Kalbimde cam parçaciklari var

Yakir MİZRAHİ Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Ne denir ki... Herkesin yüzü düşmüş, herkesin kalbine cam parçacıkları saplanmış, herkesin akıtmak istediği gözyaşları dışavurulamamış... Arkadan vuranların pişman olmadıkları, düşüncelerin özgürce ifade edilemediği, ifade edildiğindeyse başa neler gelebileceğinin öngörülemediği bir coğrafyada yaşam savaşımızı vermiyor muyuz? Bu ülkede gazetecilik yaptığı için hayatından olan daha kaç kişinin ölüm haberini izleyeceğiz? Cinayetin ardından Osmanbey ve Taksim’de toplanan kalabalık, Ecevit’in vefatının ardından Ankara sokaklarını çevreleyen kalabalığa ne de benziyordu, farkında mısınız? Neden bir olaya tepki verebilmek için önce testinin kırılmasını bekliyoruz? Susurluk’un ardından milletçe “Aydınlık için bir dakika karanlıkta” kaldığımız günlerin üzerinden kaç yıl geçti, kim bilir? Güdülmeye alışık bir toplum olarak ne zaman kendimizi güttürmeyeceğiz? Sadece cenaze için toplandığımız zamanlarda mı?
Spor sayfasında yazı sırasının bu hafta bende olduğunu biliyordum. Ve bu ay içerisinde 10 günlüğüne gittiğim Antalya’dan izlenimler yazmayı düşünüyordum. Öyle ya, değişik bir deneyimdi benim açımdan. Tüm takımların kamp için yolunu tuttuğu şehirden manzaralar yansıtmayı, sabah güneşlenen insanların akşam nasıl bere, atkı ve eldivenle dolaştığını satırlara dökmeyi tasarlıyordum. Takımıyla kamp için geldiği Antalya’da Türk basınından hiç kimseye özel röportaj vermeyen Hollandalı eski dostu nasıl ikna ettiğimi ve onunla yaptığım söyleşinin genel havasını anlatacaktım. İnsanın “34” nolu plakadan uzaktayken dinlediği “İstanbul İstanbul Olalı” şarkısından ne derece etkilendiğini vurgulayacak, Süper ligde top koşturan oyuncularla yaptığım röportajların ilginç anlarını aktaracaktım. Attığı golle Trabzonspor’u şampiyonluktan edip, takımını şampiyonluğa taşıyan ve karşılaşmanın ardından “bu gole maalesef çok fazla sevinemiyorum, Trabzonlu oyuncuların yerinde olmak istemezdim” deme dürüstlüğünü gösterdiği için çok sevdiği kulübünden ayrılmak zorunda bırakılan futbol adamının, adamlığının altını çizecektim. Türkiye’de top koşturan iki ünlü Kolombiyalı kalecinin tavır yönünden farklılığını  gözlemleyebildiğim kadarıyla yazmaya çalışacak, Antalya’da yaptığım onca röportajın deşifresinin ne kadar zor olacağını belirtecektim. İstanbul’da gündüz yanan, gece sönen sokak lambalarının Antalya-Belek yolunda hiç var olmadıklarını yazacaktım. Ta ki...
Ta ki... Kalbime cam parçacıkları saplanana kadar... Ta ki... Birçoğumuzun “olay mahalli”nden hayatının bir döneminde yürüyerek geçtiğini hatırlayana kadar... Ta ki... Normal zamanda kahkaha atacağım olaylara sadece gülümseyebildiğimi farkettiğim ana kadar... Ta ki... Şu satırlarda şu anda spor yazmanın anlamsızlığını kavradığım ana kadar... Ta ki... O yol üzerinden her geçişimde kornaya bir kez basarak “bu menfur saldırıya kişisel tepkimi vereceğim” andını içene kadar...