Mikonos`da güneş, İstanbul`da seller...

Joelle PİNTO Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba
TEM’den eve dönerken hızla yağan yağmurla savaşıyorum.  Sileceklerim son hızla çalışırken, delicesine yağan yağmur sanki bana meydan okuyor.  Bir yandan eskiyen arabamı değiştirdiğim, diğer yandan Şalom’daki dışhaberler toplantımız iptal edildiği için şükrediyorum.  Bir an evvel evime varmak istiyorum.  Ayaklarım üşüyor, moralim bozuluyor.  Dün Mikonos’un keyifli plajlarında denize girerken, bugün Nişantaşı’nın sokakları ufak bir göle benziyor.  Moralimi bozmamak için son dört günümü geçirdiğim keyifli adayı düşünüyorum; Mikonos’u…
Mikanos’daki ilk sabah kendimi plaja atıyorum.  Türkuaz rengi deniz ve altın sarısı kumlar adayı ilk günden sevmem için yeterli. Komforlu yataklar ve Mikonos’un karakteristik saman şemsiyelerini görünce içimi bir huzur kaplıyor. Belki de fazla Türkçe duymadığım için sonunda tatilde olduğumu hissediyorum; etrafım Yunanlı, Amerikalı, İspanyol ve İtalyanlarla dolu…taaki Psarou Beach’e gidene kadar.
Psarou beach Mikonos’un en şık ve en “in” plajı.  Ünlülerin uğrak yeri olan bu plaja her isteyenin girememesi ilgimi çekiyor.  Türkiye’deki ünlü gece klüplerin önünde beklenen kuyruklarda olduğu gibi “Yardımcı olamıyoruz, beyefendi” durumu. Neyseki bizim başımıza böyle bir durum gelmiyor ve hemen içeri giriyoruz. Psarou gerçekten güzel bir plaj.  Türkuaz, serinletici denizi, komforlu şezlongları ve N’ammos adlı ünlü lokantasından şezlonglara her türlü yiyecek ve içecek servisi yapan güleryüzlü garsonlarlıyla ünlü. Geçenlerde  David Bechkam’ın geldiği söylentileri dolaşan plajda ben Beckham’ı görmedim ama bol bol Türkçe duydum. 
Türkiye’de de çok güzel plajlar ve koylar olmasına rağmen, tüm dünyadan insanları Mikonos’a çekenin ne olduğunu düşündüm. Benim cevabım; rahatlık. En şık plajda bile  istediği kıyafeti giymenin, Bodrum’un müdavim bayanları gibi aynı günde 3dž değişik bikini giymek zorunda olmamanın, beline bir pareo sarıp otelden çıkabilmenin, sadece 34 beden değil, 40 bedenden büyük kadınların da özgüvenle plajda gezebilmesinin, isteyenin istediği saatte plaja gelebilmesinin, geç saate kadar plajda kalabilmesinin, trafik  sorunu olmamasının verdiği rahatlık.  Serin türkuaz suların, neredeyse öğlene kadar uyuyup, öğleden sonra plajda yer bulabilmenin; evli, bekar, genç, yaşlı herkesin birkaç gün tatil için önyargıdan uzak, bir arada eğlenebileceğini bilmesinin verdiği rahatlık…
Güzel geçen her tatil gibi, Mikonos’daki dört günüm de çok çabuk geçti.  Anlatıldığı gibi saat 4’de öğlen yemeği, saat 11’de akşam yemeği yedim, geceleri horozlar ötene kadar dolaştım ve bu keyifli adanın tadına vardım.  Gece hayatı ve yemek konusuna bir sonraki yazımda değinmeyi düşünüyorum.  Mikonos, bir sayfaya sığmıyor…
* * *
Çocukluğumda incir ağaçlarından nefret ederdim.  Büyükada’da bahçemizde bulunan  incir ağaçlarının meyvelerinin olgunlaşması, okulların açılması demekti.  İncirler olgunlaştıktan bir hafta sonra valizler toplanır, göçcüler gelir, İstanbul’a dönülürdü.  Çocukken incir ağacını protesto ettim ve neredeyse liseye kadar ağzıma incir sürmedim. Çünkü benim için incir demek, yazın bitmesi demekti.  Şimdiki evimizde incir ağacı yok ama… ne yazık ki incirler olgunlaştı.