Çarkin dişlileri sağlam dönmeli

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Son dönem cemaat yönetiminin getirdiği en önemli yeniliklerden biri, her ayın belli günlerinde yapılan ‘bireylere açık’ toplantılar oldu. Başkan ve diğer yetkili kişiler, sorusu, merak ettiği veya danışmak istediği konusu olan her cemaat bireyini yanıtlamaya hazır.
Sözkonusu girişim ne denli başarılı oldu? Bugüne dek çok az sayıda başvuru yapıldığını biliyoruz. Kısacası, sonuç beklendiği gibi olmadı.
Peki, cemaat yönetimi daha ne yapabilir? Kanımca, bu girişimden asla vazgeçmesin. Hatta çeşitli forumlarda daha iyi duyurmaya çalışsın. Zira, senelerdir ‘merdiven altı’ kulisleri yapmaya alışmış insanların birdenbire şeffaflık politikasına  uyum sağlamaları zaman alır. Hepsinden öte bireylerin yönetime ‘öteki’ gözüyle değil güvenebilecekleri kişiler olarak bakmalarını sağlamak gerek. Yoksa, sorular veya sorunlar bir kısır döngü olarak kalmayı sürdürür.
Oysa ki, çarkın dişlileri her daim sağlam dönmeli.
* * *
Gerek konumum, gerekse her gün gazetede bulunmamdan ötürü her gün birçok kişiyle görüşürüm. Birçoğu doğrudan gazeteyle ilintili değildir. Kimi kitap almaya, kimi abonmanını yenilemeye, kimi ise: “Yolum buradan geçiyordu, beş dakika uğradım” deyip, “siz muhakkak bilirsiniz”le başlayıp dert anlatmaya başlayanlardır. Sağolsunlar, hep gelsinler. Ancak, çoğu kez, soruların yanıtları bende/bizde değil. Doğru mekan, doğru yanıt ‘bireylere açık’ toplantılarda. Oysa ki, kişi güvendiği birilerine gelerek içini dökmeyi yeğliyor.
Son üç gün içinde ofise gelip anlatılanlardan birkaç örnek. Belki ilgili birimlerin de dikkatini çeker.
Roş Aşana Kipur arasında Akmerkez yöresinde ziyara yapmak isteyen orta yaştaki birkaç yahid, mekandan üzüntü içinde geri döndüler. ‘Artık, yitirdiklerimizi ziyaret edip, bir dua bile okuyamıyoruz. Gömü yerine değil ulaşmak, uzaktan görmek bile mümkün değil. Bu ne biçim anlayış. Orayı bu hale getirenler kim?’
 Sezon başında cemaat bireylerine ulaşan ‘Günlük Yaşam Kılavuzu’ (Sidur) oldukça yapıcı bir girişimdi. Tabii, herkese eşit davranılabilseydi daha sevindirici olurdu. Nitekim, kitabın kendilerine ulaşmadığını farkeden iki bey, ilgili birimi arayıp bir açıklama istediler. Verilen yanıt, 70 yaş üzeri yahidlere yollanmadığıydı. Aynı şekilde, kendilerinden beklenen yükümlülüğü her zaman yerine getirmiş olan kadınlar da kitaptan muaf tutuldular. Bu Amida duası, değil ki, kadın bir yukarı bir aşağı yollansın. Diğer yandan, okumaya vakti daha müsait olan 70 yaş üzeri erkekler ise, ‘sakın ola ki, aynı birim, zamanı geldiğinde bir telefon açma lütfunda bulunmasın. Ne de olsa yetmiş üzeriyiz’ diyorlar...
Kitap almaya gelen bir beyefendi, ısrarla benimle görüşmek istediğini söyleyince yanına gittim. Bazı insanların sohbeti gerçekten farklıdır. Keyifli bir hoş beşten sonra, “Sadece bir dost olarak dinleyin. Yaşadığım olay beni o kadar yaraladı ki, herkese anlatıyorum” dedi. Ve devam etti: “Torunum Tal, iki ay önce doğdu. Sevinçli ve gururlu bir dede olarak, Brit-Mila’yı yapmak için Beki L. Behar’ın “Çan, Ezan, Hazan” şiirini yazdığı mekanın yöneticileriyle görüşmeye gittim. Konu ikramların yapılacağı kurum seçimine gelince, istenmeyen gelişmeler oluştu. On beş gün öncesinde, bir başka ailenin, arzu ettikleri gibi bir Brit-Mila yapmış olmasını da umursamıyorum. Ama sıradan bir yahid olarak ben de torunumun Brit-Mila’sını yapmak, sonra da konuklarımızı arzuladığım şekilde ağırlamak isterdim. İnsanların seçim hakkı olmalı. Kurumlar arası rekabet onların lehine olmalı, aleyhine değil.”
Ben beyefendiyi bir gazeteci olarak değil, bir dost olarak dinledim. Yoksa, farklı hareket etmem gerekirdi. Ama sonuç üzücü. Brit-Mila tabii ki yapıldı. Ama, Teva yerine Ulus Parkı’ndan aşağı giden bir mekanda. ‘Ne kazanıldı?’  Yaşlılarımız / ihtiyaçlılarımız bir ‘girdi’den yoksun kaldı; yüreği buruk bir dede; kendini  ikinci sınıf muamelesi yapılmış hisseden bir aile; ve de olaydan birkaç gün sonra tesadüfen, ‘Sidur’un yollandığı birimden telefonla aranan dedenin verdiği cevap...
* * *
Evet, ben artık gazete sayfalarına dönmeliyim.