Judy’nin mutsuz ve dengesiz hayatı

Rupert Goold ‘JUDY’de aktris-şarkıcı Judy Garland’ın hayatının son dönemini anlatıyor

Viktor APALAÇİ Sanat
15 Ocak 2020 Çarşamba

‘JUDY’, şarkıcı ve artistlerin öykülerini beyaz perdeye taşıyan biyografik film zincirinin son halkası. Bir Broadway oyunundan alınan film, efsane Garland’ın acılar içinde geçen 47 yıllık kısa hayatından kesitler sunuyor.

Altı yıl ara verdiği oyunculuk kariyerine Renée Zellweger, bu filmle aldığı En İyi Kadın Oyuncu Altın Küre Ödülü ile dönüş yapıyor. Tecrübeli oyuncu, stüdyo sistemi dönemiyle hesaplaşma ihtiyacını hissetmeyen bir senaryonun ve bildik klişelere yaslanan bir mizansenin açıklarını olağanüstü oyun gücüyle kapatmış oluyor. Brezilya’dan gelen ‘Bacurau’, Cannes’da Jüri ödülü kazanmış seviyeli bir film.

 

‘Judy’, şarkıcı ve artistlerin hayatlarını beyaz perdeye taşıyan biyografik film zincirinin son halkası. Evvelce Brian Singer’in ‘Bohemian Rhapsody’de Freddy Mercury’nin, Dexter Fletcher’in ‘Rocketman’inde Elton John’un, Ron Howard’ın ‘Pavarotti’sinde Luciano Pavarotti’nin, Paul McGuigen’in ‘Yıldızlar Asla Ölmez’inde Gloria Grahame’ın, John S. Baird’in ‘Stan ve Ollie’sinde Laurel Hardy’nin hayat hikâyelerini izlemiştik.

Tom Edge’in Peter Quilter’in ‘End of the Rainbow’ adlı Broadway oyunundan senaryosunu yazdığı ‘Judy’, efsane aktris-şarkıcı Judy Garland’ın acılar içinde geçen 47 yıllık kısa hayatından kesitler sunuyor.

Çocukluğunda acımasız yapımcı Louis B. Mayer (Richard Cordery) tarafından sömürülüp, sağlıklı gıdalardan mahrum edilerek, vitamin haplarıyla büyütülen, nevrotik Judy Garland (Renée Zellweger), yetişkinliğinde bu travmaların doğurduğu sorunlarla boğuşmuştu.

‘Judy’, çocuk yaşta ‘Oz Büyücüsü’nün (1939) Dorothy’si olarak Hollywood stüdyo sisteminin önde gelen figürleri arasına karışan Judy Garland’ın hayatının son dönemine odaklanıyor.

‘Judy’, çocukluğunu yaşayamamış, ünlü olmasına rağmen kocalarından, kızı Liza Minelli’den destek ve moral takviyesi alamamış, stüdyo sisteminin sömürüsüne uğramış, çareyi ilaçlarda ve alkolde aramış talihsiz J. Garland’ın hayatının sancılı son dönemini anlatıyor.

Filmin ilk sekansında, aralarında yönetmen Vincente Minelli’nin de bulunduğu beş evlilik yaşamış aktris- şarkıcının, borcunu ödeyemediği için çocuklarıyla kaldığı otelden kovulmasını ve gidecek bir evi olmadığını izliyoruz.

Filmde Louis B. Mayer’in psikolojik istismarından sonra madde bağımlısı ve alkolik olan, ruhsal bunalımlara boğulan, depresyona giren, intihar girişimlerinde bulunan J. Garland’ın son kocası, kendisinden yaşça küçük Mickey Deans’le inişli- çıkışlı ilişkisini izliyoruz.

Stüdyo sisteminin bir kurbanı

Şöhretin bedelini çok pahalı ödeyen J. Garland’ın ömrünün son dönemini anlatan filmin boşluklar barındıran senaryosu geriye dönüşlerle sanatçının çocukluk dönemini anlatıyor. Filmin bir tek sahnesinde ünlü şarkıcının kızı Liza Minelli’yle olan, pek de sağlıklı sayılmayacak ilişkisini izliyoruz. Senaryonun Garland’ın ikinci kocası ünlü yönetmen Vincente Minelli’den bahsetmemesi büyük eksiklik.

Film, Garland’ın 14 yaşında başladığı kariyerinde, kırklı yaşlarda düştüğü parasızlık kâbusundan kurtulmak için çıktığı Londra turnesine ağırlık veriyor. Güveneceği, destek alacağı tek arkadaşı, tek yakını olmayan Garland’ın teselliyi sokakta tanıdığı, kendisine hayran bir gay çiftten alması çok düşündürücü.

Judy Garland çok ünlü yönetmenlerle çalışmıştı. ‘Oz Büyücüsü’ (1939) ile başlayan kariyerinde Victor Fleming ile, ‘Geçmişin Gölgesinde’ (1964) Roland Neame ile, ‘Bir Çocuk Bekliyor’da (1963), John Cassavetes ile, ‘Nürenberg Duruşması’nda (1961) Stanley Kramer ile çalışmıştı. 1954’te Akademi, George Cukor’un ‘Bir Yıldız Doğuyor’daki başarısını görmezden gelip Grace Kelly’ye ‘Taşra Kızı’ndaki performansı için En İyi Aktris Oscar’ını vermişti.

‘Judy’, sanatçının en gözde şarkısı ‘Over the Rainbow’ eşliğinde hüzünlü ve duygu yüklü bir final sekansıyla noktalanıyor. Renée Zellweger ‘Chicago’ (2002) müzikalinde olduğu gibi Garland’ın şarkılarını kendi sesinden söylüyor. İsviçreli bir baba ve Norveçli bir annenin kızı olan 50 yaşındaki sanatçının olağanüstü performansı ‘Judy’yi olduğundan daha iyi bir film yapıyor. ‘Bridget Jones’ serisiyle ünlenen aktris 2004’te ‘Soğuk Dağ’ ile En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Oscar’ını kazanmıştı.

Renée Zellweger, altı yıl ara verdiği oyunculuk kariyerine ‘Judy’ ile bir En İyi Kadın Oyuncu Altın Küre Ödülü ile döndü. Filmde deneyimli aktris, senarist Edge ile yönetmen Goold’un bütün açıklarını olağanüstü oyun gücüyle kapatmış oluyor.

Londra’daki Almeida Theatre’ın yönetmeni olan Rupert Goold, teatral bir mizansenle ele aldığı ‘Judy’yi stüdyo sistemi dönemiyle hesaplaşma ihtiyacını hissetmeyen senaryosu ile bildik klişelere yaslanarak perdeye taşıyor.
Ancak Goold’un az bilinen acıklı bir hayat öyküsünü Garland’ın yaşadığı trajediyi, melodramın tuzaklarına düşmeden, izleyicisine hissettirmede başarılı olduğunu söylemek lazım.

 

BACURAU: BREZİLYA’DA POLİTİK YOZLAŞMA

Brezilya sinemasında toplumsal içerikli, sosyal mesajlar taşıyan eleştirel filmleriyle tanınan Kleber Mendonça Filho’nun, yanına set direktörü Juliano  Dornelles’i katarak müştereken yaptıkları ‘Bacurau’, Cannes’da ödül listesine girmeyi başardı. Jüri Ödülü’ne ortak olan bu film, politik yozlaşma, ırkçılık, sömürgecilik, şiddet temalarının hakkını verirken, Filho’nun ‘Aquarius’tan sonra politik düzene ve yozlaşmış siyasilere olan öfkesini bir kez daha dile getiriyor.

‘Bacurau’da Filho, fetiş oyuncusu Sonia Braga’yı ‘Aquarius’taki benzer bir rolde, inatçı, kararlı, prensip sahibi hemşire Domingas rolünde oynatıyor. Yine ‘Aquarius’ gibi 2,5 saatlik ‘Bacurau’da, Filho-Dornelles ikilisi günümüz Brezilya toplumunun derin değişiklikler geçiren yapısını ve çelişkilerini inceleme konusu ediyor.

İkili müştereken yazdıkları senaryoyu birinci sınıf bir sinematografiyle perdeye taşıyor. Bu modern westernde para hırsıyla bir köy halkının gelirlerini gasp etme peşindeki yabancı güçler, kirli politikacılar, gözü kara kiralık katiller var.

Filho, parlak mizanseniyle, filmin hiç düşmeyen temposuyla, görkemli bir görsellikle ve iyi oyunculuklarla ‘Bacurau’yu birinci sınıf bir seyirlik yapıyor. Filmin Brezilya toplumuna getirdiği eleştiriler arasında ülkenin Amerikan kültürüne teslim olması ve ülkenin kuzeyi ile güneyi arasındaki tarihi rekabet var.

Filho, değişik türlerde iddialı ve mesaj taşıyan konularda başarılı olduğunu kanıtlayan ‘Bacurau’da bizleri yakın bir geleceğe, Bacurau adlı hayali bir kasabaya götürüyor.

BREZİLYA TOPLUMUNA AYNA TUTAN FİLM

Önemli bir kişiliğe sahip, 94 yaşında ölen Carmelita’nın cenaze töreniyle başlayan film, kasaba halkının gizemli kişilerin saldırısı altında kalmalarını ve bu saldırıya aşırı şiddet kullanarak karşılık vermesini anlatıyor. Günler ilerledikçe yerel halkın göründüğü gibi olmadığı ve tehlikeli sırları gizledikleri belli olur.

Film saldırganların kimliğinin açığa çıkışını, sürprizli durumlar eşliğinde finale taşıyor. Olayda kirli politikacıların parmağının olduğu açıklaması ile Filho politik mesajlar veriyor.

İki yönetmenin elinden çıkma sağlam bir senaryo, fantastik üsluptan beslenen bir sinema dili, Pedro Sotero’nun teknik açıdan kusursuz görüntüleri, uyumlu bir oyuncu kadrosu, filmin artıları arasında. İkinci derecede bir rolde oynayan Sonia Braga’ya fazla iş düşmezken, Alman aktör Udo Keir, Amerikalı kiralık katil rolünde müthiş bir performansa imza atıyor.

Sinema eleştirmenliğinden gelme 1968 doğumlu Kleber Mendonça Filho, ilk uzun metrajlı filmi, En İyi Yabancı Film dalında Oscar adayı ‘Les Bruits de Recife’de (2012) doğum yeri Recife’ye bağlılığını gösterdi. İkinci filmi ‘Aquarius’ (2015) Brezilya’yı Cannes Film Festivali’nin ana yarışma bölümünde temsil etti.

Film, kentsel dönüşüm kapsamındaki bir bölgede, uyanık ve güçlü bir inşaat şirketinin ‘Aquarius’ adlı bir sitede satın alamadıkları tek dairenin sahibi, emeklilik hayatını sürdüren 65 yaşındaki müzik eleştirmeni Clara’nın (Sonia Braga) öyküsünü anlatıyor.

Filho ikinci kez yarışmaya katıldığı Cannes’da kariyerinin üçüncü filmi ‘Bacurau’ ile ödül listesine girme başarısını gösterdi.

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün