‘Yaşama’ ya da ‘oduna şekil verme’ sanatı üzerine

Moris FRANSEZ Köşe Yazısı
27 Haziran 2018 Çarşamba

Kant felsefesiyle ‘Ladino’ bilgeliğinden öğreneceğimiz çok şey vardır kuşkusuz… Ama marangozluk zanaatı ve yaşama sanatının bunların içinde bulunmadığı kesin.

Bu mesleklerde ustalaşmak isteyenlere, “İnsanın eğri-büğrü odunundan düzgün bir şey yapılamaz”1 ya da “Lenyo tuerto no s’endereça” (yamuk kütük düzelmez) gibi önyargılı düşüncelerin bir yararı olacağını düşünemiyorum.

Kusursuzluğun doruğundaki bir ‘Stradivarius’ dahi, kemana dönüşmeden önce, yamuk-yumuk bir odundan başka bir şey değildi… Ve Michelangelo, atölyesindeki şekilsiz mermer bloktan, “David olmayan kısımları yontup çıkarmaya” girişmeseydi, bizlere dünyanın en zarif heykelini değil, kocaman bir taş parçası bırakmış olacaktı.

***

Lafa odun ve mermerden girdim ama, asıl niyetim, sanatların en zorundan, ‘yaşama sanatından’ söz etmek.

Sanata, eldeki bir malzemeyi, sanatçının hayalinde canlandırdığı bir modele dönüştürme çalışması olarak bakıldığı zaman, yaşama sanatının ne kadar zor bir uğraş olduğu görülebilir… Öyle bir sanat düşünün ki, sanatçıyla malzemesi aynı kişi… “Ben kendimi kusursuz kılmak istiyorum…” dediğiniz zaman, “Ben” kim?.. “Kendim” kim?.. “Kusursuz” nedir?..

Zihnimi kurcalayan bir soru var:

Beden ve zihnimden oluşan yaşam malzememe biçim vermem gerçekten mümkün mü?… Yoksa, genetiğimin ve yaşadıklarımın etkisiyle “ne çıktıysa ona” katlanmaya mahkum muyum?

Ya da, şöyle sorayım: İnsan, tekamül edebilir mi?

***

 1.   Doğa Ana’nın Yanıtı

Doğa, türümüzün kendisini kusursuz kılmasına olanak tanımak niyetiyle olacak, bizi yaşama güdüsü yanında, bir de, bilinç, duygu, bellek ve hayal gücüyle donatmış.

Otomatik bir kendi-kendini-ıslah mekanizması, içimizde şöyle çalışıyor:

Beden-zihin birliği malzememiz, bilincimize hiç danışmadan, yaşamda kalmaya çabalıyor…

Ama bir bilinçle donatılı olduğumuz için, yaşadıklarımızın bir kısmının ‘farkına varıyoruz’…

Tüm yaşadıklarımız, bizde bazen mutlu, bazen mutsuz duygular uyandırıyor…

Belleğimiz sayesinde, hangi durumların bizi mutlu, hangilerinin mutsuz kıldığını anımsıyoruz…

Ve nihayet, bir hayal gücüyle donatılı olduğumuz için, henüz yaşamadığımız durumları da imgeleyebiliyoruz.

İçimizdeki bu ince ve ustaca yapılmış ‘otomatik mekanizma’, yaşamın ölümden, sevincin hüzünden, dostlukların husumetten, sevginin nefretten iyi olduğunu öğrenmeye, onu mutsuz kılan ve gücünü baskılayan durumlardan sakınmaya başlıyor.

Anlaşılan o ki, doğanın büyük planı içinde, insanın kusurlarından arınması da var… İşi ‘doğasına’ bırakırsak, birkaç milyon yıl içinde kusursuz olacağımız kesin.

 2.   İnsan Aklının Yanıtı

Kafamızın içindeki ‘akıl hocasının’ da bazı yanıtları yok değil.

“Doğanın içimize kendini-ıslah tohumları ekmiş olması seni teselli etmesin…  Doğa ananın zamanı bol… Seninki sınırlı… Kişisel evrimini yaşam süren içinde tamamlaman gerekiyor.”

“Senin sağlık ve mutluluğun, Doğanın umurunda değil… “İyi” yaşadığın için kimseden ödül bekleme… İyiliğin kendisi ödül zaten.”

“Kendi doğana kulak ver: Yaşamın ölümden, huzurun sıkıntıdan, dostluğun düşmanlıktan, anlayışın kızgınlıktan değerli olduğunu o sana söyleyecektir… Senin için değerli olanın peşinden git.”

“Senin duygularını “başkaları” üretmiyor… Duyduğun sevginin de nefretin de kaynağı sensin… Başka sorumlu arama.”

“Zihninle bedenin senin yaşam malzemen… Bu değerli hazineyi nasıl besleyeceğini anlamaya çalış.”

 “Merak ettiklerini başkasına değil, hep bana danış. İşleri akılla ele almak, alışkanlık yaratır. Yararlı alışkanlıklar edin.”

 […]

“Ve bir gün gelir de, nasıl mutlu olacağını bana dahi sormazsan, bil ki, artık mutlusun.”

 

------

 

1 Immanuel Kant: Idea for a General History with a Cosmopolitan Purpose (1784) Önerme 6.