Joseph Pulitzer belgeseli: Başkan – basın çatışması

ABD’ye bir göçmen olarak gidip, adını tarihe yazdıran bir gazeteci olan Joseph Pulitzer’in belgeseli, bugün ABD’nin gündemindeki başkan-basın çekişmesini hatırlatıyor.

Dünya
13 Mart 2019 Çarşamba

Galia Morhayim  

2019’da hiç de şaşırılmayacak bir hikâye: New York’un önde gelen gazetesi, ABD Başkanını yolsuzlukla suçlar; Başkan ise gazetenin yayıncısına hakaret davası açar.

Gazete ise başyazısında ‘susturulamayacağını’ duyurur.

Aslında aynı hikâye, 20. yüzyılın başlarında da gerçekleşti: Başkan Theodore Roosevelt ile ‘The World’ü ABD’nin en etkin gazetesi haline getiren Yahudi bir Macar göçmeni Joseph Pulitzer’i karşı karşıya getirdi.

Pulitzer, çok sayıda saldırısından birinde Başkan Roosevelt’i, Panama Kanalının yapımında 40 milyon dolarlık yolsuzluğu örtbas etmekle suçladı. Roosevelt ise Kongre’ye hitaben yaptığı bir konuşmada, “Amerikan halkına edilmiş bu hakarete karşı adaleti yerine getirmenin yüce bir ulusal görev olduğunu” belirtip hükümetin bunu üstlenmesini talep ederek misillemede bulundu. Bu tehditten korkmayan Pulitzer, “Cumhuriyetimiz ya basını ile birlikte yükselecek ya da birlikte düşecek” diye ilan etti.

Üç yıl süren yasal savaşların ardından ABD Yüksek Mahkemesi, başkanın bile yasaların üstünde olmadığını savunarak Pulitzer lehine karar verdi. Bir zamanların çulsuz göçmeni ile Amerika’nın en güçlü adamı arasındaki bu mücadele ‘Joseph Pulitzer: Halkın Sesi’ filminde konu edilen başlıklardan sadece biri.

‘Joseph Pulitzer: Halkın Sesi’, Oren Rudavsky’nin çoğu belgesel olan 20 filminin en yenisi. Rudavsky’nin filmlerinin neredeyse yarısı Yahudi temaları üzerine kurulu. Bunların arasında ‘A Life Apart: Hasidism in America’  ve Siyonizm’in tarihini ve etkisini inceleyen ‘Colliding Dreams’ gibi yapımlar yer alıyor.

Pulitzer, 1847’de Romanya sınırının Macar tarafındaki bir kasaba olan Mako’da doğdu. Pulitzer, sekiz kardeşin biri olarak dünyaya gelmesine rağmen sadece o ve bir erkek kardeşi hayatta kalabildi.

İlk tutkusu bir asker olmaktı. 17 yaşındayken Amerika’ya göç ettiğinde hemen İç Savaşın son yılında Almanca konuşulan Birlik Ordusu’na girdi. Pulitzer’in savaş sonrası ilk işi kömür küremekti ama kısa bir süre sonra St. Louis’deki bir Alman gazetesinde gazetecilik kariyerine başladı. Aynı zamanda kendi kendine hukuk öğrendi ve araştırmacı muhabir oldu. 
1881’de kendi yolunu çizdi ve “tüm sahtekârlıklara ve dolandırıcılıklara karşı çıkma” misyonu üstlenen, kısa ve hazır cevap anlatım tarzını teşvik eden St. Louis Post-Dispatch Gazetesini kurdu.

Başlangıç olarak St.Louis’teki tüm vergi kaçakçılarının isimlerini yayınladı.  O zor günlerde, genel yayın yönetmeni gazeteyi eleştiren bir kişiyi vurduğu zaman bile şaşırmadı.

İki yıl sonra Pulitzer, New York World gazetesini 400 bin dolara satın almak için yeterli parayı buldu. “Bir kadın için erdemli olmak ne ifade ediyorsa gazete için de doğru ve kesin olmak aynı şeydir” diyerek yeni gazetesinin politikasını ilan etti.

Pulitzer, aynı dönemde, İç Savaş sırasında Konfederasyon lideri Jefferson Davis’in uzaktan akrabası olan, Episkopalyan Kate Davis ile evlendi. Rudavski, filmde Güney aristokrasisinin bir üyesinin göçmen bir Yahudi ile evlenmesinin, bir sonraki asırda yaratacağı skandalın o dönemlerde olmadığını gösteriyor.

Rudavsky’ye göre, Yahudilerin kitlesel göçleri başlamadan,  1870 - 1880’lerde, Amerika’da daha az antisemitizm vardı. Yine de, Pulitzer’in sayısız siyasi düşmanı ve gazeteci rakibi, ona “Jewseph Pulitzer lakabını taktı ve onu büyük, çengelli bir burunla karikatürleştirdi.

Pulitzer, gazetesinin gücünü Özgürlük Anıtı’nın New York Limanına getirilmesi, yeni açılan Brooklyn Köprüsünden geçen yayaların ücretlendirilmesi önerisinin geri çekilmesi, Yahudi ve diğer göçmen dalgalarının yeni ülkeye uyum sağlayabilmesi için kullandı. Joseph Pulitzer’in kalıcı mirası ise Colombia Üniversitesi Gazetecilik Okulu ve Pulitzer Ödülleri oldu. 

1898 İspanya-Amerikan Savaşı tırmanırken, Pulitzer, Hearst’in gazeteleriyle rekabet halindeyken, sansasyonel başlık-derinliksiz haber yapmakla suçlandı. Ancak Rudavsky, Pulitzer’in, roman ve gazete yazarı Nicholson Baker’in dediği gibi “Amerikan gazeteciliğinin en özgün ve yaratıcı aklı” olarak hatırlanmasının daha doğru olduğunu savunuyor.

 

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün