Osmanli ve Yahudi izleri...

Ester YANNİER Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba
Bayram tatilinden yararlanarak yollara düştük… Bu kez istikamet Selanik idi… İlk kez arabayla yurt dışına çıktım. Bunun da keyfi bir başkaymış…  yoldan geçerken hoş bir yer gördün dur. Az ilerle, burası da çok güzelmiş dur, bir kahve iç… Varacağın yer kaçmıyor, otelde de rezervasyon yapılmış  nasılsa…
Öğle yemeğinde tesadüf bu ya bunca yol gittikten sonra tanıdıklarla rastlaş… “biz kısa yoldan geldik, siz kaç saattir yoldasınız?” muhabbeti… ilk konaklama yerimiz Kavala’ya varıncaya kadar daha önce gidenlerin tavsiye ettiği yerlere uğranmaz mı?
İskeçe yani Xanti bu duraklarımızdan biri… arabayı park etmek isterken bize yardımcı olan adam plakayı görünce “gel abii, sağ yap gel serbestt, tamam dur”  deyiverdi. Türk mahallesi, varmış buralarda… Görmeden geçilmez… bir yokuştan yukarı çıkıyorsunuz  Anadolu’nun bakımlı turistik yerlerinden birindeyiz adeta… Sokakta oyun oynayan çocuklar dahi Türkçe konuşuyorlar. İşte Silivri’de gördüğüm eski evlerin bir benzeri en ilginç yanı ise sokağın adının “Silivria” olması. Burada bir kahve molası daha…
Kavala’daki otelimize varınca eğlence bir başka, tur olsa bu kadar kişi aynı yerde kalmazdı…
Şehirde küçük bir araba gezisinden sonra  Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalan yerlere ulaştık. Sultan Ahmet’teki Caferağa Medresesi’nin benzeri otele dönüştürülmüş. Müşteri değilseniz içeri giriş yasak…
Arabamızın plakası otopark sorumlusuna kopya verdi  yine. Parkın saat kaça kadar açık olduğunu Türkçe söyledi. Sabah saatlerinde olmamıza rağmen “iyi akşamlar” demesi mühim değildi…
 Kahve kolik olunca Yunanistan cafe cenneti sayılıyor. Ben Türk Kahvesi dedikçe onlar Greek Coffee’de ısrar ediyorlar… kahve aynı, fincanı aynı, işlemi aynı, sadece ülke  farklı… Bir de Fredo’ları var elbette… Bazı yemeklerin isimlerinin benzerliklerine değinmeme gerek yok, yalancı dolmamıza dahi kendilerine özgü benzer bir isim uygun görülmüş…
Kavala’da geçirdiğimiz saatler sonunda Selanik’e  doğru yola çıkma vaktimiz geldi. Selanik’te  gidilecek ilk yer elbette ki Atatürk’ün evi, Türk Konsolosluğu’nun  bahçesinde bulunan  ünlü üç katlı pembe ev… konsolosluk yetkilileri bayramlaştıktan sonra evi gezdirdiler. Evde Atatürk’ün ailesinden sonra başkaları yaşadığı için eşyalar korunamamış. Atatürk’ün fotoğraflarda gördüğümüz giysilerini  görmek, farklı duygular uyandırıyor insanda… 
Bildiğimiz kadarıyla Selanik’te II. Dünya Savaşı öncesine kadar ciddi bir Yahudi nüfusu vardı. Haritadan takiben yollara düştük sinagogu bulduk bulmasına da küçük bir detay atladık… izin almadığımızdan, sinagoga giremedik.  Çare yok! Yahudi müzesi var oraya yöneleceğiz… Selanik Yahudi cemaatinin arşivlerinden oluşturulmuş II. Dünya Savaşı öncesi Selanikli Yahudilerin yaşamlarını anlatan ve ilk kez sergilenen “With Their Own Words"   başlıklı bir sergi var.  Müze’de fotoğraf çekmek yasakken , (benim için) ağlamak serbest…  18ᇁ yaş arası Yahudi erkekleri topladıkları  “Black Shabbat”ın fotoğrafı önünde özellikle… Resim altlarına  göz attığımızda hep bildik soyadlarına rastlıyoruz…
Müzenin sorumlusu, günümüzde Selanik’te  bin kadar Yahudi kaldığını aktardı satır arasında…
Şehirde dolaşırken hafif sararmış yapraklar arasında hoş bir yerde  günün bilmem kaçıncı  kahvesini içelim dedik. Türkçe konuştuğumuzu duyan  bir beyefendi yanımıza gelerek bu kez yalın bir Türkçeyle “buyurun buraya oturun” dedi. Cafenin sahibiymiş 30 yıl önce Heybeli ada’dan göç etmiş (Heybeli adalılar belki tanır Rus Bahçıvanın oğluymuş). Cafesinin adını da hemen meydanda bulunan Yahudi hahamından esinlenerek “Haham” koymuş… Böylece Selanik’te ilk kez ince belli bardaklarda demli çay içtik ve belki de çok kere şehri ziyaret etmiş birçoklarının yerini dahi bilmedikleri tadilatta olan tarihi Mikve’nin yerini keşfettik…
Diğer tarihi yerleri gezmeyi bir sonraki Selanik ziyaretimize bıraktık.
Selanik’te başka ne mi vardı? Tüm şehir sakinlerinin oturabilecekleri kadar sonsuz sayıda cafe…