Toplama kampında kuzularla çevrili bir yaşam: Doris Grozdanovičová

Bir Holokost Kurtulanı Hikâyesi…

Bahar AKPINAR Perspektif
27 Ocak 2020 Pazartesi

Bir Holokost kurtulanı ile tanışmak sıra dışı bir deneyimdir. Karşılaştığınızda derinlerde bir yerde insanlığın o korkunç suçunun sızısını hissederek büyük bir saygı içinde onlara bakarken olanca sadelikleri içinde güç, dirayet dolu bir duruş, yaşam sevgisi dolu gözler ve bir tebessümle sizi karşılarlar. Holokost alanında çalışan bir akademisyen olarak, Terezin/Theresienstadt Toplama Kampında Yahudi tutuklular tarafından yazılıp oynanan tiyatro oyunları üzerine yaptığım sözlü tarih çalışmalarında, bu anıt insanlardan birkaçı ile tanışma fırsatı buldum. Bugün onlardan birini, sevgili Doris Grozdanovicova’yı anmak ve anlatmak istiyorum.

Doris ile 2017 yılı mayıs ayının son haftasını birlikte geçirdik. Kahvaltıdan hemen sonra buluşup, bir grup araştırmacı ile birlikte Çek Cumhuriyeti’nin farklı yerlerinde, yenilenen edilen sinagogları ziyaret edip bölgenin tarihi hakkında çalışmalar yaptığımız o günlerde 91 yaşında olan Doris, hiç yorulmadan anlatabileceği ne varsa bize cömertçe sunuyor, yaşadığı kâbus dolu günleri anarken zaman zaman duygulanıyor ancak duygusallığa hiç kapılmadan net bir mesafeden yaşamını, tanık olduklarını, hatırladıklarını anlatıyordu. Gelin, bugün bir haftasına tanık olduğum bu hayatı birlikte analım.

Doris, 1926 yılında Moravya’nın Jihlava kentinde bankacı bir baba ve ev hanımı bir annenin ikinci çocuğu olarak dünyaya gelir. Kendisinden büyük bir abisi vardır. Aile 1933’te Brno’ya taşınır. Brno canlı bir şehirdir. Doris bu yaşayan şehri sever. Savaşla birlikte o yaşam hızla değişir. Önce evlerini terk edip gettoya taşınmak zorunda kalırlar. On altı yaşındayken ailesiyle birlikte Nazilerin verdiği ismiyle Theresienstadt olan Terezin Kampına gönderilir. Buradan sonra bambaşka bir hayat başlar. Doris şanslıdır. Naziler ona toplama kampının dış kısmında kalan koyun ahırının çobanlığını verir. Her gün bakması gereken yaklaşık 250 koyun vardır. Onları besler, gezdirir, yünlerini kırpar… Kendisini büyük bir yok oluş içinde yaşamı devam ettirmekle görevliymiş gibi hisseder. Toplama kampında da, bakmakla yükümlü olduğu ahırda da sürekli bir devinim vardır. Yahudi tutuklular nereye olduğunu hiç bilmedikleri, Doğu’ya giden trenlere bindirilir. Yerlerine yenileri gelir. Baktığı koyunlar beşer onar kesilir. Yerlerine yenileri gelir. Mevsimler o incecik çizgili üniformasının üzerinden gelip geçer. Annesi dayanıksızdır. İlk o ölür. Bir gün babası ve abisinin trenlere bindirildiğini duyunca olduğu yeri terk edip doğru istasyona gider. Büyük bir şans eseri onları tam bindirilecekleri anda görür. Yanlarına koşarken bir SS subayı “Senin burada ne işin var?” diyerek onu durdurur. Birlikte olduğumuz bir hafta içerisinde o anı tekrar tekrar anlatır Doris. Korkusuzca yüzüne bakarak, “Abim ve babam trendeler. Terezin’de yalnız kalmak istemiyorum. Onlarla gideceğim” der. SS subayı izin vermez. “Terezin’de yalnız kalmak iyi bir şeydir” der. Doris o an onun ne denli kötü olduğunu düşünüp çaresizce ahıra geri döner. Savaş bitip, bu trenlerin Auschwitz’e gittiklerini ve Auschwitz’in nasıl bir yer olduğunu öğrendiğinde o SS subayının hayatını kurtardığını anlar. Ama bunu neden yaptığını, onca insanı gönderirlerken neden kendisinin alıkonulduğuna bir cevap bulamaz. Bu hikayeyi her anlatışında “Ben hep tebessüm ederdim, belki ondan...” diye bitirip belli belirsiz tebessüm eder…

Bugünün bilgisiyle geri dönüp baktığımızda toplama kampındaki Yahudilerin fiziki koşullarını görebilsek de, kendi içinde bulundukları durumu yeterince tahlil edecek bilgiye sahip olmadıkları gerçeğini genelde atlarız. O günlerde Doris için Auschwitz, Birkenau yoktu. Sadece Doğu’ya giden trenler ve geri dönmeyen insanlar vardı. Başka kampların da olduğu bilinmemekteydi. İnsanlar kendi kaderlerinin bilmelerine izin verdiği kadarını bilir. O dünya içinde yaşarlar. Yaşamı o dünya içinden algılarlar. Theresienstadt, diğer toplama kamplarından ayrılır. Gerçeği maskelenmiş olsa da, görece daha bilinen bir yerdir. Hitler’in emriyle çekilen ve savaş süresince bir toplama kampına yapılan ilk ve son Kızıl Haç denetiminde gösterilen propaganda filminde Theresienstadt bir spa kasabası olarak lanse edilir. Savaşın bir bölümünde varlıklı Yahudi aileler bütün mal varlıklarını devretmeleri karşılığında savaş bitene kadar bu spa kasabasına korunacakları garantisi ile toplama kampına nakledilir. Oraya vardıklarında ailelerini kaybetmiş Yahudi çocukların da kendilerine eşlik edeceği söylenir. Doris bu trenlerden birinin gelişine tanıklık eder. Kapılar açılıp da şık kıyafetleri, kürkler içinde inen insanlardan biri korku ve şaşkınlık içinde kendisine yaklaşarak “Bize eşlik edecek çocuklar sizler misiniz?” diye sorduğunda istemsizce gülmeye başlar. O insanların normal insanlar olduğunu bir an için algılayamaz, akıl sağlıklarını kaybettiklerini zannedip “Bir tren dolusu deliyi Terezin’e neden gönderdiler acaba?” diye düşündüğünü söyler.

Savaşın bitmesine yakın, orada çalışan Çek jandarmalardan biri Doris’e çıkınca nereye gideceğini sorar. Hiçbir fikri yoktur. Bunun üzerine adam kendi hikâyesini anlatır. Onun yaşlarında kızını kaybetmiştir ve eğer isterse onlarla birlikte yaşayabileceğini söyler. Pek inanmasa da başka çaresi olmadığından kabul eder. Şanslıdır. Kan bağı olmayan ama sevilip korunduğu yeni bir ailesi olur. Bir süre sonra öldüğünü zannettiği abisi çıkagelir. Bunu hayatının en büyük şansı olarak anlatan Doris için yaşam biraz daha normalleşir. Bir sene içinde üç yılda alması gereken derslerin hepsini verir ve Çekoslovakya’nın en büyük yayın evlerinden birinde editör olarak çalışmaya başlar. Evlenir. Bir oğlu olur. Ayrılır. Derken oyuncak kuzular biriktirmeye başlar. Hikâyesi duyulmaya başlandığında insanlar onun bu sevgisinin öğrenip oyuncak kuzular hediye eder. Bugün biri bende olan binden fazla oyuncak kuzusuyla yaşar Doris. Hayattan hiçbir zaman vazgeçmeyen ve hep çok çalışan bu yaşsız kadın yaşadıklarını aktarmayı görev edinir. Beraber geçirdiğimiz günlerde yorulduğunu fark edip dinlenmesini istediğimiz zamanların hepsinde bu teklifimizi nazikçe ret ederek, “Bir sürü insan susturuldu. Ben hepsinin yerine konuşmalıyım. Her şeyi anlatmalıyım. Unutulmalarına izin veremem” der. Doris için yaşam sonsuz bir coşku olduğu kadar, her gün yeniden başlayan sonsuz bir sorumluluktur aynı zamanda.  

Birlikte olduğumuz o bir haftanın son iki günü Terezin’de geçecektir. Bir hafta boyunca ara ara yorulup birinin koluna girmek istediğinde bakışlarıyla beni arayan, kol kola adımlar attığımız ve benim için paha biçilmez kıymette olan Doris’in, Terezin’e gittiğimiz zaman neler hissedeceğini düşünmek beni içten içe geriyor, o iki gün hem bir an önce gelsin, hem de hiç gelmesin istiyordum. Terezin’e gelince âdetimiz olduğu üzere kol kola yürümeye başladık. O güne kadar içi gülen masmavi gözleri birden 91 yaşında oluvermişlerdi. Onu yormamak için getto kısmında kısacık dolaşıp ve müzeyi gezdik. Tutuklu bir çobanken çekilen fotoğrafının önünde bir kısmını bu yazıda okuduğunuz anılarını anlattı. Çıkışta yavaşça kulağıma eğilip, “Ne zaman yemek yeriz?” diye sordu. Brno’dan yarım saat önce çıkmış, çıkmadan önce onun favori restoranında güzel bir öğle yemeği yemiştik. Aç olmasına imkân yoktu. Sağlığı için endişelenip bir iki soru sordum. Endişemi anladı. “Merak etme, bir şeyim yok. Burada geçen günlerimde hep çok açtım. Şimdi ne zaman gelsem hemen acıkıveriyorum” dedi. Karşısında öylece içime beton dökülmüş gibi kalakaldım. Yolun sonrasını birlikte bisküvi yiyerek tamamladık.

Doris Grozdanovicova, 2019 yazında 93 yaşında aramızda ayrıldı. Bir yaşam boyu taşıdığı anlatma sorumluluğu artık benim de omuzlarımda. Hayata veda edişinden sonraki bu ilk Holokost anma gününde onu anmak ve anlatmak istedim. Onun ve Holokost’ta yaşamını kaybedenlerin kıymetli hatıraları önünde saygıyla eğiliyorum. Kendi sonsuzuma kadar hiç durmadan tekrarlayacağım: Bir daha asla…

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün