Web´den Seçmeler

• 70. yıl törenlerine Türkiye katılmışken, liderler buluşmasına dönen bu seneki 75. yıl anmasında bulunmaması Türkiye-İsrail ilişkilerinin ne derece ağır bir yara aldığını gösteriyor. Türkiye davet mi edilmedi, yoksa davet edildi de gitmemeyi mi tercih ettiğini henüz bilmiyoruz. Ama bu sorunun cevabı ne olursa olsun, ilişkileri yeniden tamir etmenin, iki ülke arasında güveni yeniden inşa etmenin, konu Doğu Akdeniz de olsa başka bir konu da olsa zor olduğunu gösteriyor. Geçici anlaşmalar yapılabilir, ticari ilişkiler devam edebilir ama zamanında Başbakan Tansu Çiller´in belirttiği gibi iki ülke arasındaki stratejik ilişkilerin yeniden kurulması bir hayli güç gözüküyor. Törende Türkiye´den siyasi lider katılımı yoktu belki ama Türkiye´yi törende diğer ülkelerin Yahudi toplumları gibi Türk Yahudi Toplumu Eş Başkanı Erol Kohen temsil etti. Karel Valansi – www.t24.com.tr

İzak BARON Diğer
29 Ocak 2020 Çarşamba

Bu Haftanın “Takılanlar”ı

  • HOLLANDALI PETER JOSEF SNEP’LE 2012’DE BİR ARAYA GELMİŞTİK.BİZE, GÖZLERİNİN ÖNÜNDE İNSANLARIN NASIL KURŞUNLANARAK ÖLDÜRÜLDÜĞÜNÜ, ‘KÖLE İŞÇİLERİN’ HANGİ KOŞULLARDA ÇALIŞTIRILDIĞINI ANLATMIŞTI

Soykırımdan kurtulan yaşlı insanların anlattıklarını ekran başında izlerken kendimi birden yıllar öncesinde buluverdim.

Berlin yakınlarındaki Sachsenhausen Toplama Kampı’nda, nazi döneminde Hollanda’daki Yahudileri İsviçre’ye kaçırırken babasıyla birlikte yakalanıp Sachsenhausen’e getirilen ve orada babasını kaybeden, annesi Alman, babası Hollandalı Peter Josef Snep’le 2012’de bir araya gelmiştik.

Bize, gözlerinin önünde insanların nasıl kurşunlanarak öldürüldüğünü, ‘köle işçilerin’ hangi koşullarda çalıştırıldığını anlatmıştı.

Tabii çocukların, kadınların, yaşlıların gaz odalarında can vermelerini, kendisinin ve ölümü bekleyen diğer insanların çektikleri acıları da.

Almanya’nın çeşitli kesimlerindeki okullarda öğrencilere yaşadıklarını anlatan Peter Josef Snep, 2016’da 95 yaşındayken öldü.

Geçtiğimiz yıl da Auschwitz’ten sağ kurtulmayı başaran Yahudi asıllı Margot Friedlaender’i tanıdım.

İkinci Dünya Savaşı sonrası Amerika Birleşik Devletleri’ne (ABD) sığınan ve 2010 yılından beri de yeniden 1921’de doğduğu Berlin’de yaşayan Margot Friedlaender de benzer anılarını anlattı.

Belli ki hâlâ ıstırap çekiyordu.

Ama günümüzün Almanya’sına da Almanlarına da kızgın ve kırgın değildi.

98 yaşındaki Margot Friedlaender, haftanın üç günü Almanya’nın çeşitli kesimlerinde okullarda öğrencilere insanlıktan nasibini almamış nazilerin ‘kara tarihini’ anlatıyor.

Dostluk, insanlık, hoşgörü dağıtıyor.

Ve “Asla bir daha Auschwtizler yaşanmasın!” diyor.

Ahmet Külahçı

http://www.hurriyet.com.tr/avrupa/nie-wieder-niemals-wieder-asla-bir-daha-hicbir-zaman-bir-daha-41427663

 

  • KENDİSİNE BU DENİZ ANLAŞMASININ ÇOK İYİ BİR STRATEJİK ADIM OLDUĞUNU SÖYLEYİNCE, “BEN BUNU 12 YIL ÖNCE YAZDIM” DEDİ VE EKLEDİ: “ANCAK BU ADIMIN ARKASINDAN ATILMASI GEREKEN BİR BAŞKA ADIM DAHA VAR” DEDİ. AYNI ANLAŞMAYI İSRAİL İLE DE YAPMAK

Her şey yılbaşından bir hafta önce yaptığım “Bana göre bu yılın 20 insanı” listesiyle başladı. O 20 kişi içine Libya ile yapılan deniz anlaşmasının fikri mimarı Tümamiral Cihat Yaycı’yı da koymuştum.

Tesadüf, yazının çıktığı gün Cumhurbaşkanı Erdoğan da bir açılışta yaptığı konuşmada ondan övgüyle bahsedince gözler komutana çevrildi.

O günlerde bir tanıdığımla birlikteyken bana komutanı tanıdığını söyledi.

Ben de kendisiyle tanışmayı isterim deyince hemen FaceTime’dan aradı ve kısa bir sohbet yaptık.

Kendisine bu deniz anlaşmasının çok iyi bir stratejik adım olduğunu söyleyince, “Ben bunu 12 yıl önce yazdım” dedi ve ekledi: “Ancak bu adımın arkasından atılması gereken bir başka adım daha var” dedi.

Aynı anlaşmayı İsrail ile de yapmak.

“Bunu yazabilir miyim” deyince “Bir mülakat olarak yazmayın ama ben bunu 10 yıl önce bir makalemde yazdım, ona atıf yapabilirsiniz” dedi.

Bunun 10 yıl önce yazıldığını da belirterek yazdım. Ama birçok yerde sanki bu sözleri ilk defa söylüyormuş gibi algılandı ve üzerine büyük bir tartışma başladı.

Ertuğrul Özkök

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ertugrul-ozkok/sayin-bakan-su-cizimleri-bir-de-esinize-gosterseniz-41426742

 

  • FİLİSTİN SORUNU, İRAN NÜKLEER PROGRAMI, TERÖR ÖRGÜTLERİ, YASADIŞI KİTLESEL GÖÇ HAREKETLERİ VE ANTİ-SİYONİST İDEOLOJİNİN MÜSLÜMAN TOPLUMLAR ÜZERİNDEKİ GÜCÜ GİBİ SEBEPLERLE, İSRAİL, BİR GÜVENLİK DEVLETİ OLARAK KALMAYA MAHKÛM DURUMDADIR

2 Mart 2020’de düzenlenecek olan genel seçim, İsrail’de bir yıldan kısa bir süre içerisinde yapılan üçüncü genel seçim olacaktır. Bu durum, İsrail’in bir demokrasi olduğunu teyit etmesi bağlamında önemli ve pozitif bir gelişme olmakla birlikte, çok partili ve dağınık siyasetin yönetimde istikrar anlamında sorun yaratabileceğini de göstermektedir. Bu nedenle, ilerleyen yıllarda, ABD ile çok yakın siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkileri olan İsrail’in bu ülkeye benzer şekilde Başkanlık sistemine geçmesi ve siyasi sistemini reforme etmesi gündeme gelebilir. Bunun nedeni, İsrail gibi güvenlik riskleri çok yüksek düzeyde olan bir ülkede yönetimde istikrar ve güçlü hükümet modeline gereksinim duyulmasıdır. 1949’dan bugüne kadar farklı koalisyon hükümetleriyle yönetilen İsrail’de[9], bu öneri, ilerleyen dönemlerde ciddi şekilde tartışılabilir. Bu durum, Netanyahu sonrasında veya sol bir Başbakan veya hükümet döneminde de değişmeyecektir. Zira Filistin Sorunu, İran nükleer programı, terör örgütleri, yasadışı kitlesel göç hareketleri ve anti-Siyonist ideolojinin Müslüman toplumlar üzerindeki gücü gibi sebeplerle, İsrail, bir güvenlik devleti olarak kalmaya mahkûm durumdadır.

Ancak bu öneri gerçekleşmese bile, İsrail’de üst üste yapılan üç seçimin ekonomik kayıplara ve enerji israfına yol açtığı ve artık 4-5 sene görev yapacak güçlü bir hükümete ihtiyaç duyulduğu ortadadır. Bu nedenle, Cumhurbaşkanı Reuven Rivlin’in de belirttiği gibi, parlamenter demokrasiye duyulan inancı kaybetmemek ve bir şekilde koalisyon hükümetinin kurulması sağlamak çok gereklidir. Zira İsrail’in, yeni dönemde, İran nükleer programı ve Doğu Akdeniz’deki gerginlikler konusunda mutlaka yapıcı politikalar geliştirmesi ve ABD üzerindeki etkisini (lobi gücünü) olumlu yönde kullanması gerekmektedir. Bunun için de, Türkiye-İsrail ilişkilerinin düzeltilmesi çok iyi bir başlangıç olabilir.

Ozan Örmeci

http://politikaakademisi.org/2020/01/22/israilin-ucuncu-secimi/

 

  • MÜSLÜMAN KASIRGASINI DURDURMAK, ELBETTE YAHUDİLER İÇİN DE BİR GÜVENLİK SORUNUDUR. BU NOKTADAN BAKTIĞIMIZDA, YAHUDİLERİN TARİHİ DOSTLARI PERSLERLE İŞBİRLİĞİ YAPMALARI AKILLICADIR

Fars Yahudi topluluğu, yalnızca İran’ın eski Yahudi topluluklarını değil, Afganistan, Azerbaycan, Kuzey Hindistan, Kırgızistan, Pakistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan’daki Yahudileri de kapsar. Pers-Sasani imparatorluklarının en görkemli olduğu devirlerde, Farsi coğrafyadaki Yahudi nüfusun, toplam imparatorluk nüfusunun % 20’si olduğunu belirten ciddi kaynaklar mevcut. Söz konusu Yahudiler, muhtelif isimlerle anılıyorlar. Azerbaycan ve Kafkas bölgesinde Dağlı Yahudiler, Tat Yahudileri, Parsimler-Farsların yoğun olduğu yerlerde yaşayan Yahudiler, Hazar Yahudileri, Cuhuriler, Bukhori-Buhara Yahudileri, Dağıstan Yahudileri gibi, çok sayıda bilinen Yahudi toplulukları yaşamakta. 6. Yüzyıla ait birçok sinagog ve yerleşim yeri kalıntısı bulunmuş, günümüzde.

Yahudilik, İran’da ibadet edilen en eski dinlerden biri. Kitabı Mukaddes zamanlarına kadar uzanan bir tarihe sahip. Kitabı Mukaddes’teki İşya, Danyel, Ezra, Nehemiah’ın bölümleri, günlükler ve Eshter, Pers’deki Yahudilerin hayatını ve tecrübelerini anlatan referanslar içerir.

Yahudilerin bu meseleye müdahil olduklarını gösteren hiçbir delil olmadığını bir kere daha belirteyim. Ancak; Lev Nikolayeviç Gumilyov’un Türkçe’ye çevrilmiş eserlerinden birinde, Protestan hareketinin doğuşunda, Katoliklerin artan baskısının azaltılması noktasından, Yahudilerin cesaretlendirici bir rol üslendiği belirtilir. Ancak bu da bir tezdir sadece.

Belki şunu diyebiliriz: Müslüman kasırgasını durdurmak, elbette Yahudiler için de bir güvenlik sorunudur. Bu noktadan baktığımızda, Yahudilerin tarihi dostları Perslerle işbirliği yapmaları akıllıcadır.

Farslar, artık İslam’ın Şii inancının kalesidir. Yüzyıllar sürecek bir karşıtlık yaratılmıştır. Belki bir iktidar savaşıdır, belki “Kur’an’ı” farklı anlamaktır. Belki İslam’ı parçalamaktır.

Henüz bilmiyoruz.

Adelina Sfishta

https://www.ocakmedya.com/persler-farslar-ve-yahudiler-can-dusmani-sadece-bir-algi-mi-2/

 

  • ÖTE YANDAN HİÇ DE TESADÜF OLMAYACAK BİÇİMDE BU "ŞEYTAN" YAHUDİLERİN DIŞINDA KİTAPTA OLUMLU PRATİK SERGİLEYEN -ÖRNEĞİN ENDÜSTRİYEL TIBBI ELEŞTİREN- BİR TANE BİLE YAHUDİ YOK. ANLAŞILAN YAHUDİLERİN İŞİ GÜCÜ ŞEYTANLIK(!)

Kara Kutu’yu okuyup bitirince zannediyorsunuz ki Rockefeller olmasa dünya kurtulurdu. Yok ne Rockefeller’ı, ne de vakfını günahım kadar sevmem. Ama sorunu da ona indirgemem. Çünkü Rockefeller, neden olmaktan çok bir sonuçtur. Kapitalist modernitenin beklenen sonucu...

...

Ne iyi ki Kara Kutu’da tıp doktoru ve/veya bilim insanı olan pek çok kişinin "Rockefeller tıbbı" kapsamında yaptığı kötülükleri bulmak ve öğrenmek mümkün.

Ancak ne ilginç ki; Alan Grenspan, Raymond Sackler ve Raphael Mechoulam gibi isimlerin Yahudi olduğu özel olarak belirtilmiş kitapta.

Benzer biçimde "Türkleri kobay olarak kullandığı” iddia edilen Eva Hanımın da İsrail vatandaşı olduğu ve İsrail’e kaçtığı ifade edilmiş. Tıpkı "Kadim yoganın ABD eliyle Yahudi öğretisi Kabbala’ya dönüştürüldüğünün iddia edilmesi gibi. Tıpkı "hepsi aynı aileler; Rockefeller ekolünden hepsi..." vurgusuyla, memleket sathında oldukça güçlü olan "Dünyayı birkaç Yahudi aile yönetiyor" çağrışmasına zımnen atıf yapılması gibi...

Öte yandan hiç de tesadüf olmayacak biçimde bu "şeytan" Yahudilerin dışında kitapta olumlu pratik sergileyen -örneğin endüstriyel tıbbı eleştiren- bir tane bile Yahudi yok. Anlaşılan Yahudilerin işi gücü şeytanlık(!)

Ancak bu şeytanlık karşısında İstiklal Madalyalı kahraman Ord. Prof. Dr. Süreyya Tahsin Aygün olumlu bir kişilik olarak yer alıyor Kara Kutu’da. Tıpkı zaman içerisinde Türk şirketlerinin elden çıkarılması ve yok edilmesinin olumsuz bir öge olarak yer alması gibi. Tıpkı 1852’li yıllarda "İstanbul’da çoğu Beyoğlu ve Galata semtlerinde azınlıklara ait 72 eczane"nin, pek muhtemelen "biz"den olmadıkları için adları dahi anılmazken, o dönemdeki Türk eczacı ve eczanelerinin tek tek tanıtılmış olması gibi. Tıpkı "Türk eczacılar(ın) neden büyük şirketler haline dönüşmedi"ğinin eleştirilmiş olması gibi...

Sözü daha fazla uzatmaya gerek yok meramım anlaşılmıştır. Daha önce ifade ettiğim gibi; toplumcu tıp pratiğini savunan ve tarih bilimi perspektifinden bakanlara göre sermayenin kim olduğu önemli değildir. Onların derdi "yerli ve milli bir Türk sermayesi" yaratmak hiç değildir. Çünkü onlar bilmektedirler ki sermayenin dini imanı yoktur. Irkı milliyeti yoktur.

Bilelim ki toplumcu tıbbı savunanların, tıpkı Nazım’ın ifade ettiği gibi, "Çin’den İspanya’ya, Ümit Burnu’ndan Alaska’ya kadar / her mili bahride, her kilometrede dost(ları) ve düşman(ları) var"dır.

O dostlar ki; sermayenin tahakkümüne başkaldıran siyah, beyaz, kadın, erkek, eşcinsel, heteroseksüel, Yahudi, Musevi, Rum, Ermeni, Müslüman, Kürt, Türk, Amerikalı... çok renkli ebemkuşağıdırlar.

O düşmanlar ki; sermayenin tahakkümüne biat eden siyah, beyaz, kadın, erkek, eşcinsel, heteroseksüel, Yahudi, Musevi, Rum, Ermeni, Müslüman, Kürt, Türk, Amerikalı... çok renkli ebemkuşağıdırlar.

Osman Elbek

https://t24.com.tr/yazarlar/osman-elbek/kara-kutu-soner-yalcin,25332

 

  • 70. YIL TÖRENLERİNE TÜRKİYE KATILMIŞKEN, LİDERLER BULUŞMASINA DÖNEN BU SENEKİ 75. YIL ANMASINDA BULUNMAMASI TÜRKİYE-İSRAİL İLİŞKİLERİNİN NE DERECE AĞIR BİR YARA ALDIĞINI GÖSTERİYOR. TÜRKİYE DAVET Mİ EDİLMEDİ, YOKSA DAVET EDİLDİ DE GİTMEMEYİ Mİ TERCİH ETTİĞİNİ HENÜZ BİLMİYORUZ

Avrupa Holokost'un oluşturduğu bu bilinç ile şekillenirken, Türkiye böylesi bir muhasebe ve hassasiyetin dışında kaldı. Nefret söyleminin sonuçlarını, ırkçı söylemlerin şiddete dönebileceğini, ötekileştirilen bir gruba yönelik başlatılan bu söylem ve şiddetin sadece o grupla sınırlı kalmayacağını çoğunluk idrak edemedi. Bu durumun doğrudan toplumsal huzuru, barışı, demokrasiyi zayıflattığını, insan haklarının herkes için gerekli olduğunu göremediler. Günümüzde halen Orta Çağ Avrupa'sının iğneli fıçı söylemlerinin paylaşılıyor olması, Naziler gibi her kötülüğün Yahudilerle bağdaştırıldığı, nefret söyleminin dini referanslarla kabul ettirilmeye çalışılması Avrupa'da gelişen bu hassasiyet ve barış öncelikli düşüncenin Türkiye'ye çok fazla nüfuz edemediğini gösteriyor. Bu durum sadece Yahudiler veya gayrimüslim Türk vatandaşları için değil ötekileştirilen ve marjinalize edilen her grup için geçerli.

Bu bilinç oluşmadığı için Auschwitz'in kurtarılışının beş yıl önceki 70. yıl törenlerinde, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Polonya'daki törene katılıp herkesin Holokost'tan ders alması gerektiğini, böyle bir vahşetin tekrarlanmaması için birlikte hareket edilmesi gerektiğini söyleyip günümüzde halen süregelen antisemitizme karşı mücadelenin yılmadan sürdürülmesi gerektiğini söylese de, Bilkent Üniversitesi'ndeki Holokost anmasında TBMM Başkanı Cemil Çiçek, "Holokost tecrübesi insani değerlerin kaybolduğu zaman nelerin yaşanabileceğinin en somut göstergesi," diyerek başladığı konuşması sırasında elindeki metnin dışına çıkarak, Filistin hakları, Kudüs, El Aksa, Gazze saldırıları, Mavi Marmara olayından bahsetmenin o gün için uygun olduğunu düşünmüştü.

...

Forum, her ne kadar ev sahipliğini Devlet Başkanı Reuven Rivlin üstlenmiş olsa da 2 Mart'ta seçimlere hazırlanan Netanyahu için önemli bir gövde gösterisi oldu. Netanyahu bu sayede her zaman vurguladığı dünya lideri imajını törene davet edilmek için talepte bulunan ve birkaç gün içinde ülkeye akın eden liderler ile sağlamış oldu.

Forum öncesi ve sonrası Holokost, önemi ve dünyaya verilmek istenen mesaj yerine, liderlerin konuşmaları, hem ülkelerin arasındaki, hem de Yahudi kuruluşlarının arasındaki çekişmeler damga vurdu. Jared Kushner ve Avi Berkowitz'in son anda Davos'taki hava durumunu bahane ederek foruma katılmaması, Macron'un İsrail güvenlik güçlerini Fransa toprağı sayılan St. Anne kilisesinden azarlayarak kovması, Galler Prensi Charles'ın ilk Kudüs ziyareti olması ve büyükannesinin mezarını ziyareti çok daha fazla konuşuldu.

70. yıl törenlerine Türkiye katılmışken, liderler buluşmasına dönen bu seneki 75. yıl anmasında bulunmaması Türkiye-İsrail ilişkilerinin ne derece ağır bir yara aldığını gösteriyor. Türkiye davet mi edilmedi, yoksa davet edildi de gitmemeyi mi tercih ettiğini henüz bilmiyoruz. Ama bu sorunun cevabı ne olursa olsun, ilişkileri yeniden tamir etmenin, iki ülke arasında güveni yeniden inşa etmenin, konu Doğu Akdeniz de olsa başka bir konu da olsa zor olduğunu gösteriyor. Geçici anlaşmalar yapılabilir, ticari ilişkiler devam edebilir ama zamanında Başbakan Tansu Çiller'in belirttiği gibi iki ülke arasındaki stratejik ilişkilerin yeniden kurulması bir hayli güç gözüküyor. Törende Türkiye'den siyasi lider katılımı yoktu belki ama Türkiye'yi törende diğer ülkelerin Yahudi toplumları gibi Türk Yahudi Toplumu Eş Başkanı Erol Kohen temsil etti.

Karel Valansi

https://t24.com.tr/yazarlar/karel-valansi/bir-daha-asla-ve-anlami,25347

 

  • “ŞALOM, BUGÜN REFERANS ALINAN BİR GAZETE HALİNİ ALDI.”

“Bizi ötekileştirenlere karşı bir panzehir olarak ‘öteki’ ile diyaloğa girme sürecini başlatmaya çalıştım. Öteki ile diyalog süreci kapalılıktan çıkarıyor. Hayatım boyunca siyasal olarak da kültürel olarak da muhafazakarlıktan hiç haz etmemiş bir insanım. Kapalılığın ve muhafazakarlığın insanları geliştiremediğini düşünen bir insanım. Muhafazakarlığa karşı ben gazeteyi dışa açılım politikası kapsamında Musevi olmayan gazeteci arkadaşları da gazeteye davet ettim. Bu, çoğunlukla çok kabul gördü. Bu çok renklileşme süreci çok başarılı sonuçlar verdi. Şalom, bugün referans alınan bir gazete halini aldı.”

