Komplo

Eskiden, komünizmden, faşizmden filan korkulurdu... Korkulacak tek dogma `komplo teorileri` olmalı. Artık insanlığın ve doğrunun en büyük düşmanı bu olmalı. Gelecek bu düşmana göz kırpıyor. Zira totaliter sistemlerin kullanmadığı etkin yeni araçlar onların elinde.

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Sanırım bu köşede bir kaç kez dile getirilmişti. Türkiye’nin sosyolojik dokusunu ve kodlarını anlamak için futbol hayatına göz atmak yeterliydi. Hakem hatalarının bir takım lehine tekrarlanması, aynı takımın makus talihini yenmek için attığı doğru/yanlış adımların yarattığı kıskançlık ile birleşince şampiyon sezon başında belirlenmişti sözde komplonun parçası olarak. Gelin görün ki, sezon bitiminde olup bitenler komplo teorisyenlerini duvara çarpıtınca, bunların utanması gerekirdi doğal olarak. Ama hayret, ülkemize özgü hafıza kaybı yüksek katsayısı, onlara bir başka bahara yeni komplo teorilerini hazırlamalarına olanak tanımıştı…
İşte bu ülke, futbolunda olanların benzerini siyasette de yaşıyor garip bir benzerlik içinde. Ve maalesef, bu ülkeyi yönetenler, daha çok kendi yandaşlarının çıkardıkları gazeteleri masalarının baş köşelerinde tuttuklarından mıdır bilinmez, komplo teorilerine bel bağlıyorlar zaman zaman..
Danıştay yargıcının haince öldürülmesi ve ardından bıraktığı eşi ve çocuklarının yaşadıkları bilinmez acıları önünde kimi basın ve onunla oksijen bulanlar sürekli komplo teorilerinin çekiciliğine kaptırıyorlar kendilerini.
Hükümet ne zaman eleştirilse veya göz göre göre gelen devalüasyon söz konusu olduğunda hep birilerinin düğmeye basmasıyla gerekçelendiriliyor olup bitenler. Ama eminim aynı yaklaşım kimi muhalefet parti ve onları destekleyenler de ters anlamda mevcut.
Baruch Spinoza şöyle demişti: "İnsanlar bütün işlerini tasarladıkları planlar çerçevesinde yürütebilselerdi ya da talih hep onlardan yana olsaydı, hiçbir batıl inanca boyun eğmezlerdi. Fakat, çoğu zaman hiçbir şeye karar veremedikleri öyle noktalara itilirler ve talihin belirsiz getirilerine dair ölçüsüz beklentileri onları umut ve kaygı arasında neredeyse soluksuz kaldıkları öyle bir dalgalanmaya sürükler ki, ruhları her şeye inanmaya hazır hale gelir.”
Evet, bu ruh 11 Eylül saldırısını da ABD’nin kendisine fatura eden bir ruhtur. Bu ruh dünyada ne olumsuz bir gelişme varsa hep aynı odakların yaptığına inanan korku-nefret karışımı bir refleksin ruhudur.
Bu ruh, inanmak istediğine inanan ‘öteki’yi hep şeytan gören, özgüven eksikliğini saldırı stratejisine yönlendiren bir ruhtur ve geleceği maalesef hem ülkemizde hem dünyada parlaktır. Parlaktır çünkü toplumun kaygılarıyla oynarken teknik gelişmelerden de beslenmektedir.
İnsan, şaşırmadan edemiyor. İnternet bilgi ve şeffaflık ve buradan hareketle doğru’ya ulaşım aracı olması gerekirken komplo teorilerinin ve dolayısıyla ‘yanlış’ ve giderek yalan’ın üretimhanesi oluyor heryerde ve her zaman!…
Eskiden komünizmden, faşizmden filan korkulurdu. Korkulacak tek dogma ‘komplo teorileri’ olmalı. Zira totaliter sistemlerin kullanmadıkları etkin araçlar var ellerinde…
***
İngiltere’nin akademi dünyasında geçen hafta garip bir karar alındı. Ülkenin en büyük akademisyenler sendikası. İsrailli akademisyenleri boykot etmeye karar verdiler. Nedeni ise mâlum: "Filistinlilere reva görülen hayat".
Dünyada, o kadar rezil, totaliter ve çürümüş yönetimler varken, İsrail’i seçmeleri onların tasarrufu ve anlaşılır/anlaşılmaz gerekçeleri kabul edilir veya edilmez. Lakin, asıl ironik olan, topunu boykot ettikleri İsrail akademisyenlerinin çoğunun azılı bir İsrail politikaları eleştiricisi olmaları! Üstelik aralarında, İsrail sağı tarafından vatan haini veya “Yahudi genleri kendinden nefret etme mütasyonuna uğramış Yahudiler" şeklinde tanımlananlar da var. Bu traji-komik boykot kararı bu satırların yazarına bile antisemitizmle anti siyonizmin aynı hastalık olduğuna inandırmaya başlayacak!
Yoksa, diyorum bu İngiliz sözde akademisyenler tüm dünyada ve ülkemizde moda olan, ünlü komplo teorisi "Siyon Liderlerinin Protokollerini"mi okumuşlar topluca?!!!
***
Feylezof; hüznün hayatın ta kendisi olduğunu, sevincin ise istisna olduğunu söyler.
Doğru olabilir, karar vermek, zor.
Lakin bu ay hem Pink Floyd’un konseriyle bir nebze soluklanacağız hem de yaşamı aynen temsil eden futbol ve Dünya Kupası ile hüznü silkelemeye çalışacağız.
Tek isteğim, Dünya Kupasını, ezilen, sömürülen, kaderine boyun eğen çoğu Afrika halkı adına bir Afrika takımının alması.
Yaşamın rezilliğine sessizce direnenler adına, "kara"  Afrika, senleyim…