Misyoner

Dr. Elif ULUĞ Köşe Yazısı
1 Ağustos 2018 Çarşamba

Misyonerlik bu toprakların en ilgi çekici ve her dem taze konularından biridir. ABD’li papaz Brunson terör örgütleri FETÖ ve PKK adına suç işlediği gerekçesiyle 9 Aralık 2016’da tutuklandı. Brunson hakkında İzmir Cumhuriyet Savcısı Berkant Karakaya tarafından hazırlanan iddianamede, din adamı görüntüsü altında söz konusu terör örgütleri adına suç işlediği ve genel stratejileri kapsamında eylem birlikteliği içinde olduğu, örgütlerin amaçlarını bilerek ve isteyerek iş birliği yaptığı belirtilmişti. Brunson hakkında ev hapsi kararı ve elektronik kelepçe takılması sorunu alevlendirmiş görünmekle beraber; işin bu kısmı devletlerarası hukuku, yapılacak ciddi stratejik çalışmaları ve belki de sonunda karşılıklı anlaşmaları işaret ediyor. Burası benim top koşturduğum alana girmiyor ama Osmanlı’da başlayan misyonerlik çalışmaları kollarını bugünlere dek uzatmış gibi gibi… Misyonerlik niye yapılır? İnsanı dininden etmek için mi? Kültürel bir ortak alan yaratmak için mi? 20. yüzyılın başında Emperyalizmden ulus devlete ve kapitalizme dönüşte ortak pazarlar yaratmak ve aynı dili, dini, kültürü paylaşan insanların ticaret yapmaları ve o ülkelerin ekonomilerini yönetmeleri için mi? Bunları da nereden çıkarıyorsun dediğinizi duyar gibiyim o yüzden işte başlıyorum. Ve aslında Osmanlı’da çalışmalar yapmış İngiliz, Alman, Fransız misyonerleri Ortadoğu’yu hedeflemişlerdi ancak Amerikalılar doğrudan Anadolu üzerinde çalıştılar. Osmanlı’da işlerine çok karışmadı çünkü Ortodoksluğu himaye eden Ruslar ya da Katolikliği himaye eden Fransa’nın yerine Amerikalı Protestan misyonerler ehven i şer sayılabilirdi.

19. yüz­yıl dün­ya­sın­da, Os­man­lı top­rak­la­rın­da, Av­ru­pa ve Ame­ri­ka men­şe­li bir­çok mis­yo­ner grup okul, has­ta­ne, ki­li­se, mat­ba­a aç­mışlardı. Ama ilk gelenler 1820’de Pliny Fisk ve Levi Parsons’dır. İsa’nın ışığını yaymak ve medeniyetsiz, ezici Osmanlıların kurdukları düzeni değiştirmek amacı taşır. Özellikle Kudüs’ün Müslümanlarca yönetiliyor olmasından duydukları rahatsızlık bu misyonerlerin anılarında yer alır. ABCFM teş­ki­la­tı 1810’da ABD’de ve di­ğer top­lum­lar­da İn­cil’i yay­ma­yı amaçlayan mis­yo­ner bir ör­güt ola­rak or­ta­ya çı­kar. ABD dı­şı­na mis­yo­ner yol­la­yan ilk ör­güt olan ABCFM, Ya­hu­di­le­ri, Do­ğu Hris­ti­yan­la­rı­nı ve Müs­lü­man­la­rı he­deflemiş ve bu toplulukların protestanlaştırılması yönünde çalışılmıştı. Eli­as Riggs de bu ör­gü­tün bir üyesidir, 1820’de Anadolu’ya gelir ve 69 yıl Os­man­lı’da mis­yo­ner­lik yap­ar. ABCFM ulaştığı yer­ler­de okul­lar, ko­lej­ler açar. Her mis­yo­nun bir mer­ke­zi var­dı ve bu mer­kez­ler de İs­tan­bul’a bağ­lı­ydı. Osmanlı topraklarını dört misyon bölgesine ayrılmıştı. Bunlar Avrupa, Batı, Doğu ve Merkezi Türkiye Misyonlarıdır. Bir okul, bir ki­tap­çı, ba­zen de bir has­ta­ne­nin mis­yon mer­ke­zin­de yer al­dı­ğı gö­rü­lür. Do­ğu Hris­ti­yan­la­rı, özel­lik­le Er­me­ni­ler ara­sın­da­ki fa­ali­yet­le­ri güç­lü olan bu ör­güt, 1870 yı­lın­dan son­ra Er­me­ni­ler, ba­zı Rum­lar için Ana­do­lu’nun bir­çok böl­ge­sin­de ko­lej­ler açmıştı. Ancak 1860'lara kadar Müslümanları Hıristiyanlaştırma işini arka plana atarlar çünkü başta model gösterilebilecek Rum ve Ermeni kitleler yaratmak gereklidir. Çünkü Osmanlı’nın Hristiyanları da Müslümanlar gibi yaşarlar, Türkçe konuşurlar; pis, bakımsız ve özensizdirler. Aynı zamanda Amerika'ya öğrenci göndermeye başlarlar, böylece onlara kendi medeni ülkelerini gösterirler. Ayrıca Amerikalı misyonerler Doğu Kiliselerini hiç beğenmezler. Onları ‘Sözde Hristiyanlar’olarak adlandırırlar. Çünkü Katolik ve Gergoryen olan bu kiliseler zaman içinde anlaşmazlıklara düşmüşler ve özden uzaklaşmışlardı. Misyonerlere karşı antipati bu toprakların Hristiyanlarında da vardır. Mesela Robert Kolej’in kurucusu Hamlin, anılarında 1840’larda Bebek köyündeki Rum çocuklarının kendisini ve evini taşladığını; insanların onu perhiz günlerinde et yediği için kiliseye şikâyet ettiklerini, “Rumlar matruş yüzümle ve melon şapkamla dalga geçiyorlardı. Ben de sakal bırakıp fes taktım” diyerek anlatır.

