1. Dünya savaşı sonunda Alman Basınında Osmanlının görünüşü

Sami AJİ Köşe Yazısı
17 Ekim 2018 Çarşamba

11 Kasım 2018’de, I. Dünya Harbinin sona ermesinin 100. yılı münasebetiyle çeşitli ülkelerde anma törenleri düzenlenecek. (Bu arada Paris’te konu ile ilgili bir sergi açıldı bile). Galip veya mağlup taraflar herhalde olaylardan, ileriye doğru daha umutla bakmak için, alınması gereken dersleri daha da belirgin hale getirmeye yönelik çalışmalarda bulunacaklardır.

Yenilen taraflar arasında yer alan Osmanlı İmparatorluğu, bilhassa Alman müttefikine güvenerek bu harbe girmiş, çeşitli muharebelerde başarılar kazanmasına rağmen çok büyük kayıplar vererek savaşı mağlup bitirmişti.

Savaş müddetince, Almanlar Türkiye’ye mali ve askeri alanda çok büyük destekler vermişler ve bizi gelecek için ciddi bir ortak olarak görmüşlerdi.

Nitekim, 1918 yılı başlarında, henüz savaş bitmemişken ve kesin sonucu belli olmamışken1, Alman müttefikimiz, gelecekte ilişkilerimizin nasıl yapılandırılacağını tartışmaya açmışlardı.

İlginç görüşler var. Tesadüfen ‘Vossische Zeitung’ gazetesinin 9 Ocak 1918, 11 Ocak 1918 ve 14 Haziran 1918 tarihinde yazılan makalelerin Türkçe tercümelerini bir kitapta buldum2. Derleyip sizinle paylaşmaya çalışacağım.

Yazara göre, artık, Avrupa’nın kıta olarak bütünleşmesi fikri doğmaya başlamıştı ve bu proje içinde Türkiye önemsiz bir faktör değildi. Türkiye’yi küçümser davranışlar, gelecekteki Alman tasavvurları için tehlikeli olacaktı. Bu yönde Osmanlı hükümetinin3 politikası Almanlarınkinden çok daha gerçekçidir. Türkiye’de, Almanya’dan ne beklendiği, Almanya’nın ne veremeyeceği ve ilişkilerde giderilmesi gereken pürüzler açıkça ortaya konmaktadır (tekrar ediyorum daha 1918 yılının başlarındayız).

Ancak, aynı tarihlerde ekonomik görüntümüz, makalelerde pek parlak değildir: “Türkiye bugün sadece bir tarım devletidir fakat kendi ihtiyacını bile karşılayacak durumda değildir. Tarihte ender görülebilecek bu durum, ekilebilecek alanın sadece dörtte birinin ekilmesi, onun da son derece basit ve yetersiz işlenmesiyle açıklanabilir.”

“Maalesef Anadolu’da  (tarımda hayati önem arz eden) humus katlarını erozyondan koruyan teras yapıları, tabii su depoları ve ormanlar, göçebe halklar tarafından yok edildi. İşlenmiş toprak sürüler için engeldir. Eğer enerjik bir tarım reformu yapılmak isteniyorsa göçebelerin bu reformlara karşı çıkması önlenmelidir.” Yazar burada eskiden Almanya’da çok geçerli olan bir sözü hatırlatıyor: “Keçi ve koyun, insan ve gelişiminin düşmanıdır.”

“Buna paralel olarak tarım vergisi devlet gelirlerinin ana kaynağını oluşturmakta. Ancak bu vergilerin tespiti ve toplanması yerel devlet memurlarının vicdanına bırakılmış.”

Çözümde en güç sorun ise Anadolu halkının durumudur. “Sürekli savaşlar nüfusu azaltmış. Mevcut insanlar ise cinsel ve bulaşıcı hastalıkların tehdidi altında. Diğer taraftan halkın eğitim seviyesi de çok düşük olduğundan herhangi bir yeniliğe başlamak çok ciddi tepkilere yol açmakta.”

Özetle Türkiye, Alman endüstri mallarının alıcısı ve hammadde ile tarım ürünleri satıcısı olarak görülmekte ancak bu konuma varmak için önce ülkemizin çok büyük bir tarım reformu yapması gereğine işaret edilmektedir. Bu reformların yapılması halinde, Alman sermayesi Türkiye’ye gelebilir. Aksine bir tutumun çok tehlikeli riskler taşıdığı bilhassa belirtilmektedir.

Haziran 1918’e gelindiğinde ilişkilerde herhangi bir değişiklik görülmüyor. Bu tarihlerde, Almanlar Batı Avrupa’da geri çekilmeye başlamış fakat hâlâ zafer ümitlerini kaybetmemişlerdi. Türkiye ile bağlarını daha da derinleştirme gayretindedirler. ‘Vossische Zeitiung’un4 14 Haziran 1918 tarihli haberine bakın:

“Türk hukukçuları Berlin’de: Heyet, on gün Berlin’de kalıp, mahkemelerin ve idari sistemin en önemli kuruluşlarını inceleyecekler; bu meyanda gençlik, asliye, ağır ceza mahkemelerini, emniyet müdürlüğü ve bir hapishaneyi tetkik edeceklerdir. Ayrıca bir kitap basım evini ve AEG fabrikasını ziyaret edecekler.  Türk misafirlere, Alman hukuku konusunda, ülkenin ünlü profesörleri ve hükümet danışmanlarından, konferanslar verilecek görüş alışverişlerinde bulunulacaktır.”

Görüldüğü gibi Osmanlı hükumeti, siyasi ve ekonomik bakımdan en zor düştüğü anlarda bile reform çalışmalarını aksatmamaya gayret etmektedir.

Lütfen yukarda tasvir etmeye çalıştığım 1918 yılındaki durumumuza bakın ve günümüzle karşılaştırın. Naçizane kanaatime göre I. Dünya Savaşı’ndaki görünümümüz bize, daima, ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’e neler borçlu olduğumuzu bir daha hatırlatmakta. Bu yüzden önümüzdeki günlerde, 1914 -18 yıllarını anımsayarak, 29 Ekim’i sevinç ile kutlayalım ve 10 Kasım’da Atamızı minnet ve şükranla analım. 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün