Cinsel taciz ve popülizm

Aklanmış olsa da, gençliğindeki cinsel taciz suçlaması ile lekelenen bir Yüksek Mahkeme üyesinin vereceği kararlarından dolayı adaleti ne kadar sağlıklı sağlayacağı konusunda şüphesi olmayan Trump ve ona biat edenlerin dışında kimse rahat olmayacak.

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
10 Ekim 2018 Çarşamba

Dünyanın en büyük ve en önemli bir ülkesinde başkanını dahil sorgulayabilecek ve evrensel normlara uyarak adil bir karar verebilecek Yüksek Mahkeme’nin dokuz üyesinden biri olmak için aday gösterileceksiniz ama birdenbire birileri ortaya çıkacak ve sizin onlara gençlik yıllarınızda cinsel tacizde bulunduğunuzu söyleyecek…

Bu tür suçlamayla karşı karşıya kalan hakim Brett Kavanaugh geçtiğimiz hafta, ABD Yüksek Mahkemesine ömür boyu 9. hakim üye olarak atandı. Haftalardır süren sorgulama, ifade alma ve kanıtları bulma süreçlerinden sonra Senato, Amerikan tarihinde ilk kez 52’ye 48 gibi son derece az bir farkla Kavanaugh’u adaletin en yüksek tepesindeki karar vericilerinin arasına oturtmuş oldu.

Bu kadar önemli bir konumda adalet dağıtacak bir hakimin, gençliği dahil hayatının her evresinde kimsenin burnunu dahi kanatmayacak kadar ‘steril’ ve adil bir hayat tarzını benimsemiş olması beklenirken, Kavanaugh’un tacizlerinin kanıtının bulunamayarak onun hayatını zorunlu olarak steril olarak gösterilmesine yol açması post-modern bir iki yüzlülük olsa gerek. Tacizin kanıtını aramak gibi pek de mümkün olmayan bir girişimde bulunulması vicdanları rahatlatmak adına yapılsa da beyhude bir çalışma olacağı aşikâr olmalıydı. Nitekim kanıt bulunamadı ve 53 yaşındaki hayatı başarılarla dolu hâkimimiz, ömür boyu Yüksek Mahkeme üyesi oldu.

ABD Başkanı Donald Trump’ın Mahkeme’nin üye dengesinin muhafazakârlar yönüne kayması için ısrarla aday gösterdiği Kavanaugh’un, büyük ihtimalle Başkanını üzmeyeceği gün gibi açık. Kavanaugh’un özellikle 1973 yılında Yüksek Mahkeme tarafından kürtajı onaylayan yasaya karşı olduğu göz önüne alınırsa, seçilmesinin Trump’ın gelecekteki siyasi hedeflerine yönelik büyük bir hamle olduğunu düşündürtüyor. ABD’nin sağ muhafazakar ve dindarlar ile Evanjelistlerin oylarını konsolide etmeye yönelik hedefinin en önemli ayağı böylelikle kurulmuş oluyor.

Trump büyük bir zafer kazanmıştır. Lakin Yüksek Mahkeme’nin üyesi yargıç Elena Kagan’ın siyasette yaşanan bölünmüşlüğün ve kutuplaşmanın Yüksek Mahkeme’ye sirayet etmesinden kaygı duyduğunu söylemesi, ABD ve dolayısıyla etkileyeceği tüm dünyayı ne gibi tehlikelerin beklediğine dair önemli bir işaret sayılmalı. Aklanmış olsa da, gençliğinde cinsel taciz suçlaması ile lekelenen bir Yüksek Mahkeme üyesinin vereceği kararlarından dolayı adaleti ne kadar sağlıklı sağlayacağı konusunda şüphesi olmayan Trump ve ona biat edenlerin dışında kimse rahat olmayacak.

Kavanaugh’un seçilmesi ile, Mahkeme’nin alabileceği ve muhafazakarlara avantaj sağlayan kararlar Trump’ın iktidara gelmesiyle başlayan Amerikan halkının bölünmüşlüğünü ve kutuplaşmasını daha da koyulaştıracak.

Trump’un başkanlığı ile zirveye oturan popülist politikaların, liberal demokrasileri tehdit etmesi ile başlayan yeni dünya düzeni süreci yeni bir evreye girmiş bulunmakta.

Globalizasyonun dünya ülkelerindeki tüm orta sınıfları kemirmesi ve halklarının geleceğe yönelik kaygı ve korkularını tetiklemesi ile başlayan popülist siyasetler ve ortaya çıkardığı popülist politikacılar, ülkelerinin halklarının yarısına gelecekleri için şeker vadederken diğer yarısına kendinden nefret etmesini başarmış durumda. Ama işin acı tarafı bu popülist liderlerin, halkın diğer yarısının kaygılarını hiçe sayması ve oy verenlerinden aldıkları muazzam güç ile onları ötekileştirmekten hatta aşağılamaktan çekinmemeleri.

Trump’un kendisine karşı çıkan özellikle aydın kesim, akademisyenler ile medya kuruluşlarına aldığı tavrın tipik bir popülist politikacının, halkının yararı için aldığını iddia ettiği yaklaşımla tıpa tıp aynı olması bize dünyadaki benzerlerini çağrıştırmıyor değil.

Beğenmediği haberlere, hiç tereddüt etmeden ‘fake news / yalan haber’ damgası yapıştırması Trump’ın ülkesinin eğitimli ve aydın kesimine bakış açısını özetliyor adeta. Onun için yeni düşman içte de olsa aynı: Liberal ve özgürce düşünmeyi hayatlarının olmazsa olmazı yapan kesimler.

Şimdi ise dünyanın her bölgesinde popülizm baş tacı ediliyor. Popülist liderler, liberalizme karşı çıkıp milliyetçilik ve güçlü nostaljik dönemlerine dönüş hayalleri ile halklarına yeni bir gelecek vadediyor.

Lakin popülizm ve siyasetçilerinin tüm dünyada ortaya çıkmasını bir sonuç olarak görmek lazım.

Bunlar, liberal ekonomilerin yaratılan pastayı eşit dağıtmaması ile globalizasyonun buna ivme kazandırması sonucu gelecek kaygısına düşen yığınlarda karşılık bularak gelişti.

Popülist politikacıların bu kaygılara ne denli ilaç bulacakları da son derece şüpheli olsa gerek.

Tarih bize bu konuda olumlu bir örnek gösteremiyor maalesef.

Elveda liberal demokrasi.

Kaos pek yakında dünya sahnelerinde.

 

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün