Limmud ve ‘Mahallenin kabadayisi`

Avraham Burg, Limmud Kültür Festivali`nde "burada bir Yahudi rönesansı yarattınız" dedikten sonra Clive Lawton "nerede buraya gelmeyen binlerce Türk Yahudisi?" şeklinde sorunca rönesansımızın yine ve yeniden hep aynı çevre içinde kaldığını anladık. Olsun, seneye onlara da ulaşılır (mı?) Ah, bir de kapanıştaki "mahallenin kabadayısı" olmasaydı!...

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Biraz gecikmiş bir yazı ama ‘Limmud Kültür Festivali’nden bahsetmemek olmaz!
Geçtiğimiz haftanın gazetesini okuyanlar Limmud’un ne kadar görkemli, ne kadar ‘dolu’, ne kadar eğitici olduğunu gördüler. Bir günde 800 kişiyi bir binada buluşturmak, zor beğenen bir kitleye kültür programı sunmak..
Şeytanın avukatlığını yapalım ve olumsuz noktaları arayalım mı? Peşinen söyleyeyim, gerçekten çok başarılı ve eleştirilecek -kimi yöneticilerin disiplini, ödün vermezlik olarak algılamalarının yarattığı rahatsızlıklar dışında- hiçbir nokta yok. Amos Oz’un “Bir Yahudi değil diğerini, kendisini bile sürekli eleştirir” tezini Limmud organizasyonu bağlamında uygulamak zor. Kısaca büyük bir iş başarılıyor iki yıldır!...
O halde dinlediğim üç konuşmacıdan bahsetmem gerek. İlki, bir aralar İsrail Başbakanlığı’na ‘oynayan’ ünlü karizmatik ‘solcu’ Avraham Burg’du. Benim için tam bir hayalkırıklığı idi. Zira eskiden tanıdığım Burg gitmiş yerine bir hayli oryantal kokan ve bizim burada pek de bildiğimiz, cemaati ve yöneticilerini ve yapılanları abartarak öven, “Türkiye’de Yahudi rönesansını yarattınız” diyecek kadar ileriye giden bir Burg vardı. Yanımda oturan birisi neredeyse kalkıp “asimilasyonun yüzde otuzlarda olduğu bir yerde ne rönesansı kardeşim?” diyesi geldi ama mırıldanmakla yetindi. Burg sadece doğru bir saptama yaptı ve 21. Yüzyılda öncekinden kalan tek kavramın Tanrı olduğunu söyledi. ‘Solcu’ Burg, konuşmasının büyük bir çoğunluğunu dinsel öğelerle ve Tora’dan alıntılarla süsledi ve ‘dindar solcu’yu oynamaya devam etti...
Benim için Burg galiba bitmişti. İnsanın, ufkunu açacak yeni liderlere ihtiyacı var. Bildik konuları bildik yaklaşımlarla dinlemek ve hele hele 800 kişiyle rönesans yarattığımızı iddia etmek biraz ‘fazla’ geldi. Lakin dinamik hitabeti ve akıcı konuşmasıyla parlak bir ‘konferansçı’ olduğunu bir kez daha teyit etti, o kadar!...
Clive Lawton... Limmud’un orijinalini İngiltere’de kuran ve her türlü sosyal bilim disiplinlerinde tarağı bulunan bir bilim adamı. O da dindar. Lawton’u son beş yılda üç kez dinledim ve yine etkilendim. 800 kişiyle rönesans yarattığımızı dinledikten sonra, Lawton ise “nerede 25 bin eksi 800 kişi?” deyince rönesansın yine ve yeniden 800 kişi içinde kaldığını algıladım...
Clive, ‘ben’ ve ‘şimdi’ye takmıştı kafasını ve tuhaf bir şekilde haklı çıkarıyordu niye takıldığını! Postmodern insanın özgürlük abidesi olan, istediğini istediği zaman yapabilme özgürlüğüne sıkı bir eleştiri getiriyordu. Kendini ve özgürlüğünü kanıtlama peşinde olan ‘ben’ aslında ‘doğru’ yaşamıyordu. ‘Şimdi’ye takılan ‘ben’ yaptığı seçimleri de hep özgürlüğü ekseninde düşünerek gittikçe batağa saplanıyordu. Gelecek sadece bu iki özgürlük kriteriyle kurulamazdı! Aile bireyleri post modern hayatta artık neredeyse buzdolabı üstündeki yapıştırılan kağıtlarla ve cep telefonlarıyla iletişim kuruyorsa, bir yerde bir yanlış yapılıyordu...
Clive Lawton Yahudiler için eğitim ve öğretme’nin başarı için tek şart olduğunu ama Tora’da da olduğu gibi Çalışma ve Dinlenmenin de birbirinden ayrılmaz çift olduğunu söyledikten sonra Şabat’ın anlamını anlatan söylemle sanırım onu dinleyen herkesi şaşırttı, büyüledi. Bir bakarsınız yeni modern dindarlarımız oluşur!..
Ve son olarak Soli Özel’i dinlemeye gittim. Nefis bir konuşma dili ve karşındakini adeta esir alan etkili bir vücut dili.
Lakin, ‘rönesans’ gününde İsrail’in ve Ortadoğu’nun geleceği hakkında öylesine karamsar da konuşulur muydu canım? Moraller bozuldu tabii ki.
Öngördüğü kimi gelişmeler mantıklıydı ve olasıydı. Lakin binlerce yıllık sürgün, katliam ve Holokost’tan sonra kurdukları devleti yaşatmaya devam ettirmek için onu yok etmeye and içmiş yüz milyonlarca ‘düşmana’ karşı mücadele veren bir topluma ve devlete “mahallenin kabadayısı” suçlaması ‘el insaf’ dedirtecek cinstendi.
Benim bildiğim, ‘mahallenin kabadayısı’ yaşam kavgası vermez. Niyeti, etrafına korku salmaktır nedensiz olarak.
İsrail, yaptığı onca vahim hataya rağmen sadece evinde nefes almayı garanti altına almakla meşgul...
Ama doğrusu, Özel’in de çok yerinde saptadığı gibi, “bu iş eski metodlarla çözülmez”...
İşte bu yüzden Ortadoğu’nun mucize yaratabilecek yeni liderlere ihtiyacı var.
Gelecek Limmud dönemlerinde çıkarlar ortaya belki de...