Tarih geriye mi sariliyor?

Marsel RUSSO Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba
Yaşam Yürüyüşü’nün üstünden iki hafta geçti… Polonya’da gördüklerimiz, duyduklarımız bize nefretle yoğrulan toplumların nasıl bir canavara dönüştüğünü, böylesi toplum bireylerinin nasıl duyarsız, duygusuz, acımasız olabileceğini ve dalga dalga yayılan toplum psikolojisinin insanlara neler yaptırabileceğini yoğun biçimde hissettirdi…
Büyük Savaş tarihi ve onun içinde çok özel bir yere sahip olan Holokost hakkında birçok kitap yayınlanmış, bu konu belgesel olsun olmasın bir çok filme özne olmuştur. Ancak vahşetin yaşandığı toprakları görmek, ne kitaplar ne de filmler aracılığı ile algılanamayacak değişik bir boyut kazandırıyor olup bitenlere... Yazılandan veya çizilenden iki boyutlu bir şekilde algılanan karanlık yıllar, orada, yerinde, çok boyutlu olarak insanın kafasına, tabiri yerindeyse, dank ediyor!
Yalnız Polonya’da değil, Avrupa’nın ya da Rusya’nın her köşesinde yüzyıllardır, “Damdaki Kemancı” misali hassas dengeleri gözeterek yaşayan Yahudi toplumunun ayak izlerini sürmek bambaşka bir duygu. Varşova’nın kuzeydoğusundaki küçük Tykochin köyünde biz buna tanık olduk… Yahudi dini ve kültürel yaşantısının zenginliğini , onların evlerini, alışveriş yaptıkları pazar yerini, sinagoglarını gördük… Ve sonra da, SS’ler tarafından seçime tabi tutuldukları meydanları, ölüme götürüldükleri yolu, kurşuna dizildikleri ormanlık alanı ve cansız bedenlerinin üst üste atıldığı toplu mezarları gördük… Birer ölüm fabrikası haline getirilmiş toplama kamplarını gezdik ve insanları yok etmenin teknolojik boyutunun farkına vardık… Ne kadar dehşet verici! Ne kadar korkutucu!
Holokost’u duymayan yok… Çok konuşulan ancak konuşulduğu oranda bilinmeyen, veya algılanamayan veya farkında olunamayan bir süreci ifade ediyor Holokost… Antisemitizmin, ırkçılığın, kendinden olmayanı, kendi gibi düşünmeyeni saf dışı bırakma arzusunun tepe noktası bir süreci kastediyor. Bu sürecin emarelerini ne yazık ki bugün dahi değişik toplumlarda veya toplumların belirli katmanlarında görmek mümkün.
Siyasetin tetiklediği, terörün desteklediği ırkçılık ve bunun kopmaz bir parçası olan antisemitizm ne yazık ki, Yahudi soykırımına ev sahipliği yapmış Avrupa’da yine var… Bir yanda neo Naziler eskiye olan özlemleri ile varlıklarına anlam katıyor; öte yanda ise, Ortadoğu kaynaklı İsrail düşmanlığının beslediği fanatizm, antisemitizmin yükselen trendi olarak öne çıkıyor. Oysa düşmanlığın refah getirmediği, aynı coğrafyayı paylaşanların husumet yerine geliştirecekleri birlikteliklerden herkes için fayda çıkacağı açıkça belli değil mi? Bunun için birey ve toplumların birbirlerini tanımaları, sabit fikirlerden arınarak birbirlerini dinlemeleri, egolarını bastırıp kapılarını birbirlerinden etkilenmeye açık tutmaları gerekmez mi?
Birkaç gün önce gazetelere düşen bir haberde Fransa’nın Marsilya kentinde 22 yaşındaki bir genç kızın telefonunu gasp etmek isteyen Ortadoğu kökenli birkaç gencin, kızın boynundaki Hai harfini gördükten sonra, onu dövdükleri, kolyesini koparıp aldıkları ve karnına bıçak ile bir gamalı haç yaptıklarından söz ediliyordu. Kardeşlik, eşitlik, özgürlük gibi fikirlerin beşiği Fransa’da yaşanan bu olay bir hayli düşündürücü… Ancak daha da acı olan, olay sonrası basına yansıyan tepkiler… Bir yanda yerel otoritelerin, 6 Mayıs’ta yapılacak cumhurbaşkanlığı ikinci tur seçimleri öncesinde bu tür bir eylemin yaratacağı olası etkilerden kaçınmaları, öte yandan, mağdurun anlattıklarının bir senaryo mahsulü olduğu yönündeki görüşler… Ve yaşananlar!  Ne dersiniz, yoksa tarih geriye mi sarılıyor?