Mutlak barış için insanın fıtratının evrime ihtiyacı var

İngiltere, özellikle Londra gerçekten de Avrupa’nın merkezi hatta başkenti olmuş durumda. Bankacılık ve finans dünyası haricinde neredeyse tüm alanlarda çalışanlara bakıldığında tam bir Babil Kulesi resmi görmek mümkün. Avrupa’nın zengin ülkelerinden bile insanların Londra’yı tercih etmesi Anglosakson kültürünün başarısı olarak görülmeli.

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı 1 yorum
26 Eylül 2018 Çarşamba

Londra’nın orta yerinde ünlü bir lokantada çalışan bir Macar garson, “Victor Orban (Macaristan’ın başbakanı) felaket biri. Yazık oluyor ülkeme” diyor.

“Ama seçmenin yüzde ellisinden fazla oy aldı. Demokrasiye inanmak gerekmiyor mu?” sorusunu ise şöyle cevaplıyor:

“Bu yüzde elli dediğiniz uzaklardaki, küçük şehirlerdeki ve köylerde yaşayanları kapsıyor. Bu kesim pek internet kullanmıyor, gazete de okumuyor, sadece televizyon seyredip, haberlere bakıp ülkenin durumunu sözde görüyorlar. Zira televizyon kanallarının tamamına yakını hükümet yanlısı. Orada ne görüyorlarsa gerçeklerin bunlar olduğuna inanıyor. Durup bir düşüneyim, sorgulayayım diyen kimse yok. Olan bizim gibi, hayatımızı geliştirmek, insanca ve özgürce çalışıp yükselmek isteyen şehirli ve okumuş gençlere ve ailelere oluyor. Benim ülkem şu anda benim yaşayabileceğim bir ülke değil. Londra’ya yeni hayatımı kurmak için geldim. Bakalım ne olacak...?”

Evet, dünyada günümüzde makbul olmaya başlayan illiberal demokrasilerin en parlak örneğini oluşturan Macaristan teoride demokrasiyle yönetiliyor ama otokratik liderlerinin yönetiminde her geçen gün eğitimli gençlerini kaybetmekle karşı karşıya gelmiş durumda, birçok benzer ülke gibi.

Söz konusu bu illiberal süreç, en iyi yönetim şekli olarak bildiğimiz demokrasinin dünya siyaset tarihi sürecinde ya kaybolmasına neden olacak ya da başkalaşım geçirtip yepyeni bir forma sokacak…Macar garsonun, “Bakalım ne olacak?” sorusunun altında ise, Brexit nedeniyle İngiltere’de yaşamaya devam edip edemeyeceği kaygısı yatıyor.

İngiltere, özellikle Londra gerçekten de Avrupa’nın merkezi hatta başkenti olmuş durumda. Bankacılık ve finans dünyası haricinde neredeyse tüm alanlarda çalışanlara bakıldığında tam bir Babil Kulesi resmi görmek mümkün. Avrupa’nın zengin ülkelerinden bile insanların Londra’yı tercih etmesi Anglosakson kültürünün başarısı olarak görülmeli.

Ancak bu başarının kendi vücuduna verdiği zarar yüzünden, İngiltere halkının yüzde 52’si iki sene önce Brexit oylamasına ‘evet’ diyerek Birleşik Krallığı’nın ulusların merkezi olmasına itiraz edecek, bireysel gelecek korkularının her şeyden daha hayati ve önemli olduğunu dünya âleme gösterecek, İngiltere’nin dışa açık, iyi ve donanımlı gençlerin hayallerini kabusa dönüştürecekti. Zira işlerini Avrupa’dan gelen göçmenlere kaptırma korkusu yüzde 52’ye,bu insanları barıştıran, birlikte yaşama ve çalışma pratiğine son verdirtmeye neden olacaktı.

Liberal dünya büyük şoka girecek, Avrupa’yı kasıp kavuran ve yüzyıllar süren savaşlardan sonra nihai büyük barışının simgesi olan Avrupa Birliği’nin ruhu büyük darbe alacaktı.

Ulusların tarihi sürecinde, öngörülerin aksine ulus devlet yapısı geri dönmeye başlayacaktı.

Sağcı ve popülist politikacılar insanlığın ‘mutlak barış’ hayaline bir anlamda çomak sokmuş olacaklardı, kimi oy verenlerin haklı sayılabilecek korkuları nedeniyle.

Şimdi ise İngiltere, Avrupa’dan nasıl ayrılacağının iç ve dış savaşımını veriyor…

Brexit tarafında olan, hükümetteki Muhafazakar Parti ve başkanları Theresa May bu bağlamda zorlu günler geçiriyor. Avrupa Birliği’nden sorunsuzca ve kimi haklarını koruyarak ayrılmak isteyen Theresa May’in, birliğin yöneticileri ile yaptığı son toplantı büyük bir anlaşmazlık ile sona erecekti. Yapılan ilk anlaşmalara göre 2019’un mart ayı sonunda İngiltere Brexit’i yüzde yüz hayata geçirmek zorunda. İngiltere, sadece mal dolaşımının serbest kalmasını isterken kişilerin de dolaşımının serbest kalmasını isteyen Avrupa Birliği’ne taviz vermek istemiyor. Brexit oylamasının olumlu çıkmasına neden olan yabancı göçmen korkusu haklı olarak May’i bu konuda direnmeye zorluyor.

Bu arada başı antisemitizm suçlamaları ile dertte olan İşçi Partisi Başkanı Jeremy Corbyn ise, partisinin kongresinde herkesi şaşırtan, “İcabında parti üyeleri isterse Brexit için ikinci bir referandum yapılmasını isteyeceğiz” sözleri ile Brexit gündemine bomba gibi düşecekti.

Referandum bir kez yapılır ve biterdi ama belki ilk kez tekrarlanmasından bahsediliyor, Batı demokrasilerinde.

Referandum öncesi yaşlı ve muhafazakar seçmeni kandırmak içim rakamlar ile alakalı yalan söylemekten kaçınmayan İngiliz kimi sağcı ve popülist politikacılar bugün hayallerinin hayata nasıl geçirileceği konusunda kabus görmeye başlamış durumdalar.

Avrupa Birliği, aslında derinlerde ‘mutlak barış’ı amaçlayan aydınlık insanların hayalleri üzerine kurulmuş, karşılıklı menfaatleri gözeten tarihi bir projeydi.

Şimdilerde ise Birlik, gerek gelecek korkuları, gerekse de menfaat çatışmaları nedeniyle delinmeye başlamış olan, yakın veya uzak bir gelecekte de ortadan kalkmasını isteyenlerin zaferiyle sonuçlanabilecek kadük bir projeye dönüşecek.

Avrupa’daki sinyaller o yönde maalesef.

Ezcümle, mutlak barışın sağlanması için projelerden çok insanın fıtratının evrim geçirmesi gerek.

Sigmund Freud’ün o ünlü, ‘insanın yok edici güdüsü’nün metamorfoza uğraması gerek.

Umudumuz yok haliyle…

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün