Soğan Zarlari

Luiza UÇKİ Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba
Baruh iki çocuk sahibi hali vakti oldukça yerinde biridir. İstediği herşeye sahiptir, mutludur. Kendini Tanrı için birşeyler yapmaya adar.
Bayramlarda sinagoga gider. Bayram öncesi fakirlere yardım eder. Hayır kuruluşlarına yüklü bağışlarda bulunur. Sevilen ve sayılan bir adam imajı verir. Kendini huzurlu hisseden Baruh “İşler harika” diye düşünür.
Ardından işleri ters gitmeye başlar. Birkaç işte büyük paralar kaptırır. Madden gerileme sürecine girer. Ardından birkaç sağlık problemi yaşar.
Beyninde fırtınalar esmektedir. Kafasında bir dolu soru işaretleri ile, “Ben o kadar iyi bir insanım neden tüm bunlar ardı ardına benim başıma geliyor? Ben bunları hak edecek ne gibi hatalar yaptım? Hep verdim. Elimden geldiğince gücümü insanlığın iyiliği için kullandım. Şimdi neden ben bu olanları hak ediyorum?” sorularıyla boğuşur.
Aksi ve hırçın bir mizaca bürünür.
Bir gün yolda, yürürken bir arkadaşını görür. Arkadaşı: “Bak dostum, Amerika’dan bir Rabi gelmiş. Çok güzel bir konuşma yapacakmış. Gel, katıl. Sakın kaçırma” der. Baruh kabul eder. Merakla Rabi’nin dinletisine iştirak eder.
Rabi konuşmasına başlar: “Bugünkü konu başlığım bir soruyla başlıyor: Sizce iyi bir insan mısınız? Evet diyenler el kaldırsın” diye belirtir.
Salonun çoğu elini yükseltir. Rabi: “Peki neden bu kanıya vardınız?” diyerek herkese söz hakkı verir.
Baruh bu konuda doludur: “Ben çok iyi bir insanım. Hep verdim verdim. Hani Tanrı iyilikleri ödüllendirip kötülükleri cezalandırırdı. Ben hep Tanrı yolunda gittim. Çok şükür hala halim vaktim yerinde ama büyük paralar kaybettim. Yatağa yattığımda huzurlu uyuyamıyorum. Paralarımı başkaları yiyor. İyiliklerim böyle mi mükafat görüyor sizce? Sadakalar verdim yıllar boyu. Peki ne oldu?” diye açıklar.
Rabi: “Hepinize teşekkür ederim. Hepiniz iyi olduğunuzu ifade ettiniz. Nedenini hep dış çevrenize yaptınız iyiliklerle ifade ettiniz. İyi olmanın sırrı soğan zarlarındadır. Nasıl mı? Siz bir soğanın en iç kısmısınız. Etrafınızdaki her bir soğan zarı yakınınzdaki insanları sembolize eder. İlk zar aileniz, çoluğunuz çocuğunuzdur. İkinci kat aile büyüklerinizdir. Üçüncü kat kardeşlerinizdir. Dördüncü kat teyze, hala, dayı, amca olmak üzere devam eder. En dış zarsa tanımadığınız insanları sembolize eder yani dış dünyayı. Peki siz hep neden yardım etmeye dıştan başlayanlardansınız ki? Niçin önce iç zarla ilgilenmiyor sunuz? Yakın arkabalarınızın durumu nasıl? Onların size daha çok ihtiyacı olduğunu biliyor musunuz? İyi bir insan olmanın şartı orada yatıyor. Önce yardım kuruluşlarına sadakalar dağıtacağınaza, lütfen yanlış anlaşılmasın onu da yapın ama önce iç katmanları halledin. Çünkü orada gösteriş yok. Orada sadece gerçek siz varsınız. İşte iyiliğinizin ölçütü orada başlıyor. Asıl en yakınınızdakilerin size ihtiyacı varken onları görmüyorsunuz sizce siz iyi bir insan kriterlerine uyuyor musunuz? Mesela Mösyö Baruh sizden başlayalım. Kaç kardeşsiniz ve kardeşlerinizin durumu nasıl?” deyince Baruh bir an duraksar. Cevap veremeden hışımla oradan çıkar ve düşünmeye başlar. Bir kız kardeşi vardır. Kocasının durumu bir hayli bozuktur. Kardeşi de son günlerde hep düşüncelidir. Belli ki bir sorunu vardır. Kendi kendine: “Bir sürü çocuk okuttum senelerce ama neden kendi öz be öz yeğenlerime yardım etmedim ki? Kız kardeşimin bir şeye ihtiyacı var mı diye düşündüm mü? Üç sene evvel halam aniden hastalanmıştı. Babam: “Oğlum halana biraz destek ol. Hastalandı. Ameliyatları falan” derken ben ona “Baba, iki tane kızı var. Onlar yardım etsin. Bize düşmez!” dememiş miydim, ama hep sağlık kuruluşlarına yardım eden ben neden kendi halamın sağlık giderlerini ödeyip ona daha iyi imkanlar sunmadım ki!” diye düşünür. Yüreği yanıyordur. İçinden bir ses “Kötüsün. Sen kötü bir insansın. Sırf insanlara gösteriş yapmak için senelerce yardımlarda bulundun: Baruh çok iyidir, hep yardım eder, laflarını duymak istesin; ama bunu aslında kendin için yaptın. Hadi doğruyu söyle ben senin iç sesinim. Sen aslında hiç de iyi biri değilsin. Sen kompleksli birisin. İnsanların senin hakkında iyi şeyler söylemesi için yaptın bunları yardım bahaneydi. Rabi doğru söylüyor. Ben iyi biri değilim. Ne yapacağım şimdi? der. Bir bankta hüngür hüngür ağlamaya başlar.
Ardından Rabi’nin bulunduğu yere geri döner. Konuşma bitmiştir ama Rabi hala oradadır. Ona yaklaşır: “Haklıydınız. Yıllarca böbürlendim kendimle, yardımlarımla ama dediğiniz gibi hiç yakın akrabalarımın sorunlarıyla ilgilenmedim. Peki şimdi ne yapmalıyım?” diye dert yanar.
Rabi: “Geç değil. Haydi ne duruyorsun? Mesajı almışsın. Şimdi bu hayat tecrübelerini yaşamına kanalize et” der.
Baruh koşarak kızkardeşinin evine gider. Kapıyı açar. Ester’i yüzü solgundur. Onu görünce şaşırır; ama çok sevinir. Sanki benzine renk gelmiş gibidir. Baruh sözlerine başlar: “Esterikam seni çok özledim. Dün gece rüyamda seni gördüm. Sen hep küçük bir kızken bir derdin olduğunda bana anlatırdın. Ben de sana yardım ederdim. Ardından sen bana sarılırdın: Canım kardeşim. Şükürler olsun ki, sen varsın ve yanımdasın yoksa ben bu sorunu nasıl halledebilirim, deyip bana sarılıp öperdin ya hani. Rüyamda yine küçüktün, ağlıyordun ve bana bakıyordun. Sabahı zor ettim. Kocanın işe gitmesini bekledim. Rahat konuşalım istedim. Söyle Esterika neyin var?” der demez Ester önce “Kardeşlik işte doğru hissetin, Baruh. Çok fenayım çok” deyip başlar ağlamaya. Gözyaşları sel olur. Ağlar ve ağlar. Belli ki çok dertlidir. Birbirlerine sarılırlar aynı küçük birer çocukken sarıldıkları gibi. Ester kendini yine güvende hisseder. Fırtınadan sonra limana yanaşmış bir gemi misali... Başlar anlatmaya: “Sorma Baruh, kocam üç aydır işsiz. Dükkanı kapandı. Zaten birkaç yıldır neler çekiyorum bilemezsin. Annemler üzülmesin diye belli etmedim. Hep güldüm ama inan bana geceler boyu ağladım. Yavrularım var ama bir annenin çocukları için çaresiz kalması nedir biliyor musun?
Dün gece ellerimi açtım Allah’a dua ettim. Ne olur Yüce Tanrı’m? Sesimi duy dedim. Kocam bir iş bulsun? Yeniden evime huzur dolsun” dedim. Yalvardım sesimi duysun diye. İnan bana nefes alamıyorum artık” diye açıklar. Baruh: “Peki üç yıldır bu kadar kötü durumdaysan, neden bana söylemedin?” deyince Ester, “Söyleyemedim, çekindim. Kolay mı sanıyorsun yardım istemeyi. Herkes biliyor durumumun bozuk olduğunu. Hep senden bekledim. Hep çaresizliğimi görmeni bekledim ama bak gördün sonunda. Geldin işte. Hissettin en sonunda burdasın canım kardeşim benim inan hep senin gibi başarılı bir ağabeyim olduğu için gurur duydum. Sen, ailemizin gururusun. Okudun, iyi yerlere geldin. Helal olsun sana tüm güzellikler benim başarılı kardeşim. Seni çok seviyorum ve hep çok çok seveceğim” der. Baruh ise kendini dünyanın en başarısız insanı saymaktadır ve yaptığı büyük hatanın farkına varmıştır. Hemen eniştesine iyi bir iş bulur. Yeğenlerinin eğitim masraflarını karşılar. Tüm ailenin sorunlarıyla bizzat ilgilenir.
Çocuklarına: “Bakın çocuklar, hayat boyu birbirinize sahip çıkın. İlerde bizler hayatta olmayabiliriz ama siz hep birbirinizin sorunlarıyla ilgilenin. Unutmayın önce çekirdek aile...” deyince oğlu “Tamam baba yine soğan zorlarını anlatacaksın. Ezberledik artık” diye sitemde bulunur. Baruh ise huzurludur. Gerçek mutluluğu yakalamıştır. Bu, seneler sonra iyi bir insan olabilmenin niteliklerini yerine getirebilmeyi başaran, başarılı adam...