Tarihsel bir eksikliğin bunalımı -2

Metin SARFATİ Köşe Yazısı
20 Haziran 2018 Çarşamba

“Zenginliğe sürekli zenginlik katandan uzak durun.”     İşaya

 

Kristof Kolomb: Bilinmeyenin yolunda

Çok eskilerden kalan Yahudi tınıları ile beslenen ruhu belki de gizem dolu bir yeniye çağıracaktır durmaksızın Kolomb’u. Kendisinden yardım istediği Portekiz kralı ona “yeni olan hiçbir şey iyi olamaz, iyi olan da yeni olamaz” deyip onu reddettiğinde bu mistik yenilikçinin ihtirası sadece bilenecekti. “Bilinmez bir ses uykularımı bölüyor” diye yazacaktı not defterine. İnsan varlığına çok güvenen bu iyimsere gelen mesaj yer üzeri yönetiminin yeni sahibine devredilmesi gereğine ilişkindi sanki. Tanrı gökyüzüne çekilmeliydi.

Evet, Kolomb sonuna kadar inançlıydı ama bu tarafta da ancak insanın yapabileceği bir şeyler vardı. Özgürleşme ve zenginleşme bunun için temel şartlardı. Öyle ise o da zenginlik ve özgürlük arayacaktı. Kendisine destek olan İspanya kraliçesinin gözlerini, bulacağı sarı madenle kamaştıracaktı. Ama o da ortak olacaktı bu zenginliğe.

Yer üzeri cennetini bulduğunu yazacaktı Amerika kıtasındaki bir ülkeyi gördüğünde. Bu cennetin yolları bile altınla döşenmiş olmalıydı. Tam bilincinde miydi bilinmez ama bu gizemli kişilik insanlığı (en azından bir kısmını) belli ki yepyeni bir döneme götürecek yolu açıyordu. Odasında sürekli matematik, astronomi kitaplarının arasında kendini unutan bu büyük ihtiraslı, insanlığı da bilimin ve aklın öncülüğünde, çelişkili yeni bir döneme taşıyacaktı. Ama kesin olan artık, kutsalın aklının yerini insan aklına terk edeceğiydi.

Bu dönem yeni risklerin yolunu da açacaktı. İnsan olan, ihtirasının eşliğinde sonsuzluğa kanat açmayı deneyebilecekti. Mesela ihtiraslı zenginlik arayışı ve birikimi modern zamanlara temel rengini verecek ama bu da insanlığın kanlı serüvenlerine yenilerini ekleyecekti.

Molière ve ‘cimri’si

Kolomb’un da aklı ihtirasına egemen olamayacak, zenginleşme hırsı onun ve adamlarının bilincini karartacaktı. Fakat açtığı yolda eski zamanlarda var olmayan yeni bir kişilik belirecekti. Daha önce vurguladık; entelektüel olarak isimlendirilecektir tarih sahnesine bu yeni giren. Modern dönemin zihin açıcısı, yol göstericisi ama en önemlisi eleştirileri ile uyaranı olacaktır o. Ve eleştirilerin başında, kaçınılmaz, ihtirasına tutsak düşen hedef alınacaktır. Zenginlik arayışı da yeni zamanlarda insan ruhunu köleleştiren en büyük ihtiras olduğundan entelektüel eleştirilerini öncelikle buraya yöneltecektir.

“Altın arama” ve zenginlik biriktirme sevdası yeni zamanlarda artık hiç bitmeyecekse de bununla savaşım ve eleştiri de hiç tükenmeyecektir. Örneğin Molière hiçbir zaman görmediği ve harcayamayacağı parasına tutsak olmuş kişiliği konu edinecektir. Ünlü ‘Cimri’sinde zaten kullanamayacağı kadar çok parası olanın bunu kaybettiğinde niye üzüldüğünü traji-komik bir şekilde sorgulayacaktır.

Molière tek olmayacaktır kuşkusuz; yeni zamanların diğer entelektüelleri de zenginleşme ihtirasını ve bunun üzerine kurulu sistemi eleştireceklerdir. İnsanı uyaracaktır entelektüel, “Cehennem bu tarafta ve onu siz yaratıyorsunuz” diyecektir.

