Film maratonu devam ediyor

38. İstanbul Film Festivali 5-16 Nisan tarihleri arasında gerçekleşiyor.

Viktor APALAÇİ Sanat
10 Nisan 2019 Çarşamba

İstanbul Film Festivali’nin programı bende ilk kez heyecan uyandırmadı. Sinema dünyasının en önemli üç festivalinden Cannes mayısta, Venedik ağustosta yapılıyor. Bu iki festivalin öne çıkan filmleri filmekimi programına giriyor. Geride kalan tek festival olan Berlin, son yıllardaki sönük seçileriyle düş kırıklığı yaratıyor.

İstanbul Film Festivali’nin ağır topları Berlin’de öne çıkan filmler. Bunlar arasındaki Altın Ayı Ödüllü İsrail filmi ‘Eşanlamlılar’ izlenmeyi hak ediyor. Sinematek işlevini yerine getirmeyi kararlılıkla sürdüren festivalin programında kaçırılmayacak klasik filmler var.

İstanbul Film Festivali’nin programı (38 yıllık tarihinde) bende ilk kez heyecan yaratmadı. “45 ülkeden seçilen, 186 filmi içeren program nasıl oluyor da seni heyecanlandırmıyor?” diyenler için hemen açıklıyorum: Sinema dünyasının en önemli üç festivalinden Cannes mayısta, Venedik ağustosta yapılıyor. Bu iki festivalin öne çıkan filmleri filmekimi programına giriyor.

Geride kalan tek festival olan Berlin, son yıllardaki seçkileriyle düş kırıklığı yaratıyor ve Cannes’la Venedik’in gölgesinde kaldığı görülüyor. Nisan ayında yapılan İstanbul Film Festivali’nin ağır topları Berlin’de öne çıkan filmler oluyor.

Bu yıl Berlin’de Altın Ayı kazanan İsrail filmi ‘Eşanlamlılar/Synonymes’, Büyük Ödül’ün sahibi François Ozon’un ‘Yüzleşme/Grace A Dieu’sü, En İyi Erkek ve Kadın Oyuncuların yer aldığı Çin filmi ‘Elveda Oğlum’, Angela Schanelec’i En İyi Yönetmen yapan ‘Evdeyim, Ama’, En İyi Senaryo Ödüllü İtalyan ‘Piranhalar’, yani Berlin Film Festivali’nin komple ödül listesi İstanbul Film Festivali’nin programında yer alıyor.

Hatta ödül listesine giremeyip (Agnieszka Holland’ın ‘Bay Jones’u gibi) öne çıkan filmleri de izleyebileceğiz.

Ama tüm bu filmler ne yazık ki Cannes ve Venedik’tekilerin kalitesinde değil.Ancak nankörlük etmeyip hemen şunu ilave etmekte fayda var; İstanbul Film Festivali yorulmadan, en büyük eksiğimiz olan ‘sinematek’ işlevini yerine getirmeyi kararlılıkla sürdürüyor.

Bu yıl (ölümünün 20. yıldönümü vesilesiyle) sinema tarihinin en büyük yaratıcıları arasında yer alan Stanley Kubrick, 13 uzun metrajlı filmiyle özel bir bölümde anılıyor.

Dünya sinemasını ve çağdaş sinemacıları derinden etkileyen bu sinema dehasının filmlerini izleyemeyen genç kuşaklar ve filmlerini büyük keyifle tekrar izleyecek Kubrick hayranları bu görsel şölenden istifade edebilecekler.

Örnek olarak, mayıs ayında Cannes Festivali, 50. yıldönümü münasebetiyle yenilenen ‘2001: Uzay Yolu Macerası’nı programına aldığını hatırlatmak isterim. Filmi takdim etmek üzere Cannes’a gelen Christopher Nolan şunları söylemişti: “ Bu filmi her tekrar izleyişimde yeni şeyler keşfediyorum. Aradan 50 yıl geçmesine rağmen bilimkurgu türünde hiçbir film ‘Uzay Yolu Macerası’nın seviyesini yakalayamadı”. Nolan’ın bu türde ‘Başlangıç’ ve ‘Yıldızlararası’ gibi iki başyapıtı var.

13 filmlik Kubrick şöleni

38. İstanbul Film Festivali sinematek işlevini gören ‘Cinemania’ bölümünde programına aldığı on filmle yedinci sanata damgasını vurmuş başyapıtlar, klasikler, kült filmler, sinema adamlarını gündeme taşıyan sürprizler var.

Geçen yıl kaybettiğimiz iki büyük İtalyan ustası, Bernardo Bertolucci ‘Konformist’ ile, Ermanno Olmi ‘İş’ ile anılırken, Polanski’nin ilk başyapıtı ‘Rosemary’nin Bebeği’, 86 yaşındaki Liliana Cavani’nin unutulmaz ‘Gece Bekçisi’ filmleri sinemaseverlerin beğenisine sunuluyor.

İstanbul Film Festivali’nin en çok rağbet gören bölümlerinden ‘Dünya Festivalleri’, 26 filmlik zengin bir seçki ile programda yer alıyor. Venedik Film Festivali’nde öne çıkan iki film, İngiliz Mike Leigh’in ‘Paterloo’su ve Çinli Zhang Yimou’nun ‘Shadow’u, Locarno’dan ödüllü ‘Nehir Kıyısındaki Otel’ bu bölümün ağır topları. Dünya prömiyerini yaptığı Toronto’dan sonra gündemden düşmeyen bilimkurgu filmi, ‘High Life’ bu yılın en çok merak edileni. Juliette Binoche ile Robert Pattinson’un başrollerini paylaştığı filmin, yönetmeni Claire Denis; “Umutsuzluk ve insanın hassasiyeti hakkında bir film bu; her şeye karşın sevgi hakkında…” şeklinde tanımlıyor.

Cannes’da izlediğim, Belirli Bir Bakış bölümünün En İyi Filmi seçilen İran asıllı Ali Abbasi’nin ‘Sınır’ adlı İsveç filmi, sınır polisi bir kadınla, gümrükten geçerken kontrol ettiği gizemli bir adamın yaşadığı çizgi dışı bir aşk öyküsünü anlatan, doğaüstü ve kara film ögelerini zekice harmanlayan bir yapım.

Oscar Ödüllü ‘Crying Game’ (1992) başyapıtının yaratıcısı İrlandalı yönetmen Neil Jordan’ın altı yıllık bir suskunluk döneminden sonra yaptığı ‘Greta’sı festival programının ilginç yapıtları arasında. Biri eşini, biri annesini henüz kaybetmiş iki kadının, metroda bulunan bir çantayla yakınlaşmasını anlatan film sağlam bir psikolojik gerilim.

Bir suç örgütüyle savaşan Los Angeles’li bir kadın polisin kara film yapısındaki ‘Destroyer’i, bu rolü oynayan Nicole Kidman’ın en iyi performansı olarak gösteriliyor.

20 filmlik kariyeriyle Fransız sinemasının en saygın yönetmenleri arasında yer alan François Ozon, Berlin’de ikincilik ödülünü alan ‘Yüzleşme/Grace A Dieu’ ile travma ve cesaret konularına titizlik ve büyük hassasiyetle eğiliyor.

Kariyerinin belki de en cesur filminde, gerçek bir vakadan esinlenen Ozon, Katolik ruhbanların pedofili vakalarına kurbanların açısından bakıyor.

Günümüzde Fransa’da mahkemeye düşen bir pedofili davasında üç çocuğu taciz eden rahip ile olayı göz ardı eden kilise mensupları yargılanıyor. Üç yetişkin adam kendilerini taciz eden rahibin hâlâ çocuklarla çalıştığını ve kiliseden uyarı bile almadığını öğrenmelerinden sonra bu üç yaralı ruhun kendi anılarının da yüzeye çıkmasıyla suskunluğun yükünden kurtulmaya karar vermeleri anlatılıyor filmde.

Benzer bir konuyu 2004 yılında Pedro Almodovar ‘Kötü Eğitim/La Mala Educacion’da işlemişti. Ancak Ozon bu hassas konuyu yüreklere hitap eden duygu dolu bir dille filminde işliyor.

Bir başka Fransız aktör-yönetmen Louis Garell ‘Sadık Bir Adam/L’Homme Fidéle’de, 88 yaşındaki Bunuel’in efsanevi senaristi Jean-Claude Carriere ile müştereken yazdıkları senaryodan yola çıkarak çağdaş bir durum komedisine imzasını atıyor.

Başrolü eşi Letitia Casta ile paylaşan Louis Garell filminde komedi, dram ve Fransız Yeni Dalga akımının ögelerini harmanlıyor.

Hitchcock- Truffaut belgeseliyle hayranlığımızı kazanan Kent Jones ilk uzun metrajlı kurmaca filmi ‘Diane’da 21. yüzyılda yaşlanmanın dinamiğini irdeleyen duyarlı bir karakter portresi çiziyor. Zamanını eroin bağımlısı huysuz oğluyla uğraşmak ve ölüm döşeğindeki kuzenini hastanede ziyaret etmekle geçiren emekli dul Diane’in kendi faniliğiyle yüzleşmesi kaçınılmaz olur.

Geçen yıl Yabancı Film dalında En İyi Film Oscar’ını ‘Una Mujer Fantastica’ ile kazanan Şilili senarist- yönetmen Sebastian Lelio, ‘Gloria Bell’ ile 2013’te çektiği ‘Gloria’nın Hollywood oyuncularının rol oynadığı yeniden yapımıyla karşımızda. Özgür ruh, 60 yaşındaki Gloria’yı Paulina Garcia’dan sonra Julianne Moore canlandırıyor.

Ünlü oyuncu Ralph Fiennes üçüncü yönetmenlik denemesi ‘Beyaz Karga/ The White Crow’da efsane balet Rudolf Nureyev’in hayatını anlatıyor.

Film, Nureyev’in Sibirya’da bir trendeki doğumundan gençliğine Paris’te Sovyetler’den Batı’ya ilticasına kadar yaşamını ele alıyor.

ALTIN AYI ÖDÜLLÜ İSRAİL FİLMİ

Bu yıl Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı Ödülü kazanan ‘Eşanlamlılar/Synonymes’, İsrail sinemasının bu etkinlikteki en büyük başarısı. Nadav Lapid filminde, kendi deneyimlerinden yola çıkarak, kimliğini tamamen reddeden ve yabancı bir ülkede yeni bir kimlik kazanmak isteyen bir gencin karşı karşıya kaldığı sorunlarla yüzleşmesini anlatıyor.

44 yaşındaki Nadav Lapid, filminin senaryosunu yazar-psikolog babası Haim Lapid ile birlikte yazdı. Sinemacı bir ailenin mensubu olan Nadav’ın kurgucu annesi Era Lapid oğlunun bütün filmlerinin kurgusunu yaptı. Filmini de “en yakın sanatsal ortağım” dediği, hayatını yakın zamanda kaybeden annesi Era’ya ithaf etti.

Nadav Lapid Berlin’de filmini şöyle tarif etmişti: “Ben Bar Mitzva’mdan beri, yani 30 yıldır bu filmi düşünüyordum. İsrail’de boğulduğumu hissediyordum. 2000’de İsrail’i terk edip Fransa’da yeni bir hayat kurmayı denedim. O yıla kadar tuttuğum notlara dayanarak hayatımın projesi olan bu filmi yaptım. Filmime ‘Synonymes’ adını vermemde İsrail’le Fransa’nın birbirlerine benzerliklerinden kaynaklanıyor.

Film, başkarakteri Yoav’ın hiç hazzetmediği ülkesi İsrail’den, sonuna kadar benimsemeye karar verdiği Paris’e taşındığı gün başlıyor. Tesadüfen tanıştığı, iki Parisli burjuva olan Emile ile Caroline’e kökenlerini silmek, Fransız olmak ve ömrünü geçireceği Paris’in Pére Lachaise mezarlığına gömülmeyi arzuladığını söyler.

Yoav, Paris’teki İsrail konsolosluğuna başvurduğunda dahi İbranice konuşmayı reddeder. Bir sözlükten derlediği kırık Fransızcasıyla derdini anlatmaya çalışır. Ancak özü bedenidir, çifte kimliği onu hiç bırakmaz.

Bu son derece özgün ve kişisel film aynı zamanda enerjik, dinamik ve şok edici. Ülkesine sırtını dönüp Fransa’da kök salmanın yollarını arayan Yoav bir yerde ters aliya yapmış oluyor.

“Filmim kendini keşfetme ve umut üzerine evrensel meselelere değiniyor” diyen Nadav Lapid ‘Eşanlamlılar’ın ana meselesinin kimlik ve aidiyet sorunu olduğunun altını çiziyor.

Paris caddelerinde ve köprülerinde omuz kamerasıyla çekilmiş titrek görüntüler Fransız Yeni Dalga filmlerinden esintiler getiriyor.

Filmin iki ilginç sekansının birinde Fransız vatandaşlığına geçme eğitimi gören gruptaki Vietnamlı kızın Fransız milli marşı La Marseillaise’i kendi lehçesiyle okurken, Yoav aynı marşı hissederek içten söylüyor.

Diğeri Yoav’ın kendisini İsrail’e götürmek için gelen babasından kaçarken tesadüfen karşılaşmalarını gösteren sahne.

Yoav’ın filmde son derece gerçekçi bir portresini çizen senaryodaki edebi diyaloglarda yazar baba Haim Lapid’in imzası var.Filmin afişinde öykünün kahramanını canlandıran Tom Mercier’in fotoğrafı üzerine Yoav’ı tanımlayan şu sıfatlar var: müstehcen-cahil-iğrenç-yaşlı-çirkin-kaba-çok kötü-kokuşmuş-acınacak halde-itici-sersem-dar görüşlü-geri zekalı-aptal-tiksindirici…

Bu rolü canlandıran, ailesi Fransa’da yaşayan İsrailli Tom Mercier, sinemadaki ilk denemesinde müthiş performansıyla öne çıkıyor. Oyuncusundan azami verimi almayı başaran Nadav Lapid sinemaya genç bir istidat kazandırmış oluyor. Mercier evvelce ‘Quotidien’ (2016) adlı televizyon dizisinde yer almıştı.

Nadav Lapid’in geçen yıl filmekimi’nde izlediğimiz ‘Anaokulu Öğretmeni/Hagananet’ (2014) kendisine uluslararası ün getirmişti. Filmin Hollywod remake’inde (orijinal filmde Sarit Larry’nin oynadığı) öğretmen rolünü Maggie Gylenhaal canlandırmıştı.

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün