Irana Palm

Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Sinemaya gitmeyi severim. İnanıyorum ki okurlarımın birçoğu benimle bu cümlemi paylaşacaklardır. Birçoğumuzun sinemayla ilgili güzel anıları ve yüreklerimizde yer etmiş filmler vardır. Zevkler ve renkler farklı olsa da, “sinemaya gitmek” bizleri ortak paydada buluşturan keyifli zamanlardan biri. Sohbetlerimize konu olur, serbest zamanlarımıza anlam katar, kimi zamansa bazı filmler, hayata dair farklı bir bakış açısı kazandırır. Bazı filmler en derinlerimizde bir yere dokunur, ruh dünyalarımızda sarsıcı ama sonuçta olumlu bir etki yaratır. Hollywood film endüstrisinin bu etkideki yeri tartışabileceğimiz bir konu; buna karşılık İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın bahar aylarında düzenlediği “İstanbul Film Festivali” ve “Filmekimi” haftaları, içerdiği yapıtlarının kalitesi bakımından, çoğu zaman benim için tartışmasızdır.
Eylül’den bu yana haftalardır Filmekimi’ni bekliyordum. Bu özel hafta sonbaharın sonunda başladı. Pazar gecesi, tanıtımlarda en çok ilgimi çekmiş film olan “Irana Palm”ı izledim. Dostlarımın da bu filmi görmelerini arzu ederdim, belki bir gün DVD’si çıkar. Bu haftaki köşe yazımda, film üzerine birkaç satır yazmayı istedim; çünkü filmden çok etkilendim ve hayatımın, dolayısıyla köşemin böyle zamanlarda daha fazla anlam kazandığına inanıyorum. Filmin konusunu broşürden aktarıyorum:
Hasta torunun hayatta kalmasını sağlayacak tedavi sürecinin masrafını karşılamak için para arayan orta yaşlı Maggie, Londra sokaklarında çaresizce dolaşırken “Sexy World” tabelalı bir dükkânın penceresinde “konsomatris aranıyor” ilanıyla burun buruna gelir ve Irina Palm takma adıyla pek de alışık olmadığı bu dünyaya adımını atar. “Elâlem ne der?” kaygıları güden orta sınıftan dul bir kadın için katlanması çok da kolay olmayan bu hayata oğlu Tom, gelini Sarah ve torunu Olly aşkına cesaretle göğüs germekle kalmayıp kendi çapında bir şöhret sahibi olur. Bu yıl Berlin’de Altın Ayı için yarışan filmde Maggie rolünü yıldız şarkıcı Marianne Faithfull başarıyla canlandırıyor.
Irina Palm, satırlarda yazıldığı hâliyle duran bir film değil. Son derece başarılı bir oyunculuk, görsel bir yönetmenlik söz konusu. Emek Sineması’nda dolu bir salonla birlikte yer yer gülseniz de, içinizde bir şeyler titriyor. Dünyamızda nice hasta insan, yeni tedavilere nice umut bağlayan fakir aile var; hayat zorluklarla dolu. Orta yaşlarındaki Maggie de parasız, toplumca kabul görülebilir bir iş için pek nitelikli olmayan hâli; ama pürüzsüz elleriyle farklı bir iş bulabiliyor ancak. “Sexy World” tabelalı dükkânla işçisinin dünyasına açılıyor film, onların yüz yüze kaldığı şartlara, en medeni toplumların bile düzen sağlanırken, insanların katlanmakta olduğu zorluklara... Böylece bir anlayış geliştirme şansı yakalıyorsunuz. Elbette bir noktadan sonra Maggie’nin ailesi ve elâlem giriyor devreye, bir “gerçek” gün yüzüne çıkıyor, izlediğim her ne kadar kurgusal bir film olsa da, biliyoruz ki, insanlar yeri geldiğinde en beklenmedik koşullara, özellikle de söz konusu olan çocuklarıysa en beklenmedik koşullara dayanıyorlar.
Irana Palm’ın en büyük özelliği, kanaatimce biz seyircilerin ruh dünyalarında yarattığı gerilimdi. Bir yanda hasta bir çocuk ve onun kurtarılması için toplumsal ve kişisel değerlerini yeniden ele alan bir büyükanne; öteki tarafta ise (yine toplumun ihtiyaç duyduğu ama günümüzde dahi tam olarak sindiremediği) bir zevk ve eğlence dünyası var. Taban tabana duruyorlar; çaresizlik, onun verdiği üzüntü ve zevk için hizmet vermek. Hiç kolay değil; ama hayat dediğimiz, bir yanıyla, biraz da bu değil mi?
Herkesin bir hikâyesi vardır. Sahip olduğumuz yargılar, en başta kendimizi sınırlar. Farklı hayatları öğrenmek, bir anlayış geliştirmek için çabalamak ise bizi zenginleştirir. İşte bunu öğretiyor Irana Palm, dedim. Hollywood endüstrisi ve düşünce dünyalarımıza ket vuran, engel koyan televizyon programlarına karşılık, Irana Palm ve benzeri nitelikli yapıtlara daha çok ama çok ihtiyacımız var.