Dört konu dört yorum

Haymi BEHAR Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

1. ABD-İran Gerginliği

Pazartesi günü İran ve ABD'nin Irak büyükelçileri İran devriminden otuz yıl sonra iki ülke arasındaki ilk resmi teması gerçekleştirdiler. Tarihi görüşmenin ilan edilen konusu Irak’ın güvenliği. Her ne kadar nükleer silahlanma ve ekonomik ambargo gibi iki ülke ilişkileri arasında sorun yaratan daha hayati konuları görüşmeseler de bu buluşma İran'ın diplomasi hanesine bir zafer olarak yazılabilir. Bush yönetimi yıllardır, "İran'la kesinlikle görüşmeyeceğiz" demeçleri veriyor. İran dışişleri koşulları iyi yöneterek ABD’yi masaya oturmaya zorladı. İran’ın gelecekte hayati konuları masaya yatırmak için bir zemin bulduğunu söylemek yanlış olmaz. Önce atom bombası denemesi yapıp sonra Çin, ABD, Rusya ve Japonya'yı dize getiren Kuzey Kore örneğinden İran'ın çok iyi ders çıkardığı şüphesiz.

Ahmedinejad yönetimi, nükleer programını kararlılıkla sürdürdü. Her ufak gelişmeyi abartılı törenlerle kutladı, gerek iç gerekse dünya kamuoyuna yönelik başarılı bir halkla ilişkiller kampanyası yürüttü. Kritik noktalarda İsrail – Hizbullah veya Hamas çatışmalarını alevlendirerek zamana oynadı ve dünyanın tek süper gücünü tükürdüğünü yalamaya zorladı. Bu görüşmenin gerçekleşmesinde ABD Kongre seçimlerini Demokratların kazanması, İran’ın Yahudi soykırımını inkar etme ve “İsrail’i yok etme gereği” demeçlerinin sözde de olsa durması ve daha uzlaşmacı bir tavır sergileyeceğinin sinyallerini vermesi de etkili oldu. Irak iki ülkenin ortak çıkarlarının en fazla olduğu konu. Bu görüşmelerin sürekliliği Ortadoğu’da yeni cephelerin açılmasının önlenmesi için şart. Kısacası İran ve ABD uçuruma doğru süratle ilerlemeyi kesmeye karar vermiş gözüküyorlar. Darısı başımıza!

2. İsrail’in başarısız siyasetçileri Lübnan savaşının faturasını ödemeye devam ediyorlar.

Savaşın sonuçlarını inceleyen Winograd raporu daha tamamlanmadan istifa eden Genelkurmay Başkanı’ndan sonra, şimdi de İşçi partisi genel başkanı Amir Peretz hem partideki hem de kabinedeki koltuğundan oldu. Dün yapılan İşçi Partisi başkanlık seçimlerinin ilk turunda partiye kayıtlı 103.498 seçmenden ancak % 22 oy alabildi.

İşçi partisi seçimleri İsrail tarihinde birçok kez hükümet değişikliğinin veya erken seçimlerin habercisi olmuştur. 12 Haziran’da yapılacak ikinci tur oylama eski başbakan Ehud Barak ve emekli Amiral Deniz Kuvvetleri eski Komutanı - Ami Ayalon arasında yapılacak.

İsrail’de başbakan adaylarında aranan ilk özellik güvenlik ve savunma konularındaki uzmanlıklarıdır. Konu toprak karşılığı barış olunca İsrail halkı yalnızca bol yıldızlı generallerine güveniyor. Oslo Anlaşması’nı Altı Gün Savaşı’nın Genelkurmay Başkanı Rabin imzalamıştı. Gazze’den ise 1973’te Mısır ordusunu bozguna uğratan Şaron çekilmişti.

Ayalon, uluslararası kamuoyunda fazla tanınmasa da, askeri kariyeri ile yıldızı parlamış, açık sözlülüğü ve güvenlik konularındaki başarılarıyla İsrail’lilerin sevdiği bir isim. Natanyahu Şaron ve Olmert’in öncülüğünü yaptığı Türkiye’de alıştığımız tarzdaki yolsuzluk skandalları İsrail halkının midesini bulandırıyor. Ayalon dürüstlüğü nedeniyle basının “karbeyazı” Mr. Snow lakabını taktığı bir isim. Tiberya yakınlarında bir Kibbutz’ta büyümüş olan Ayalon’un bir gazetecinin “Seçim zaferini kutlamak için şampanya patlatacak mısınız?” sorusuna, “kazansak bile biz şampanya içmiyoruz, bitki çayı içiyoruz” yanıtını vermesi kibbutzniklere has özgün kişiliğini yansıtıyor.

Ami Ayalon, 2002 yılında Filistinli akademisyen ve siyasetçi Sari Nuseybeh ile “Halkın Sesi” adını verdikleri taslak bir barış anlaşması hazırladı. İkili, ikinci intifadanın en kanlı günlerinde iki devletli çözüm esasına dayalı bu anlaşma için 253.000 İsrail’linin ve 161.000 Filistinli’nin imzasını toplamayı başardılar.

Ayalon ve Barak parti içi seçimleri tamamladıktan sonra, kimin kazandığına bakmadan Peres ve Rabin’in 1991’de yaptıkları gibi gibi uzlaşmayı başarıp iyi bir ekip olurlarsa İşçi partisini bir yıl içinde iktidara taşıyacaklarını söylemek falcılık olmaz. O güne kadar barış sürecinde bir gelişme beklemek saflık olur.

3. Cumhurbaşkanını halk mı seçecek?

Bu anayasa paketi ile yarı başkanlık sistemine doğu koşuyoruz. Son günlerde Ukrayna’daki gelişmeleri takip ediyor musunuz? 2004 yılında Devlet Başkanlığı seçimlerine fesat karıştırılmasının ortaya çıkmasından sonra başlayan “Turuncu Devrim” sırasında halkın parlementonun kapısında aylarca oturmasıyla seçimler yenilendi. Ancak ülke kabaca, Rusya yanlıları ile batı yanlıları arasında bölündüğü için son iki yılda üçüncü seçime gitme kararı alındı. Karar mekanizmaları kitlenmiş durumda Başbakan ile Devlet Başkanı arasındaki çekişme gerek ekonomik gerekse ulusal güvenlik konularında ülkenin gerilemesine yol açıyor. Ukrayna hangi sistemle mi yönetiliyor? Tabi ki yarı başkanlık!

Cumhurbaşkanını oyunun kurallarına göre seçmeyi beceremeyen hükümet, oyunun kurallarını değiştirmeye çalışıyor. Buna da demokrasi diyor. Madem demokrasi istiyorsunuz neden seçim barajını düşürüp temsilde adaleti sağlamıyorsunuz? Neden söz verildiği halde dokunulmazlıklar hala kalkmadı? Neden yönetim şeffaflaşmıyor? Madem “cumhurbaşkanını halk seçecek ama yetkileri kısıtlanacak” diyorsunuz o zaman yetkisiz cumhurbaşkanını halka seçtirmenin ne faydası var? Neden bu anayasa reformunu yapmak için meclisin süresini dolmasını ve genel seçimler arifesini beklediniz? Bu soruları kime mi soruyorum? Tabi ki Ukrayna’lı siyaset kurnazlarına!

4. Kuruyoruz

Barajlardaki doluluk oranı %44’e düştü. Son elli yılın en kurak kışını geçirdik. İstanbul’da suyun üçte biri barajlardan evlere ulaşamadan altyapı yetersizliği ve kaçaklar nedeniyle kayboluyor. Ankara ve Bursa’da su bitti. Seçimler geçsin kesintiler başlayacak. Hem halkımız hem siyasetçiler uyuyor. WWF-Türkiye ve TEMA su kampanyaları ile bilinçlendirme çalışmaları yapıyorlar. Ancak etrafınıza bir bakın, arabalar, lokantalar, kafeler hala hortumla yıkanıyor, belediyeler sokakları her gece bol bol suyla temizliyor, Galatasaraylıların sahaya şişelerce suyu boca etmesi bu konudaki bilinçsizliğimizin en açık göstergesi. Yağmurun yağması için su kaynaklarının çevresinde geniş orman alanlarının bulunması gerekiyor. Su toprak döngüsünde ağaçlar kilit rol oynuyor. Büyükşehir belediyesi ise Terkos gölü kıyısına yüzbinlerce insanın yaşayacağı yeni bir şehir kurmayı planlıyor. Seçimler geliyor, partilerin kuraklıkla ilgili çözüm önerilerini, uzun dönemli sürdürülebilir kalkınma planlarını en kısa zamanda kamuoyu ile paylaşmalarını talep etmemiz geleceğimizi garantiye almamız için şart, çünkü su yoksa hayat yok!