Henüz “gitmek veya kalmak zamani” değil...

Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

13 Haziran’da dönemi “Hayaller kurdum, genç kalmaları dileğiyle...” başlıklı yazımla sonlandırmıştım. Sıcak bir yaz olacağını tahmin ediyordum; ama içimin yanacağını beklemiyordum. Mevsim sonbahara dönerken, hayallerim bir kısmı öldü, bir kısmı yenilendi ve ideallerim değişti. Yeni dönemin bu ilk köşe yazısı için de kaleme almak istediğim birçok konu var; ama yerim sınırlı. Yeni dönem içerisinde çıkaracağımız sayılar için, en az 10- 15 köşe yazısı için konu aklımda. Siyaset, antisemitizm, insani değerler, kültür- sanat derken kendimi yazmak adına dolu hissediyorum.
“Azınlık olmak” biz Yahudi Cemaati’nin adeta içiçe yaşadığı bir kavram. Bu kavramı dilegetireceğimiz, paylaşacağımız yerler, kişiler çoğu zaman hep oluyor. Öte yandan Temmuz seçimlerinin ardından birçok dostumdan, yeni tanıştığım insanlardan “Şimdi sizi daha iyi anlıyorum...” cümlesini sıkça duydum. Ne de olsa seçenekler siyah ve beyaz kutuplarda dolaşıyor. “Memnun değilsen, vatandaşlıktan çık” gibi deyişlerle yeni yeni tanışıyor dostlarım. Farklı görüşte olmak ve buna bağlı olarak dışlanmak son derece üzücü... Demokrasi sadece seçim değil; farklı görüşte olanın hakkını korumak demekse, asıl demokrasi sınavı şimdi başlıyor.
Türkiye’de antisemitizm ve Yahudilere karşı yargılar ne düzeyde, nesnel olarak bilemiyorum; ama geçtiğimiz ay yüksek tirajlı gazetelerin birinin internet sitesinde yayınlanan bir II. Dünya Savaşı fotoğraf belgesine karşılık, son derece antisemit okur yorumlarıyla karşılaştık. Kasım 2006’da bir başka köşe yazımda belirttiğim üzere, e- medya korktuğum boyutlara doğru yol almaya başladı. Gazeteler “okur yorumları”nda her ne kadar sorumluluk taşımadıklarını yazsalar da Mayıs 2007’de kabûl edilen “İnternet ortamında yapılan yayınların düzenlenmesine dair kanun”a göre, her site yayınladığı içerikten sorumludur. Sadece okur yorumları değil, insani değerlere ve kanunlara aykırı yayın yapan bütün site sahiplerine duyurulur.
Mine Kırıkkanat, 24 Ağustos tarihli “Mühürlü tren vagonuna kurşun kalem ile yazılmış” başlıklı yazısında da Türkiye’de ırkçılığın hızla yükseldiğine ve antisemitizme dair önemli noktalara işaret ediyor. Kendisine duyarlılığı ve anlayışı için yürekten teşekkür ediyorum. O, Fransa’da en iyi arkadaşlarının Yahudi olduğunu yazıp, aslında diyalog kurmanın hiç de zor olmadığını gösterirken; ben dünya çapında medeniyetler birliği, dinlerarası diyalog gibi bir iletişimin gerçek olabileceğine dair inancımı yitirmeye başladım. Soruyorum kendime: Üç semavi dinin ortaya çıkışından bu yana yüzyıllar geçmiş, en acı kayıplar son yüzyılda yaşanmış, geniş çapta bir diyalog gerçekten mümkün olabilir mi? Öte yandan şuna inanıyorum ki, dinlerarası diyalogdan söz edeceksek kendi çevremize bakmamız yeterli... Gündelik hayatta gerek dostluk bağları olsun, gerekse özel bağlarımız sonucu farklı kökenlerden ne kadar kişi ile kucaklaşabilmişsek, işte diyalog oradadır, daha ötede değil.
Yazılarımı genellikle birtakım temenni, dilekler ile bitirimeyi severim. Roş- Aşana 5768 için de, iyi dileklerimi, cemaatimiz ve insanlık için dualarımı gönülden iletiyorum. Bilimsel disiplini benimsediğim için genelde mistik, Kabalistik öğelere pek değer vermem. Öte yandan bir zamanlar öğrenmiş olduğum “dünyamızın İbrâni takvimine göre 6,000 yılında yaratılmış olduğunu” düşünmekten kendimi alamam. 232 yıl sonra neler olacak, diye meraklanırdım. Şimdi ise günümüzün gerçekleri o kadar katılaştı ki, tek odaklandığım husus önümüzdeki bir yılın sislerini dağıtabilmek. Hem kendim için, hem de beni vareden dünyamız için... Öyleyse durmak yok, yola devam! Değil Türkiye’den gitmeyi dile getirmek, Atatürk’ün bize bıraktığı emanet; korumak için yola devam...

perspektif@salom.com.tr