Non-figüratif bir öykü

Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Yakup ALMELEK


Emekliye ayrılmış olan ve kendi de resim yaptığı için toplumun bu konuda da beğenisini kazanan devlet adamlarımızdan biri Picasso’nun bir resmi karşısında  ‘’bunda ne var, bunu ben de yaparım’’ demiş. Şüphesiz haklıdır ancak şunu da teslim etmek gerekiyor Picasso o tür resmi herkesten, çok önceleri düşündü ve bir akımın gelişmesine katkıda bulundu.
Peki, o resmin özelliği nedir? İzlendiğinde doğallığı eş bir deyişle görüneni çağrıştırmıyor. Betimsel değil. Tabiatı kopya etmiyor. Fotoğraf gibi gördüğünü sunan bir yapısı yok. Soyut sanata ait.        
Soyut sanata non- figüratif demek de olası. Ağaç ağacı andırmayabilir. İnsan yüzü de bakıldığında bambaşka bir şekil sunabilir. Neden? Sanatçının beyni üretirken yaptığını, gördüğünden soyutluyor da ondan.
Görsel sanatlardaki bu yönseme (eğilim) yazım sanatının öykü veya hikâye türüne yansıtılamaz mı? Olasılıklar çok.
Bir örnek yaratmağa çalıştım;

Bir mektubun başına  gelenler
Mektubun sahibesi o mektuba aşırı düşkündü. Elinden çıksın, başkasına gitsin istemiyordu. Gücü yettiğince mücadele edecek ve o değerli kâğıdın kendinde kalması için ne yapılabilinirse yapacak, ne edilebilinirse edecekti.
Çareler üretmeğe başladı.
Bir mektup zarfın içine konulup takdim edilirdi. Usul öyleydi ancak o gelenekleri pek sevmez kendi başına buyruk olmayı yeğlerdi.
Mektubu zarfın içine koymayı unuttu.
Ertesi gün mektubu zarfın içine koymayı hatırladı ancak zarfı masanın üzerinde unuttu.
Gece oldu, karanlık geldi, karanlık gitti, güneş doğdu. Zarfı hatırladı, aldı çantaya koydu. Bu kez valizi sofada unuttu.
Arabaya bindi. Araba gitti gitti. Arkadaşının evine geldi. Ne görsün ki, valiz evde kalmamış mı?
Çok üzüldüğünü söyledi kendi kendine. Kader utansındı. Onun kusuru yoktu. Döndü vardı eve, aldı valizi, koydu arabaya kendi elleriyle. Bu kertede arabaya binmeyi unuttu.
Ah vah dedi Tanrı benim bu mektuptan ayrılmamı istemiyor yoksam bu kadar çok kez aklımdan çıkar mıydı?
Arabaya bindi, araba yürüdü yürüdü. Arkadaşını buldu. Kucaklaştılar. Ona mektuptan da bahsetti. Ben gidiyorum, mektubu sen ulaştır dedi ancak arkadaşı bir milyon gaile içinde mektubu hatırlamadı.
Mektubu mu anımsayacak binlerce düşüncenin denizinde yüzerken.
Bırak ne yaparsa yapsın, ne ederse etsin.
***
Saçları kırlaşmış adam ağır ağır adımlarla tren istasyonuna vardı. Bekleyen trenin makinistine sordu. "Evladım, benim için buraya bir mektup bırakılacaktı, sizde mi, o mektup?"
Makinist bıçkın bir delikanlıydı "Hayır babalık" dedi. "Bırakılmadı"
Saçları kırlaşmış adam bozuldu babalık sözcüğüne. "Bana babalık demeniz, sizin nefsinizde ayıp kaçmıyor mu"?
Bıçkın delikanlı "Ya ne deyecektik, analık deseydik daha mı okkalı olacaktın, hem de neye ayıp kaçsın ki ! Ayıp dediğin şey yorgan altında olur. O dediğinden burada ne gezer!’’
Saçları kırlaşmış adam kızgınlığını belli etmeden düşündü, “Bunlar gibilerine en iyi cevap susmaktır.’’
Peronlarda başka trenler de bekliyordu. Adam aynı suali onlara da yöneltti. ‘’Evladım benim için size bir mektup bırakıldı mı? ‘’
Kimse ona “Sen kimsin ki sana mektup bırakılsın’’ demedi. Demeğe gereksinim duymadı. Ciddiye bile almadılar. Peki, O, önemsenecek bir kişi değil miydi?
Peronda sıralardan birine oturdu. Gülmeğe başladı. Neye güldüğünü salt kendi biliyordu.