İvo Molinas

https://tr.sputniknews.com/gundem_disi/202001261041259571-salom-yayin-yonetmeni-molinas-antisemitizm-sadece-yahudilerin-degil-insanligin-sorunu/

 

  • HER NE KADAR BARIŞ PLANININ SİYASİ AŞAMASI HENÜZ YAYINLAMASA DA İÇERİSİNDE İKİ DEVLETLİ ÇÖZÜM VE MÜLTECİLER KONUSUNUN GEÇMEYECEĞİNİ BİLİYORUZ.BU DA BİZİ PLANIN İSRAİL’İN DESTEĞİNİ ALIRKEN FİLİSTİN TARAFINDAN KABUL GÖRMEYECEĞİ GERÇEĞİNE GÖTÜRÜYOR

İsrail ile Filistin arasında gerçekçi bir barışın sağlanması için temel fay hatlarına dokunmadan bir uzlaşmaya varmak imkansızdır. Bunlar mülteciler, sınırlar, Yahudi yerleşimleri, Kudüs’ün statüsü ve Filistin’in devlet olma idealidir. Bu temel hatlara çözüm üretemeyen herhangi bir planın başarı şansı oldukça düşüktür. Filistin’in ekonomik problemlerine çözüm üretirken bu hayati öneme sahip noktalara değinmeden barışa ulaşma çabası gerçekçilikten uzak bir yaklaşımdır.

Çatışmanın başlangıcından itibaren çözüm önerilerinin başını bölgedeki idari yapılanma sorunu çekti. Öyle ki, tüm çatışma Filistin’in bir devlet olup olamamasına kilitlenmiş gibi davranıldı ve çözümün burada yattığına dair bir illüzyon yaratıldı. Bu amaçla tek ya da iki devletli çözüm olmak üzere iki ayrı görüş ortaya kondu. Kısaca bahsetmek gerekirse, tek devletli çözüm bölgede Filistin hakimiyetinde İsrailileri kapsayan bir Filistin devleti ya da Yahudilerin domine ettiği Filistinlileri içinde barındıran bir İsrail devletinin kurulması şeklindeydi. İlk seçenek gerçekçi olmasa da ikinci seçenek bugün büyük ölçüde de facto uygulanmakta.

İki devletli çözüm ise bölgede birbirinden bağımsız iki ayrı İsrail ve Filistin devletinin kurulmasını öngörüyordu. Her ne kadar makul bir çözüm önerisi gibi görünse de mevcut İsrail devletinin yanında bağımsız bir Filistin devletinin kurulması bugün itibariyle imkansızdır. Bunun nedenlerini sorgulamak bizi barışın neden imkansızlaştığına götürecektir.

1948 ve 1967 Savaşları sonrasında yaklaşık bir milyon Filistinli evlerini terketmek zorunda kaldı. 1967’deki Altı Gün savaşından sonra ise İsrail’in Batı Şeria’yı ele geçirmesiyle, üç yüz bin kadar Filistinlinin ayrılmasıyla bu bölge yeni Yahudi yerleşimleri yaratmak için kullanıldı ve bugüne varan süreç içerisinde 622 bin kadar Yahudi yerleştirildi.[3] Filistin devletinin kurulması bu bölgedeki Yahudi yerleşimcilerin tahliye edilip mülteci statüsündeki Filistinlilerin buraya yerleştirilmesini gerekli kılıyor. Bu da aynı zamanda İsrail’in 1967’den beri elinde tuttuğu ve “vatanlaştırdığı” Batı Şeria’yı Filistin devletine devretmesini beraberinde getiriyor. Çünkü gelecek mültecilerin Gazze’nin nüfus yoğunluğu göz önüne alındığında bu bölge dışında yerleşebileceği başka bir alternatif alan söz konusu değil.

Mülteci ve sınır değişimi problemini bypass etmek için Filistin’e Mısır’ın Sina Yarımadası’ndan toprak verilmesi gibi söylentiler söz konusu olsa da henüz resmi bir karşılığı yok ve Mısır, “bir kum tanesinden bile vazgeçmeyeceklerini” söylerek böyle bir ihtimali ortadan kaldırdı.

Bunun yanı sıra 2010’da Knesset’ten İsrail ile Filistin arasında yapılacak olası bir barış anlaşmasının parçası olmak üzere 1948 sonrasında İran, Suriye ve Libya gibi Arap ülkelerinden sınırdışı edilen Yahudilerin el konulan ve arkalarında bıraktıkları varlıklarının tazmin edilmesini zorunlu kılan bir yasa geçti. 2019 itibariyle bu varlıkların 1.5 trilyon dolara ulaştığı hesaplanırken bu miktarın tazmin edilmesi barışın bir şartı olarak koşulmaktadır.Ayrıca Netanyahu’nun Batı Şeria’nın önemli bir kısmını topraklarına katıp yerleşimlere açma fikrini seçim vaadi olarak sunması da süreci tıkayan bir başka unsurdur.İsrail’de hala sürmekte olan seçimlerde Netanyahu’nun en güçlü rakibi Benny Grantz da aynı vaadi seçmenlerine sundu. Dolayısıyla İsrail’in Batı Şeria üzerinde uzlaşmaya gitmesini destekleyecek bir lider figürü mevcut değil.

Her ne kadar barış planının siyasi aşaması henüz yayınlamasa da içerisinde iki devletli çözüm ve mülteciler konusunun geçmeyeceğini biliyoruz.Bu da bizi planın İsrail’in desteğini alırken Filistin tarafından kabul görmeyeceği gerçeğine götürüyor.

Son olarak varsayımlarımızda yanıldığımız düşünülse ve yukarıda üzerinde durduğumuz noktalar üzerinden bir barış planı hazırlansa bile bu planı uygulayacak bir başat aktör gerekmektedir. Bu başat aktörün de ABD olduğu açıkça ortadadır. ABD dışında İsrail üzerinde diplomatik baskı kurabilecek başka bir güç görünmemektedir. Ancak ABD’nin İsrail politikasına bakıldığında Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak kabul edilmesi, Birleşmiş Milletler’in illegal olduğuna hükmettiği yerleşimlerin legal kabul edilmesi, yine BM tarafından işgal altında kabul edilen Golan Tepeleri’ndeki İsrail ilhakının meşru kabul edilmesi gibi politikaları da makul herhangi bir planın gerçekleşmesini yine imkansız kılmaktadır.

Tüm bu ana hatları hasır altı ederek çözümü Filistinlilerin bir devleti olup olmaması ikilemine sıkıştırmak, bu bağlamda Kudüs’ten koparılmış ve büyük oranda Gazze’ye ve Batı Şeria’nın bazı kısımlarına hapsedilmiş bir devlet fikri sunmak barış için çaba harcandığı yönünde bir ilüzyon yaratmaktan öteye gitmemektedir ve gitmeyecektir de.

Sedat TÜRKER

https://daktilo1984.com/2020/01/25/filistinde-barisin-imkansizligi/

 

  • ALMANLARIN MİLYONLARCA YAHUDİYİ TOPLAMA KAMPLARINDA SİSTEMATİK OLARAK YOK ETMİŞ OLDUĞU “HAKİKÂTİ”, BÂZILARI “HAYIR EFENDİM ÖYLE VEYÂ O KADAR OLMADI” DESELER DE, EN BAŞTA GÖNÜLLÜ VEYÂ GÖNÜLSÜZ OLSUN, ALMANLAR TARAFINDAN HİÇBİR TARTIŞMAYA MAHÂL BIRAKMAYACAK ŞEKİLDE İKRAR EDİLİP SÂHİPLENİLDİĞİ İÇİN HAKİKÂTTİR

Şimdi unutmak ve hatırlamak eylemini kısaca bir tartalım. Hatırlamak bâzen faydalı bir yükümlülüktür. Kanâtimce, tekrârını asla istemediğimiz, telâfisi kâbil olan ve tartışma kaldırmaz bir şekilde kabûl edip üstlendiğimiz, başka bir şekilde tarif etmeye yeltenmediğimiz hatalarımızı tâmir etmek için onları unutmamak gerekir. Ama telâfisi olmayan, hatâ olup olmadığı husûsunda tarafların ittifak etmediği, başka başka târiflenen “hatâları” hatırlatmanın hiçbir faydası olduğunu sanmıyorum. Almanların milyonlarca Yahudiyi toplama kamplarında sistematik olarak yok etmiş olduğu “hakikâti”, bâzıları “Hayır efendim öyle veyâ o kadar olmadı” deseler de, en başta gönüllü veyâ gönülsüz olsun, Almanlar tarafından hiçbir tartışmaya mahâl bırakmayacak şekilde ikrar edilip sâhiplenildiği için hakikâttir. Bu derecede korkunç bir katliâmı tekrar yaşamamak , yeni nesilleri de bundan mes’ul kılmak için Holocaust’un sürekli hatırlanması istenir. Bunun Hristiyan âlemi için aynı zamanda , “İlk Günâh”ı unutmamak, “Hz. İsâ’nın acısını kesintisiz idrâk etmek” ve “Günah Çıkarmak” vb dînî yükümlülüklerle bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Günümüzde sekülerleşmiş olan “hatırlama” ve “yüzleşme” kültürünün ,bu teolojik kod üzerinden geliştiğini düşünüyorum.

Süleyman Seyfi Öğün

https://www.yenisafak.com/yazarlar/suleymanseyfiogun/deprem-ve-hafiza-oyunlari-2054096

 

Netten okumalar

 

  • RAHŞAN ECEVİT, HRİSTİYANLIK VE ANTİSEMİTİZM – SERDAR KORUCU

http://bianet.org/biamag/yasam/219092-rahsan-ecevit-hristiyanlik-ve-antisemitizm

 

  • AUSCHWİTZ: 75 YIL ÖNCE NELER YAŞANDI?

https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-51182093

 

  • TÜRKİYE’NİN DİNİ AZINLIKLARI – İNSAN HAKLARI AÇISINDAN BİR DEĞERLENDİRME – ORHAN KEMAL CENGİZ

https://orhankemalcengiz.net/wp-content/uploads/2020/01/Turkiyenin-Dini-Azinliklari-Insan-Haklari-Acisindan-Bir-Degerlendirme-Orhan-Kemal-Cengiz.pdf

 

  • 25 DAKİKALIK SİTCOM, BİR SAATLİK DRAMA... BUNLAR BEŞ YIL SONRAYA KALMAYACAK!

http://www.hurriyet.com.tr/kelebek/hurriyet-cumartesi/25-dakikalik-sitcom-bir-saatlik-drama-bunlar-bes-yil-sonraya-kalmayacak-41427442

 

  • BİR YAHUDİ'YE SORDUK: YAHUDİLER PARAYI NEDEN SEVER? – AARON NOMMAZ

https://www.youtube.com/watch?v=HzLQer_nHZE

 

  • FİLİSTİN İÇİN KARA SENARYO – ÇAĞRI ERHAN

https://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/prof-dr-cagri-erhan/611913.aspx

 

  • ROTHSCHİLD'DEN VİYANA'YA DAVA: VAKFIMIZI NAZİLER GİBİ YAĞMALADINIZ

https://tr.sputniknews.com/avrupa/202001261041254382-rothschildden-viyanaya-dava-vakfimizi-naziler-gibi-yagmaladiniz/

 

  • AUSCHWİTZ: ALMANLAR ASLA AFFEDİLMEYECEK

https://www.dw.com/tr/auschwitz-almanlar-asla-affedilmeyecek/av-52139969

 

  • ALMANYA'DA ANTİSEMİTİST SALDIRILARLA YAŞAMAK

https://www.dw.com/tr/almanyada-antisemitist-sald%C4%B1r%C4%B1larla-ya%C5%9Famak/av-52139293

 

  • POLONYA HOLOKOST'TAKİ ROLÜNÜ İNKAR EDİYOR: HEM KURBANDI HEM DE FAİL - RİVKAH BROWN

https://www.independentturkish.com/node/123456/yazarlar/polonya-holokosttaki-rol%C3%BCn%C3%BC-inkar-ediyor-hem-kurband%C4%B1-hem-de-fail

 

  • HAÏM-VİDAL SEPHİHA'NIN AUSCHWİTZ'TEN DE GEÇEN 96 YILI - CORRY GUTTSTADT

http://bianet.org/bianet/insan-haklari/219158-haim-vidal-sephiha-nin-auschwitz-ten-de-gecen-96-yili

 

  • ÖLÜM KAMPLARINA GÖNDERİLEN SEFARAD YAHUDİLERİNİ ANMA KİTABI - CORRY GUTTSTADT

http://bianet.org/bianet/siyaset/219175-olum-kamplarina-gonderilen-sefarad-yahudilerini-anma-kitabi

 

  • HOLOKOST'UN İTALYAN TANIĞI: AUSCHWİTZ BENİ HİÇBİR ZAMAN TERK ETMEYECEK – GİZEM SADE

https://tr.euronews.com/2020/01/27/holokost-un-italyan-tanigi-auschwitz-beni-hicbir-zaman-terk-etmeyecek

 

  • TRUMP YÖNETİMİNİN İSRAİL-FİLİSTİN SÖZDE BARIŞ PLANINA DAİR NELER BİLİNİYOR? – MUSTAFA DEVECİ

https://www.aa.com.tr/tr/dunya/trump-yonetiminin-israil-filistin-sozde-baris-planina-dair-neler-biliniyor/1715182

 

  • 'YÜZYILIN ANLAŞMASI'NDA NE VAR, TRUMP'IN PLANI İSRAİL VE FİLİSTİN'E NE VADEDİYOR? – MUSTAFA BAG

https://tr.euronews.com/2020/01/26/yuzyilin-anlasmasinda-ne-var-trumpin-plan-israil-ve-filistin-e-ne-vadediyor

 

  • HAFTANIN KARİKATÜRLERİ: 27 OCAK 2020 - İZEL ROZENTAL

http://acikradyo.com.tr/haftanin-karikaturleri/haftanin-karikaturleri-27-ocak-2020

 

  • ALMANYA FEDERAL CUMHURİYETİ CUMHURBAŞKANI FRANK-WALTER STEİNMEİER’İN 5. DÜNYA HOLOKOST FORUMUNDA 23 OCAK 2020 GÜNÜ YAD VASHEM/İSRAİL’DE YAPTIĞI KONUŞMA

http://www.bundespraesident.de/SharedDocs/Downloads/DE/Reden/2020/01/200123-Israel-Yad-Vashem-Tuerkisch.pdf?__blob=publicationFile

 

Takılan tweetler

 

TrakyaBalkan@Trakya_Balkan

Osmanlı Musevileri, ağırlıklı olarak devlete bağlıydı.

Hatta bu yüzden "Türk" denilerek Rumeli'de Müslümanlarla birlikte katledildikleri de oldu.

Ama istisnalar da yok değildi.

Örneğin Rafael Moshe Kamhi.

1870 Manastır doğumlu Kamhi, VMRO saflarında Osmanlı'ya karşı savaşmıştı.

Kamhi, 1894'te girdiği VMRO örgütünde istihbarat şefliğine kadar yükseldi.

Manastır'daki evi örgütün merkezlerindendi.

Osmanlı Kamhi'yi birkaç kez tutukladı: Bazen rüşvetle kurtuldu, bazen ev hapsiyle yırttı.

Miss Stone'un kaçırılması ve İlinden Ayaklanması'nda aktif görev aldı.

Kamhi, Balkan Savaşı'ndan sonra Sırplara geçen Manastır'da kalmadı, Bulgar idaresindeki İskeçe'ye taşındı.

Sonra Selanik'e geçti ve orda yaşadı.

2.DS'ında Naziler tüm Selanik Musevileri gibi onu da toplama kamplarına yolladı.

Bulgarlar araya girip vatandaşlık vererek kurtardı.👇

Rafael Kamhi, Bulgar milliyetçiliği için verdiği emeğin karşılığında 2.DS’ında neredeyse tamamı katledilen Selanik Musevileri arasında sağ kalanlardan biri oldu.

📷Kamhi, 1903. İlinden Ayaklanmasına katıldığı yıl. VMRO'daki kod adı Iskender Bey idi.

Rafael'in kardeşi Menteş de abisi gibi VMRO'ya çalışmıştı; ama 2.DS'ında Alman ve Bulgar işgali sırasında Manastır'dan toplama kampına gönderildi ve orada öldürüldü.

Bulgarlar ve Makedonlar, bugün Rafael Kamhi'ye sahip çıkmaya devam ediyor.

📷Rafael'in Üsküp'te balmumu heykeli.

 

Rafael Kamhi ilerleyen yıllarda İsrail'e göçtü.

Bulgaristan'ın da teşvikiyle anılarını yazdı.

100 yaşına kadar yaşayıp 1970'de öldü.

Manastır'da Alman-Bulgar işbirliğiyle soykırımı uğrayan kardeşinin ailesinden hayatta kalanlar Bulgar milliyetçiliğinden uzaklaşıp Sosyalist oldu.