En önemli Protestan kolejleri İstanbul ve Beyrut gibi merkezlerde açılır. Beyrut’ta açılan Protestan Koleji oradaki Arapları bilinçlendirip, Osmanlı’nın bitişini desteklemişti. Aynı şekilde 1863’de Cyrus Hamlin adlı misyoner tarafından kurulan Robert College Bulgaristan’ın bağımsızlığını sağlayacak kadroları yetiştirmişti. 1863-1903 arasında mezun olan ilk beşinin Bulgaristan’da başbakanlık görevinde bulunduğu ve I. Dünya Savaşı önce Bulgar kabinelerinden her birinde en az bir Robert Kolej mezununun yer aldığı görülür. Zorlu programıyla Robert Kolej’de Almanca, İngilizce ve Fransızca gibi Batı dilleri yanında başta Bulgarca ve Ermenice olmak üzere on beşe yakın değişik dil öğretiliyordu.

Bu iki kolejden başka Anadolu’da açıdan pek çok Amerikan misyoner kolejleri, aynı şekilde daha çok Ermeniler için 1852’de Harput’ta kurulmuştu. Aynı yerde 1878’de açılan Osmanlıların ‘Fırat Koleji’ dedikleri ‘Ermenistan Koleji’ (Armenian College) Protestan papazı yetiştirmek ve Ermenileri dilleri, tarihleri, edebiyatları, milliyetleri eğitimi verir. Aynı dönemde Merzifon’da ‘Anadolu Koleji’ (Anatolia College), İzmir’de Millletlerarası Kolej (International College) ile kızlar için açılan Amerikan Koleji, Antep ve Maraş’ta kızlar ve erkekler için açılan ‘Merkezi Türkiye Kolejleri’, Tarsus’taki St. Paul Enstitüsü gibi kolejler başlangıçta Hıristiyan azınlıkların çocuklarını eğitmişler, onlara milli duygular kazandırarak bilinçlendirmişler ve sonuçta ‘Osmanlı Devleti’nin yıkılışına bir katkı da sen ver’ kampanyasına dahil olmuşlardır. Çünkü Protestanlık batılı ve modern olmak demektir. 19. yüzyılın başlarından itibaren başlayan misyonerlik serüveni bu coğrafyanın kaderini ciddi biçimde değiştirmiş, düşünce dünyalarını alt üst etmiş, yönetici ve teknokrat kadroların yetişmesine destek vermiştir. Ama unutmayalım burası Anadolu’dur. Asla uzağına düşmemek, kendisine yabancılaşmamak gerekir. Batıyı bilmek kadar kendimizi de bilmek ‘erdemdir’.