İşte öyle birşey...

Yakir MİZRAHİ Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Bir taraftarın öyküsüdür okuyacağınız... Bu köşeden nadiren sarı-kırmızı kalemiyle yazan, şampiyonluk öyküsünü kendine has yaşayan birinin yazısı... Günlerdir okumuş olduğunuz şampiyonluk hikâyelerine hiç benzemeyen ama % 100 gerçek, mutluluk ve gözyaşının bir arada olduğu, "aile boyu" bir yazı benimkisi...
11 Mayıs 2006 Perşembe... Saat 09:50... Galatasaray-Kayserispor maçına bilet almak için Cevahir Alışveriş Merkezi’nin önünde sırada bekliyorum, çalışanlar içeri girerken şaşırmaktalar "ne bu kuyruk" diye... 10:02... Kapıların açılmasıyla beraber, arkamda yaklaşık 75 kişi, dünyanın ikinci büyük alışveriş merkezinde Biletix gişesine doğru 200 metrelik müthiş bir depar atıyoruz... Renk aşkı bu mudur acaba? Antrenmansızım ama "müthiş" deparım sonrasında "nefes nefese" yedinci sıradayım. 10:45... Önlerde olmak ne fayda, karaborsacılar sağolsun; kapalı alt tribüne "ancak" bilet alabiliyorum... 11:30... Maça beraber gitmeyi düşündüğüm babama sürpriz yaptığımı ve ona iki bilet aldığımı söylüyorum: "N’olcak şampiyon mu olacağız ki" diyor, "olsun ben yine de onları alkışlamaya gideceğim" diye cevaplıyorum... "Çıkmamış candan ümit kesilmez" hesabı... 
14 Mayıs 2006 Pazar... Saat 12.30... Galatasaray marşlarını ezbere bilen 4,5 yaşındaki yeğenim Alp’in maça geleceğini o an öğreniyorum. Endişeleniyorum... Çünkü stad çok kalabalık olacak; ilk defa maça gidecek bir çocuğun kalabalıktan, tezahüratlardan ve de Ali Sami Yen Stadı tuvaletlerinden ürkmemesi hayâl ötesi birşey... 14:30... Televizyonda maç öncesi yapılan "fasafiso" yorumları dinliyorum, "desperate houseboy" gibiyim... Şampiyonluk ümidim yerlerde... Ara ara "acaba olur mu, bir mucize gerçekleşir mi" diye hayal kuruyorum kendi kendime; dalıyorum bir güzel, annem uyandırıyor: "şu kanalı çevir artık istersen"...  
Saat 17:15... Üç kuşak birden ilk kez maça gidiyoruz. Virüs çok fena sarmış vücutları... Yolda giderken Alp’e soruyorum: "şampiyon kim?"  "Cimbom" diyor tüm inancıyla... Babamla ben birbirimize bakıyoruz, gözlerimizden çıkan cümle: "ne yapsın daha küçük, farkında değil çok şeyin..." 17:30... Uzun bir aradan sonra kavuştuğum hasretliğimle beraberim; Ali Sami Yen ile... 17:45... Statta marşlar çalınırken, assolistimiz Alp seslendiriyor: "Sana göre tesadüftü, bize göre söke söke... Sen rüyanda göremezsin, kupa bizim müzemizde"... 19:00... Maç başlıyor, Alp babamın omzunda... 19:18... İliç’in golü geliyor ama çok fazla sevinemiyorum, göbek bağım fazla uzun değil. Keza yarısı Denizli’de... 19:35... Heyecandan unutmuşum, Alp’i kendi omzuma alıyorum; babam birşey demiyor ama omuzları çökmüş gibi, yıllar ile alâkalı olmasa gerek...
Saat 19:45... Devre arası oluyor... Kendi aramızda konuşuyoruz, şampiyon olursak ne olur diye; iki maç da böyle biterse 45 dakika sonra şampiyonuz: "Aman Allahım"... 20:05... İkinci yarı başlıyor, heyecanlıyım ama etrafa çaktırmamaya çalışıyorum. Bu dakikadan itibaren cevabını birinci tekil şahsın verdiği soruları kendime yöneltiyorum durmadan... "Kopenhag’dan sonra ikinci defa hacı olur muyum bu maçta? - Keşke... Şampiyon olabilir miyiz acaba? - Yok ya, en kötü ihtimal Denizli kendi kalesine bir gol atar, şampiyon olamayız..."
20:25... Alp’e üçüncü defa soruyorum "tuvalete gitmek ister misin" diye... Cevap yine red, sanki daha önce o ürkütücü tuvaletlerin halini görmüş küçük bey... 20:38... Şampiyon mu oluyoruz ne?... 20:45... Adnan Polat geliyor aklıma... 20:47... Tam arka sıramda maçı dinleyen radyolu abi "yemin ederim" herkesten önce "goooooooool" diye bağırıyor, üstüne atlıyorum sevinçten... 20:48... Nasıl başladığını hatırlamıyorum, 5 dakika boyunca titreyerek ağlıyorum, hiç durmadan... 20:53... Alp niye ağladığımı sorarken babam cevaplıyor: "İnsanlar sadece üzülünce ağlamazlar, sevinince de ağlarlar. Dayın sevinçten ağlıyor..."Hani bir yağmur yağar da bazen... Son 16 dakika... Geçmek bilmiyor!... Dakika ve skor için mikrofonlarımız arkadaki radyolu abide... Ne yaptığımı bilmiyorum, en safı, en günahsızı -yeğenimi- öpüyorum durmadan şans getirsin diye... Hani gök gürler ya arkasından... 21:09... Arkamdaki abi "şampiyonuz" diye haykırıyor; ben de onu ne kadar çok sevdiğimi... Hani şimşekler çakar peşinden... İnanamıyorum...
28 Mayıs 2006 Pazar... Yazıyı yazıyorum... Duygularımı hâlâ anlatamıyorum... İşte öyle birşey...