Bit pazarina nur yağiyor

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Hepimizin bildiği bir özdeyiş vardır: ‘Eskiye rağbet olsa, bit pazarına nur yağardı’. Çokça kullandığımız bu cümle, zamanın ilgi ve duyarlılığına orantılı olarak, farklı bir boyut kazanmaya başladı. Sefarad Yahudileri’nin yüzyıllardır muhafaza ettiği; kimi zaman gündelik lisan olarak konuşulmuş; kimi zaman ‘ikinci sınıf vatandaş’ kapsamına girmiş bu dil birkaç sene öncesine kadar ‘unutulmaya yüz tutanlar’ arasında yerini almaya başlamıştı.
Taa ki, dünyanın farklı ülkelerinde üniversitelerde akademik düzeyde ele alınmaya başlanana dek. Uluslararası sempozyumlar Judeo-Espanyol’un yeniden dirilişine ciddi katkılarda bulundu. Her ne kadar akademik boyutta çalışmalar elzemse de, halk dilinde konuşulan Judeo-Espanyol’un otantik şekliyle korunması gerektiği inancındayım. Bu lisanın yaşaması için tek şans, genç neslin Judeo’ya ilgi duymasını sağlamaktır. İşte bu bağlamda, bit pazarına nur yağdı. Osmanlı - Sefarad Kültürü Araştırma Merkezi Sorumlusu Karen Gerson Şarhon’un çabalarıyla Cervantes Enstitüsü’nde sadece gençlerin katıldığı bir kurs açıldı. Her Perşembe 19:00ᆪ:00 arası Taksim’den Tarlabaşı’na giden yolun üzerindeki Cervantes’te yoğun bir ilgi ve bilgi birikimi yaşanıyor. Aldığımız duyumlara göre katılımcılar ders öncesi Cervantes’in arka sokağındaki bir cafede toplanıp ‘bilgilendirme’ düzeyinde sohbet de ediyorlarmış. Hatta dünyanın çeşitli ülkesinden 700 üyesi bulunan internet sitesi ‘ladinokomunita’ya bile yazıldılar. Gençlerin hızına ayak uydurmak kolay değil. İyi bir başlangıç oldu; dilerim kursların sayısı giderek çoğalır.
Bu haftaki yazım, Şalom’un diğer köşe yazarlarından esinlenen bir ‘potpuri’ye dönüşüyor...
* * *
Burnumuzun dibine kadar gelen fırsatları kaçırmayı adeta görev biliriz, nedense.
Woody Allen’ı Lütfi Kırdar’da izleyemedim. Fırsatı kaçırdım. Doğrusu herkes caz dinlemeye meraklı değil. Üstelik çoğumuz Woody Allen’ın muhteşem bir müzisyen olmadığını biliriz. Diğer yandan uluslararası üne sahip, kılıksız bir kılık, ama pırıl pırıl ayakkabılarıyla Lütfi Kırdar’ı dolduran bir insanı doğrusu merak eder, yalnızca görmek için de olsa giderdim. Anlaşılan telafi etmek için bir Pazartesi gecesi New York’ta Carlyle Oteli’ne gitmek lazım. Robert Schild’in dediğine göre, caz tutkunları oraya uğramazmış. Zarar yok, biz de rahat rahat dinleriz.
* * *
İzel Rozental’in bu sayımızdaki karikatürüne baktığımda tablo biraz sinir bozucu. 2006’da ekonomi daha da kötü olacakmış. Pek inanasım gelmiyor. Bunlar büyük olasılıkla ABD kaynaklı raporlardır. Bizde lodos beklerken poyraz çıkar. ‘Kriz çıkacak’ denir, etraf süt limandır. Etraf sakin sanırsın, kriz çıkar... Sayılarla da aram pek hoş değildir. Sonuçta, ya harcarsın, ya harcanırsın.
* * *
Nedenini bugüne kadar anlamış değilsem de, Dame de Sion’lu olmamama rağmen, okulun her kuruluş yıldönümünde evime bir davetiye gelir. Bu vesileyle, henüz davetiye almamış olan gerçek Notre Dame de Sion’lulara 22 Ocak’ta “Grande Salle”de buluşulacağını hatırlatayım.
 * * *
Önümüzdeki sayı Kurban Bayramı dolayısıyla gazetemiz yayınlanmayacaktır. Hepinize iyi tatiller, iyi bayramlar.