Zenginleşme tutkusunun övülmesi ile yaşam bulan modern zamanlar, eleştirisini de böylece kendi içinden çıkaracaktır. Zenginleşme özgürleşme ile birlikte anlam kazanandır çünkü. Aklın tutsak olduğu yerde özgürlüğün mümkün olamayacağı ileri sürülecektir.

Sanki bugünü ve bizim tutsaklığımızı anlatıyor olacaklardır.

Kraliçe İsabelle özgürleşmenin yollarını açarken

Kolomb insanlığın büyük serüvenini İspanya kraliçesinin onayı ve desteği ile başlatırken, tarih bitmez paradoks ve dramlarından birini daha sergileyecektir. Kolomb’un demir aldığı 1492 tarihi Yahudiler için yeni bir dönemin yolunu açacaktır. İspanya’dan zorunlu göç aynı tarihe denk düşecektir. Sürülen Yahudilerin bir kısmı Kolomb’un gemisine doluşurken azımsanmayacak sayıda bir kısmı da doğuya, büyük Sultan’ın, Osmanlı’nın, topraklarına doğru yola çıkacak ve buraya yerleşecektir.

Bu gelenlerin bilincinde İspanya’nın hatırası zaman içinde soluklaşacak ve yazgıları kaçınılmaz bir şekilde yeni toprakların sakinleri ile bütünleşecektir. Onların kaderi artık kendi kaderleri de olacaktır.

Bu topraklar eski dünyaya aittir ve burada muhtemelen Kolomb’a izin vermeyen Portekiz kralı ile aynı görüş paylaşılmaktadır; “yeni olan kötüdür, iyi olan yeni değildir”. Egemenlik bu topraklarda batıdaki gibi akla devredilmeyecektir. Kolomb insana güvenip özgürleştirmeye çalışsa da bu topraklarda henüz bu türden bir istek yoktur. Modern zamanlardaki anlamı ile zenginleşme ve birikim yapma isteği de yoktur. Bunun meşru yolları da zaten yapısal olarak kapalıdır. Bu durumda birey yoktur, doğal olarak entelektüel de olmayacaktır. Diğer bir deyişle yanlışın olup olmadığını, varsa nerde olduğunu söyleyecek kimse olmayacaktır. Öyle ise birey de toplum da geçerli olanın mutlaka doğru ve erdemli olduğunu düşünecektir.

Tüm bu söylenenler bu toprakların üzerinde yaşayan Yahudi için de geçerli olacaktır. Onun da entelektüeli yaşam bulmayacaktır. Din adamının önderliğine teslim olunacaktır. Onun ister istemez kısıtlı ve dar dünya algısı tek varoluş biçimi olarak sunulacaktır.

Yahudiliğin eleştirel duruşu batıdaki benzerinin tersine bu topraklarda yok olacaktır.

Geciken modernleşme

Yahudi’nin ve içinde yaşadığı toplumun düşünsel yaşamı benzer bir şekilde kısır kalacaktır böylece. Bu, modernleşmeye ağır aksak da olsa geçişle birlikte yeni bir şekle bürünecektir. Osmanlı’da modernleşme ilk başta yeni maddi imkânlara kavuşmak değil miydi? Yahudi toplumu için de modern olmak öncelikle (istisnaların dışında) batılı ‘din kardeşleri’ ile eşit maddi imkânlara kavuşmak olarak algılanacaktı.

Kolomb’dan kalan hatıra altın arayışından ibaret olacaktı böylece. İçinde yaşanılan toplumda ve Yahudi topluluğunda modernleşme öncelikle bir tüketim projesi olarak düşünülecekti. Temel dönüşüm burada aranacaktı. Bu kavrayış batıdaki ‘kardeşlerinin’ konuştukları yabancı dilleri öğrenmekten, yiyip-içme kültürüne kadar bütün bir yaşama egemen olacaktı.

Bu toplumdan Kafka, Freud, Benjamin, Marx, Luxembourg’un çıkmama nedenleri çok önemsenmeyecektir. Rockefeller ise ortak bir ideal haline gelebilecektir.

Fakat daha da vahim olan batıda olduğu gibi zenginleşme - erdem ilişkisini tartışacak ve topluma yön verecek büyük entelektüelin eksikliğinin dahi hissedilmemesi olacaktır.

Yahudilik böylece bu topraklarda kısır ve dogmatik serüvenine devam edecektir.

 Yazı 3. bölümle devam edecektir.