Bu deli başka deli: ‘Bir Delinin Güncesi’

“Merkezin, tüm merkezlerin dışına kaçan, yalnızca kendi çekim alanlarında savrulan, sık sık kendi kara deliklerine düşen yazılardı bunlar. Hayatta her şeyi acemice yapan, ölçü ve stratejiden anlamayan, bir türlü “dediğim dedik (köşe yazılarına çok yakışan “kodum mu oturturum!” tavrı) olamayan, travmalarını fazlaca ele veren birinden beklendiği gibi…” Aslı Erdoğan

Erdoğan MİTRANİ Sanat
15 Ocak 2020 Çarşamba

‘Bir Delinin Güncesi’ denince ilk akla gelen Genco Erkal’ın 1965’te ‘Bir Delinin Hatıra Defteri’ adıyla Ankara Sanat Tiyatrosunda yorumladığı, Türkiye’nin ilk tek kişilik oyunu oluyor. O ilginç metin 55 yıldır sahnelerimizde kalmaya devam ediyor. Kimi genç tiyatrocu virtüozite göstergesi olarak farklı yorumlarla ele alıyor, kimi deneyimli oyuncu seyircisine (fiilen) tepeden bakarak sahneliyor ama hiç biri oyunu hâlâ ara ara oynamaya devam eden Genco Erkal’ın o samimi ve sevecen yaklaşımına ulaşabilmiş değil.

Bu yazımda söz edeceğim Gogol’un o oyunu değil. Farklı bir metnin çok farklı, ama müthiş etkileyici bir sahnelenmesi.

Ayşe Lebriz Berkem ve tasarımcı Başak Özdoğan, 2018 Kadın Yazısı Festivali için bir performans hazırlamaları teklifi aldıklarında, toplumsal hezeyanların arttığı, özgürlüklerin kısıtlandığı, kadınlara karşı ayrımcılığın yapıldığı, ifade özgürlüğünün kısıtlandığı, toplumsal kutuplaşmanın farklı düşüncelere nefes aldırmadığı ortamı yansıtacak bir metinden yola çıkmak istemişler. Araştırmalarının sonucunda, Aslı Erdoğan’ın hem edebiyatçı kimliğinin hem de ifade özgürlüğü meselesinde yaşadığı sorunların festivalin hedefleriyle örtüştüğünü düşünerek, onun ‘Bir Delinin Güncesi’ hikâyesinde karar kılmışlar.

12 Mart 2018’de MSGSÜ Bomonti Kampüsündeki gösterinin sonrasında, hikâyenin kendilerini hâlâ etkileyen büyüsü sebebiyle bir kereye mahsus oluşturulmuş performansı sürdürmeye karar vermişler. Hikaye şöyle:

Ömrünün önemli bölümünü akıl hastanesinde geçirmiş olan bir kadın, günün birinde beklenmedik bir anda salıverilir… Her anlamda ‘sistemle’ doğuştan sorunu olan bu kadın, ‘Tımarevi’nden bırakıldığı ilk saatlerde kendisini müthiş bir kalabalığın ortasında buluverir:

“Üç beş adım atmıştım ki dev bir dalgayla savruldum. Bağırışlar, çığlıklar, sövgüler sağanak halindeydi, insanlar koşuşuyor, düşüyor, yerlerde sürükleniyor, coplar inip kalkıyordu.(…) Bir süre saklandıktan sonra, bu ürkünç durumu fırsat olarak değerlendirdim. Bağırıp çağırmak, benim tımarevinde edindiğim bir alışkanlık…” Kadın, çığırından çıkmış, cehenneme dönmüş bu dünyanın ortasında, gerçeği algılayana / anlayana kadar, bütün okları üzerine çekmeyi başarır. İçine düştüğü bu cehennemden kurtuluşun, deliliğin eşsiz refleksiyle, zekice ‘deliliğe vurarak’ olabileceğini düşünür. Amma…

Aslında Bir Deliliğin Güncesi demir leblebi gibi sert bir metin. Ancak Aslı Erdoğan’ın harikulade anlatımı, hem hüzünlü hem komik hatta matrak taraflarını müthiş etkileyici bir şekilde ortaya çıkarıyor.

Başak Özdoğan’ın dört dörtlük proje tasarımı, minik oyuncaklar, sarkan yün iplikler ve o muhteşem deli gömleğiyle, kadının içine düştüğü çığırından çıkmış dünyayı başarıyla yansıtıyor. Oyunun ilk anından itibaren seyirci ile müthiş bir iletişim kuran ve bu bağı oyunun sonuna kadar pekiştirerek sürdüren Ayşe Lebriz’in yorumu nefes kesici. Böyle sert bir metni, hafif, neredeyse uçarı bir tavırla aktarırken olayları trajik boyutunu her an duyumsatması gerçek bir tiyatro dersi. Hikâye anlatıcılığını ve oyunculuğu içi içe geçirmesi de çok başarılı, Cehennemin orta yerinde Fransız turistle birlikte “Liberté… Egaliteé… Fraternité…” diye bağırmasını ve kalabalığın tepkisini seyirci gerçekten de ‘görüyor’.

Bu sezon birbirinden başarılı tek kişilik oyunların yılı. Bir Delinin Güncesi en iyilerinden biri. 19 Ocak Koma Sahne, 23 Ocak Uniq Box, 29 Ocak Bomontiada ve sezon boyunca İstanbul sahnelerinde. Sakın kaçırmayın.

 

Gizem Aksu yeniden Moda Sahnesinde  ‘Hisler Arşivi: İstanbul’

Bu hisli coğrafyada ne hissediyorum?

Bu hisli coğrafyada neler hissediyorsun?

Bu hisli coğrafyada bize hissettirilenler ne?

Bu hisli coğrafyaya nasıl hissizleştiriliyoruz?

Bazı hisler geçerliyken bazı hislerin yasaklı sayılıyor.

Bazı hislerin yaşanmasına izin verilirken bazı hisler hasıraltı edilmeye çalışılıyor, manipüle ediliyor ya da kontrol altına alınmaya çalışılıyor. Hisler, hayatımızın her yerine sızarak süregiden hayatımıza dair çok boyutlu, zengin ipuçları verirken; güç ilişkilerinin ve yönetimselliğin nasıl işlediğinin analiz edilebileceği bir alan halini de alıyor.

Şiddetin, muhafazakarlığın, toplumsal travmanın arttığı bir dönemin, içinde yaşadığım dönemin, kaydını hisler üzerinden tutmak; hisleri, hislerin birbirine nasıl dönüştüğünü ve hislerin bedeni nasıl harekete geçirdiğini arşivlemek istedim. “Hisler Arşivi: İstanbul” hislerin ifadesine ve gücüne işaret etmek; hislerimiz üzerinden başka bir biraradalık, başka bir iletişim ve paylaşım alanı kurmak niyetiyle üretildi.

Hislerin gücü adına, hayallerimizin gücü iktidara!

 

 

Birkaç yıldır, özellikle İstanbul’un genç tiyatrocuları sayesinde, gerek oyun gerek izleyici sayısında hissedilir bir artış var. Bu heyecan verici ilginin dans gösterilerine de yansıdığı söylenemez. Halbuki modern dans, tiyatronun bedenlerle anlatılan bir türüdür. Ve iyisi yapıldığı zaman gerçekten de keyfine doyum olmaz.

Bu ilgi azlığının bir diğer yüzü de, sahnelerimizde dansa çok az yer verilmesi. Son yıllarda İKSV, festivale dans ve dans tiyatrosunu da dâhil ederek, sadece uluslararası değil kendi dans topluluklarımıza da yer açmaya çalışsa da, bu yapının dışındaki özel tiyatroların, biri dışında, benzer bir çaba gösterdikleri söylenemez. O ‘biri’ de, birkaç yıldır repertuarına dansı ve dans tiyatrosunu her zaman dahil etmiş olan Moda Sahnesi.

Sanki topluluğun yöneticisi Kemal Aydoğan, dansa arka çıkmayı misyon edinmiş. Bir yandan ‘Balerin’ ve ‘Maraton’ gibi biri dans tiyatrosu, diğeri danslı tiyatro olan eserleri

devamlı repertuarında tutarken, diğer yandan da özellikle sezonun son haftalarını bir çağcıl dans mini-festivaline çeviriyor.

Ben, iç organların hayata durmaksızın önerdiği organik bilgelik üzerine sinematografik performansı ‘YU’ ile bağımsız dansçı, koreograf ve eğitmen Gizem Aksu’yu 2016’da Aydoğan sayesinde keşfetmiş, YU’nun konseptini, yönetmenliğini ve performansı üstlenen Aksu’nun ilginç ötesi gösterisini müthiş heyecan ve hayranlıkla izlemiştim.

YU’yu daha sonra İKSV Festivalinde de sahnelemiş olan Gizem Aksu, bu kez Moda Sahnesine tasarım, koreografi ve yönetimini üstlendiği yepyeni eseriyle geliyor: ‘Hisler Arşivi: İstanbul’.

Yukarıdaki alıntıda Aksu, kendisini performansı oluşturmaya yönelten nedenleri etraflıca açıklamış ki, Hisler Arşivi: İstanbul’u izlerken bu söyledikleri hissedilebiliyor ama, karşımızda bunları fersah fersah aşan, anlatılması zor, izlenmesi müthiş heyecan verici bir gösteri var.

Kafalarını tamamen içine alan ve görmelerini engelleyen top şeklindeki maskelerle (Maske Leyla Okan), dört kadın (M. Suzan Alev, Leyla Postalcıoğlu, Ekin Tunçeli, Zeynep Günsür Yüceil), görmemenin diğer duyulara getirdiği duyumsama artışı sayesinde muazzam uyumlu bir gösteri yapıyorlar. Ah! Kosmos’un Anneanneminin Koah’sı, dEUS’un Quatre Mains eserleriyle Emre Malikler’in oluşturduğu özgün müzik eşliğinde kusursuz bir beden diliyle dans ediyorlar. Anekdotik yapıda bölüm bölüm gelişen performansların her biri olağanüstü. Etnik öğeler içeren çağcıl müziğe, kimi halk oyunu adımını dönüştürerek eşlik ettikleri sahneyse, sanatta modern kavramının çok etkileyici bir yansıması. Bengi Günay’ın minimalist dekorunun ve İrfan Vanlı’nın müthiş başarılı ışık tasarımının büyük katkısını da unutmayalım.

Kesinlikle kaçırılmaması gereken, defalarca izlenebilecek büyüleyici bir gösteri.

22 Ocak, 5, 28 Şubat ve sezon boyunca Moda Sahnesinde. İyi seyirler dilerim.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün