin yoksunluğu vardır” tezi mi geçerli olacak burada? Öğrenci Einstein’in hocasıyla yaptığı diyologda söylediği gibi, “soğukluk sıcaklığın yoksunluğu, karanlık da aydınlığın yoksunluğu olduğu gibi ‘kötü’de, iyi’nin yok olduğu zamanki durumudur.”
Yani, iyi’yi yakalamak için onun yokluğunda ortaya çıkan kötülüğün yakıcı çemberinden mi geçmek gerekir bu alemde?
Ve kimileri için bu çemberin sürekli varoluşu mutsuzluğun kaynağı mı yoksa? İyi’yi görmek sadece rüyalarımızın derdi mi olacak yoksa?...
***
Klu Klux Klan denilen ünlü ırkçı Amerikan örgütüyle Neturei Karta denilen, Yahudi sözde dindarların örgütünün ortak paydaları olabileceğini düşünmek işte mutsuzluğun kristalleşmesini meydana getirmiyor mu? Kötülüğün böylesi bir absürd birlikteliği nasıl olabilir?
Ortak paydaları, Holokost’un inkârı!
Salt bir ırka mensup oldukları için çoluk çocuk demeden öldürülen milyonlarca kişinin ruhlarına bile rahat yok bu dünyada yahu!...
Ve böylesi bir kötülüğün olduğu bir yerde, açık söyleyeyim, ben ‘mutlu’ olamıyorum...
Gençlik yıllarımda, yaz aylarında, Karaköy-Kadıköy vapur sefaları yaptığımda mutluluğu, geminin arkasındaki devasa motorların devinimlerinin yarattığı bembeyaz köpüklere baktığımda hissederdim.
Kimbilir, belki de bu köpükler beni ‘karşı sahile’ bıraktığı için mutlu hissederdim kendimi.
Bugün ise, öyle bir “karşı yaka”ya geçirecek köpükler ‘göremiyorum’ artık.
Görebildiğim gün, ‘karşı’dayım…