Kedi sever misiniz?

Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Yakup ALMELEK


Sevgili Okurlar,
Kedi sever misiniz? Bir kediyi kucağınıza alıp okşar mısınız? Patilerini yüzünüze sürer misiniz? Karnını yumuşacık darbelerle ovar mısınız ?
İçtenlikle ifade edeyim, ben kedi sevmem. Şunu söylemem daha doğru olacak. Kedileri sevmezdim. Ta ki Doris Lessing’in  “Kedilere Dair” adlı kitabını okuyuncaya kadar.
Sevmemenin içeriğinde onlara kötü davranmak gibi bir vahşet elbette ki yok.
Peki kim Doris Lessing? Nasıl bir kitap ki, insanlar okuduktan sonra kedilere karşı bir sempati ve hatta sevgi duymaya başlıyor.
Doris Lessing 88 yaşında bir İngiliz. İran’da doğdu ve 5 yaşında iken ailesiyle birlikte Afrika’ya göç etti. 30 yaşına kadar Rodezya’da bir çiftlikte kaldı. Çeşitli işlerde çalıştıktan sonra yazarlığı meslek olarak benimsedi. İyi bir seçim yapmış olmalı ki, bu yıl Nobel Edebiyat Ödülü ile onurlandırıldı.
İnsanlar için olsun, hayvanlar için olsun iyi tanımadan hüküm vermemek lazım.
Kediler için nankör hayvandır denir. Kendilerine yapılan bir iyiliğin değerini hemen unuturlarmış.
Ne kadar biliyoruz onları! Lessing’in anlattıkları böyle bir izlenime götürmüyor bizleri. Tam tersi kediler onurlu, kişilik sahibi ve sevecenmişler. 
Şu da var. Kediler insanlara çok önem verirlermiş. İnsanlar tarafından beğenilmek isterlermiş. Miyavlamaları şikâyet anlamına geldiği gibi insanların dikkatini kendilerine çekmek arzusundan da doğabilirmiş.
Tıpkı iki ayaklı pek çok mahlûkun beğenilmek amacıyla için için yanması gibi.  
Tanrı daha da uzun ömürler versin. Lessing beş yaşından beri yani dile kolay 83 yıl kedilerle haşır neşir. Evinde hep kedi, hatta kediler bulundurmuş. Onlara hem sahiplik yapmış, hem de arkadaşlık. Onları bazen sevmiş ancak bazen de azarlamış. Onlardan çok şey öğrenirken çok şey de öğretmiş.
Lessing kitabında kedileri genelde ele almadı. Aynı evde beraberce yaşadıklarını anlattı..Bu yüzden gözlemleri gerçeğe ve denenmişe dayalı.
Kedilerin ölmeye karar verdiklerini biliyor muyduk! Evet hastalandıkları ve artık mücadele dürtülerini yitirdikleri zaman sürüne sürüne sakin ve serin bir yere giderler ve olgunlukla son saatlerinin gelmesini beklerlermiş. Hiç şikâyet etmeden vakarla.
Kim demiş kedilerin vefasız olduğunu. Eve ve sahibesine alışmış bir kediyi bir oduncuya veriyorlar. Oduncu kediyi otuz kilometre ötede bir dağ evine götürüyor. Kedi miyavlıyor, memnun değil ama aldıran yok. Oduncu ertesi gün telefon edip kedinin kaçtığını bildiriyor. Kedi ancak on beş gün sonra sevdiği eve ve sahibesine dönüyor. Aç, susuz, öfkeli, zayıflamış, tüyleri sert, çılgın bakışlı, gözleri korku dolu.  Nasıl aşmıştı iki haftada otuz kilometreyi. Yol yoktu, gelişigüzel patikalardan oluşmuş, çalılıklardan nasıl geçmişti. Üstelik iki nehir de aşmıştı. Evini bulması bir mucize miydi? Nehirleri yüzerek mi geçmişti? İçgüdüleri ona rehber olmuştu. Başka bir neden olamazdı. O kedi eve dönünce sahibesine uzun uzun baktı. baktı, baktı. “nasıl kıydın da beni bir yabancıya verdin?” der gibiydi. Ve kucağına atladı sahibesinin ,mırladı ve sevinçten ağladı.
Kedi sever misiniz? Kedi sevmem ama köpek severim. Çok duydum bu sözü. Ben de aynı şeyi söylerdim.
Anlaşılan yanılmışız.. Kedilerden özür dilemek gerekiyor.