Maden 1

Joelle PİNTO Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Çocukluğunda Büyükada’ya aşık, lise yıllarında Ada hayatından sıkılıp her fırsatta İstanbul’a çıkan, üniversiteyi bitirip iş hayatına atıldıktan sonra ise Ada’nın kıymetini bir kez daha anlayan biri olarak, yazları haftasonlarımı Büyükada’da geçirmeyi severim.
Bu sene siftahı geçtiğimiz hafta sonu yaptım.  Düğün, dernek, fuar, davet derken Temmuz’un ortasını buluverdim. 
Her sene Büyükada’ya ayak bastığım ilk gün beni bir heyecan sarar.  Seneler önce geçirdiğim bir fayton kazasından dolayı at arabasından çok korkmama rağmen, elimde ağır bir çanta olduğu ve evim Maden’in sonlarına doğru olduğu için mecburen faytona binerim.  Fayton yolculuğum sırasında çocukluğumdan beri değişmeyen evleri ve Büyükada’ya özgü çiçekleri seyrederek hem adaya geldiğime sevinir, hem de kafamı dağıtırım. 
Madenli olanlar bilir; Büyükada’nın Maden Bölgesi’nde olan çocuklar  Nizamlı veya günlerini  klüplerde geçiren çocuklara göre biraz daha asosyaldir.  Çocukluğum, üç samimi çocukluk arkadaşımla çok mutlu ama biraz asosyal geçti.  Dördümüz neredeyse hergün ikisi kardeş olan arkadaşlarımla, Büyükada belgesellerinde çoğu zaman gösterilen büyük beyaz evin uçsuz bahçesinde oturur, oyun oynar, güler, çeşitli ağaçlardan meyveleri yıkamadan yer ve yorulunca dondurmacı Yunus’un gül şeklindeki dondurması için kapının önünde beklerdik. İçi çikolatalı, orta kısmı şeftalili ve dışı vişneli olan, sorbeyi andıran adaya özgü bu dondurma, benim için hala dünyanın en lezzetli dondurmasıdır. 
Madenli asosyal dörtlü, yaşları büyüdükçe yeni arkadaşlar edindi. Çekingenliğimizi kırdık ve mutlu Büyükada günlerine, mutlu Büyükada gecelerini de ekledik. İskeleden, klüpten, arkadaşlardan dönüşte yine kendimizi Maden 1’in önünde bulduk.  Maden 1, bir yaşından 20 yaşına kadar yüzlerce kez oyunlara, dedikodulara, ıhlamurluktaki keyifli gece sohbetlerine şahit oldu.  Arkadaşlarımın evinin büyük bahçesi, benim için, vapur, iskele, Anadolu Klubü ve Yunus’un dondurması gibi adanın bir sembolü oldu.
Yıllar sonra Maden 1 satıldı.  Bu sene adaya ilk ayak bastığım gün bahçenin içine üç büyük bina ve bir havuz yapıldığını gördüm.  Çocukluk ve gençlik anıları da o anda o bahçedeki büyük palmiye ve meyve ağaçları gibi kesildi.  Belki de olaya duygusal açıdan yaklaşmamak lazım, ancak adanın en güzel evlerinden birinin yerini, birbirine neredeyse yapışık dört evin inşa edildiğini görmek üzücü.
Adalı olmayanlar, Prenses adalarında geçirilen yaz günlerinin, Ada halkının neden hoşuna gittiğini bir türlü anlayamazlar.  Ne de olsa denizimiz pistir, sokaklarımız at pisliğiyle doludur, ve yapacak “hiçbirşey” yoktur.  Tabii ki, her yer gibi, ada arkadaşlarla güzel.  Hala birkaç arkadaşım adaya gitmeseydi herhalde ben de gitmezdim. Daha doğrusu. Yine de ara sıra... balkonda Sedef Adasını seyrederken arkadaşlarla kahvaltı etmeyi, kahvemi içerken bir yandan gözümün ucuyla geçen vapurları takip etmeyi, akşamları iskeleden geçerken “saat altı gençliğini” görüp “bizden geçti” demeyi, sabahları martı sesleriyle uyanmayı ve “hiçbirşey” yapmayı seviyorum.