 

https://twitter.com/trakya_balkan/status/1221162314654679041?s=12

 

Gökhan Çınkara@gcinkara

1977 Seçimlerinde, İsrail'de siyasette taşlar yerinden oynadı.

60 yıllık Sol iktidar nihayete eriyordu. Menahem Begin'in sağcı partisi LIKUD seçimden birinci parti çıktı.

TV sunucu Hayim Yavin'in sözleri İsrail'de tarihe geçecekti:

Baylar ve Bayanlar, bu DEVRİM (MAHAPAH)!

Sol ittifak lideri (MAARAH) Şimon Peres (Ben-Gurionist) hezimete uğradı.

Önceki seçime göre 19 MV kaybetti.

LIKUD lideri Menahem Begin seçim boyunca özellikle "öteki İsrail"in sesi oldu. Arap Yahudiler/Mizrahiler çevrede kalan taleplerinin merkeze taşınması gerektiğini düşünüyorlardı.

Komedyen Dudi Tapez'in Mizrahilere "Çahçahim" lakabı takması, İsrail'de LIKUD'a mobilizasyonu arttırdı.

Çahçahim=Çomarlar

Menahem Begin, İsrail'de bir iç-savaşa izin vermeyeceğini, kademeli bir dönüşümü başlatacağını tercih etti.

Onun bu tercihi parçalı siyasetin hüküm sürdüğü İsrail'de önemli bir inisiyatifti.

Begin, Ben Gurion'un 1948'de Altelana Gemisindeki IRGUN mensubu silah arkadaşlarının >

öldürülmesini affetti. Ben Gurion'un emriyle olan bir olaydır.

 

Solcular ise karizmatik liderleri Haim Arlosoroff'un cinayetini kan davasına çevirmediler.

1977 siyasette yumuşak geçisin ilginç bir örneğidir.

https://twitter.com/gcinkara/status/1221152930889457665?s=12

 

İsrail Türkiye'de@IsraelinTurkey

Nazi Rejimi kıyafetlerine, saçlarına, eşyalarına el koymuştu ama Yahudi kimliklerini, ruhlarını gasp edememişti. Holokost süresince, pek çok mahkum, Yahudi geleneklerini yaşatmak uğruna hayatlarını tehlikeye attı, bu ritüellerde kullanılan eşyaları bile sakladı.

#UnitedinMemory75

 

https://twitter.com/IsraelinTurkey/status/1220710560360255489

 

ishak ibrahimzadeh@ishak5723

Özgürlüğünün 75. yılında Auschwitz’te olup, kurtulanlarıda dinleyince insan anlıyorki “bir daha asla” dediğimizde o “bir daha”nın ne demek olduğunu anlamaya imkan yok!  Yahudisi, Romanı, Engellisi, LGBTsi, siyasisi, inananı, inanmayanı, hepsinin anısına 🕯 @TuncUgdul #WeRemember

 

https://twitter.com/ishak5723/status/1221787525330751489

 

İsrail'e Dair@e_israil

Bunu büyük harflerle duvarlara yazmak istiyorum! #Holokost'ta hayatını kaybetmiş olan her kurban için bir dakika sessiz kalsak 11.5 sene susmamız gerekirdi. Bunu bir kere daha okuyalım. Mekanları cennet olsun 🙏🏻💖✡ #HolocaustMemorialDay #Holocaust #HolocaustRemembranceDay

https://twitter.com/e_israil/status/1221743167982198784

 

Cemaat Vakıfları@CemaatVakiflari

Genç yaşta kaybettiğimiz Yahudi bir Profesörümüz

 

https://twitter.com/CemaatVakiflari/status/1219831977374814209

 

Sinan Dirlik®🏳🌈@sinandirlik

1942'de yasalaşan varlık vergisi'ni ödeyemeyen 1400 gayrimüslim'den ilk 32 kişilik kafile 27 ocak 1943'te erzurum/aşkale'de oluşturulan toplama kampına doğru yola çıkarılmıştı. toplama kampındaki kötü hayat şartlarına dayanamayan 21 kişi hayatını kaybetmişti

 

https://twitter.com/sinandirlik/status/1221719830119768064

 

İBB İzmir Tarih Projesi@ibbizmirtarih

Günümüzde “Tulumbalı Havra” olarak da bilinen Şalom Sinagogu, 1930’lu yıllarda Aydın’dan gelen Yahudilere tahsis edilmiş ve bu yüzden “Aydınlılar Havrası” olarak da anılmıştır.

1841 Haziran’ında büyük bir yangın çıkmış ama yangın Şalom Sinagogu’nun kapıları önünde son bulmuştu.

 

https://twitter.com/ibbizmirtarih/status/1221746124496809984

 

Acerakis@Acerakis

Auschwitz toplama kampındaki katliamda, hayatta kalmayı başaran Walter Spier, Werner Reich’ın 72 yıl sonra aynı koridorda buluştukları anı Sandi Bachom fotoğraflamış..#WeRemember

 

https://twitter.com/acerakis/status/1221874017478545408?s=12

 

Chaya_חיה@senem_beraha

#WeRemember Sami Modiano, Rodos’un Kahal Şalom Sinagogu’nda tanışma şerefine erdiğim ve hikayesini  #Ladino dilinde anlattığı, Rodos doğumlu Holokost kurtulanlarından. Sami, #Auschwitz ölüm kampına gönderilen 14 yaş altı 776 İtalyan çocuktan hayatta kalan 25’inden biri.. Babası ve kız kardeşini ölüm kampında kaybetmiş, iki kere Mengele’nin ölümcül deneylerinde kullanılmak üzere seçilmiş ve hayatta kalmayı başarmış.. Hikayesi yakında burdaki cemaatimizin dergisinde.. #HolocaustMemorialDay #NeverAgain

 

https://twitter.com/senem_beraha/status/1221874201742794753?s=12

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün