Sahte umut gecesinden bugüne

1977`nin aydınlık bir bahar akşamı, zafer gecesine dönüştüğünde naif solcu apartman çocukları umut ışığı yakmışlardı memleketimde. Lakin, zafer yerini bozguna bıraktığında geriye, ele geçirilememiş sevgilinin sendromunu yüreklerde hissetmek kalmıştı yıllarca. Ve bugün gelinen noktaya baktığımızda, `nerelerdeydiniz?` diye sormak, vatandaşlık borcu olsun.

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Nasıl unuturum 1977 ilkbaharının en güzel gününü… 17 yaşında ‘ülkeyi kurtarma’ hayallerimizin gerçekleşeceğine naifçe inandığımız o güzelim Pazar gecesini nasıl hatırlamam?…
29 yıl sonra ise gecenin saat ikisinde Süleyman Demirel’i dinliyorum canlı yayında.17 yaşlarında naif solcular olarak sesine bile tahammül edemediğimiz siyasetçinin, gecenin o saatinde müthiş bir dinamizm ve hafıza gücüyle kendisine yöneltilen sivri sorular karşısındaki tahammül gücüne ve cevaplarındaki ‘ışığına’ hayran kalıyorum ve söyleniyorum yüksek sesle, “nerelerdeydin ya Demirel yıllardır?"…
1977’nin Nisan gecelerinin birinde 1950’lerde başlayan ‘karşı devrim’e ‘dur ‘ diyecek Bülent Ecevit ve CHP’nin ülke tarihinde ilk ve son kez aldığı yüzde 41’lik oyun verdiği sevinçle sokaklara çıkmıştım naif yurtsever bir ‘apartman çocuğu’ olarak… ‘Umudumuz Ecevit’ sloganı artık umuda tanıklık ediyordu. Umut soldaydı, sosyal demokrasideydi. Atatürk’ün devrimleri bir bir solmaya yüz tutmuştu. Hele hele ‘her mahalleye bir milyoner yetiştirme’ sevdası gibi, aslında Cumhuriyet prensipleriyle hiç de örtüşmeyen ve feodal yapıya dönüşü çağrıştıran ekonomi siyasetleri ‘Karaoğlan’ı yüzde kırkbirin umudu yapmıştı. Seçim gecesi sonuçlar belli olmaya yüz tutarken, “naif solcu apartman çocukları" sanal topluluğu olarak, ıskalanmış gençlik aşklarının en ‘yücesi’ne kavuşmuş olmanın sarhoşluğu içinde seçimden önce bize "solcular Moskova’ya" diyenlere “sosyal demokrasi Ankara’da" diyorduk gecenin kör karanlığında.
Heyhat, bugün yüzde 35’le Meclis’in üçte ikisine hakim olunurken, o gün, yüzde 41’le Meclis’in yarısına bile sahip olamamıştı umut fabrikası. Ve bir gecelik zafer yerini ümitsizliğe ve hayalkırıklığına bırakırken Süleyman Demirel ve taifesi iktidarı tekrar ele geçirmenin yolunu gözlüyordu. Umut tükenmişti. Elimizde sadece Cahit Külebi’nin dizeleri dışında hiçbir şey kalmamıştı:
"Eğer kuvvetin yetse benim / Kentin bütün çocuklarını alırım evlerinden / Hepsine kiraz çiçeklerinden / Bir çift kanat takarım / Çocuklar havalanır uçarak / Ben de artlarından bakarak / Gülerim / Bütün kuvvetimle bağırarak / Azat olun bebeklerim, azat olun bebeklerim!"…
Sonrası malum. Gelsin sağ iktidarlar, gitsin milliyetçi cepheler ve en nihayet askeri darbe. Umut yanılmasından 29 sene sonra gelinen noktaya bakın: "Türklerin yüzde 61’i, hayatta başarılı olamamanın nedenini dini inanç eksikliğine bağlıyor. Lise çağındaki kız ve erkeklerin aynı sınıfta olmasını doğru bulmayanlar toplumun tam yüzde 31’i! Turistler, ülkemizin ahlak ve kültürünü bozuyor diyenlerin oranı yüzde 49!… "Dindar, askerci ve özgürlük karşıtı bir toplum olduk". Bunu söyleyenler bilimsel araştırma sahipleri. Ya, bu sonuçların sahipleri nerede?…
29 yıl sonra, gecenin sessizliğini ok gibi delen müthiş sözleri duyunca, uyku kaçıyor, ıskalanmışlığın hazin duygusu benliği sarmalıyordu.
"Siz zengin olmak istemiyor musunuz? 26 bin dolar yerine 5 bin dolarlık gelirde mi kalmak istiyorsunuz? 20 küsur ülke sömürülmekten korkmuyor da, biz niye korkalım yahu? Tanzimattan beri istikametimiz Batıdır, böyle biline!" Avrupa Birliği’ne karşı olan gençlere böyle konuşuyordu Demirel. Devam ediyordu: "Büyük Atatürk yolumuzu çizmiştir, laik ve çağdaş olacağız. Bununla sorunu olanlar zorda kalırlar. Din ile Devlet işleri ayrıdır. Mahkeme kararlarına karşı gelirseniz kaos olur. Aklınızı başınıza toplayın!" Laikliği bile sorgulayan gençlere böyle konuşuyordu Demirel. Sormaz mı kimileri, "nerelerdeydiniz bunca senedir?…" Bir tek ben sordum…
Bu sözleri sarfetmek için seçim ve oy kaygısı bulunmaması mı lâzım? Halka inmek mi tarihe geçiriyor insanı yoksa halkı –isteksiz olsa bile- yukarıya çıkarmak mı? Demokrasinin yumuşak karnı mı yoksa bu?…
Bin dokuz yüz yetmiş yedide bir gecelik rüya hala gerçeğe dönüşmedi memleketimde. Belki gerçekleşse muhtemelen her sevgili gibi o da tüketilecekti. Lakin, kimi sevgililer terketse dahi bazen insanı yüceltmiyor muydu?
Demokrasiyi salt seçim sandığı olarak algıladığımız müddetçe biz hala gerçek sevgilinin umutsuz arayışı içinde olacağız.
Lakin, "bebekleri azat eden" Külebi’nin dizelerinde olduğu gibi,
"Sonra da kendi kendime / Artık işim kalmadı derim / Çeker arabamı giderim"i ne zaman gönül rahatlığıyla söyleyebileceğiz?