Taşra Kabare

Erdoğan MİTRANİ Sanat
18 Nisan 2018 Çarşamba

Nergis Öztürk ve Cemal Toktaş, ikisi de sağlam bir tiyatro eğitimi almış olmalarına karşın sinema ve TV’de ünlenmişler, aynı dizilerde çalışırken âşık olmuş, evlenmişler; Yaman adlı dünya tatlısı bir oğulları var.

Henüz birbirlerini tanımazken bile kabare yapmayı, restoranı olan bir tiyatro kurmayı hayal ederlermiş. Birliktelikleriyle bu hayaller de buluşunca gerçekleştirilme sürecine girmişler. Tiyatro oyunları ve film projeleri üreten bir kültür ve sanat yapım merkezi olarak 2015’te kurdukları Taşra Kabare, Ağustos 2016’dan itibaren, kendi mekânında faaliyete başladı.

Adından başlayalım. İkisi de taşra kökenli olmalarına karşın ‘taşra’ sözcüğünü kasabalılık kavramının karşılığı olarak kullanmıyorlar. Taşra Kabare’nin isim babası Cemal Toktaş, “Toplum bu kadar birbirinden ayrışmışken sanatla halkı da birbirinden ayırıyorlar. Aslında hepsinin bir bütün olduğunu belirtmek adına ‘taşra’ diye düşündük. ‘Halka inelim derler, ya halka soralım’ halk nerede ki sen halka iniyorsun. Halka inilmez halkın huzuruna çıkılır. O yüzden ‘taşra’ kelimesini kullandık. ‘Taşra’ kelimesini burada, samimiyet, hoşgörü, misafirperverlik, birliktelik olarak doldurmaya çalışıyoruz” diyor.

Gerçekten de, Taşra Kabare’ye girildiğinde ilk hissedilen bu samimiyet ve misafirperverlik duygusu. Şefinden garsonuna, ünlüsünden ünsüzüne herkesin doğal davrandığı, herkesin yüzünün güldüğü sımsıcak bir ortam.

Üst kattaki ahşap kapıdan içeri girince sağda güzel bir bar, içeride ferah bir restoran, dipte de sahne. Restoran, kışın büyük bir bölümüyle bahar ve yaz aylarında ön taraftaki üstü kapalı terasa taşıyor. Samimi café-restaurant havasına bakıp hepsinde neredeyse aynı tatlarda benzer menülerin sunulduğu yerlerden biri sanmayın sakın. 36 yıl Almanya’da şef olarak çalıştıktan sonra restoranın başına geçen Nergis’in teyzesi Gülcan Güzel, özel tarifleri, ev yapımı Alman makarnaları ve şnitzelleriyle butik bir menü hazırlamış. Makul fiyata hem emsallerinden değişik hem de lezzetli yemekler yeniyor.

Bu kat, sezon sonuna kadar, Ayça Işıldar’ın Nergis Öztürk’le Cemal Toktaş’ın öyküsünden yola çıkarak yazdığı, Oğuz Utku Güneş’in yönettiği ‘Düşperest’in de sahnelendiği Kabare Katı. Bu kabare oyununu 20, 21, 27 ve 28 Nisan 20.30’da izlemek mümkün. Diğer gecelerde ise poptan caza, alaturkadan arabeske çok sayıda misafir etkinlik var.

Kulislerin olmadığı, oyuncuların ya da müzisyenlerin sahneye seyircilerin arasından geçerek girdiği bu katta, oyunu ya da konseri içkinizi yudumlayarak, yemeğinizi yiyerek izleyebiliyorsunuz.

Kabare Katı’nın içinden sol taraftaki bir kapıdan geçerek alttaki Sofa Katı’na iniliyor. Burada, 70 ilâ 110 seyirci kapasiteli, kolonsuz, değişken kara kutu formunda bir tiyatro salonu var. Sofa Katı’nda her perşembe Taşra Kabare’nin yeni prodüksiyonu ‘Alacakaranlık Kuşağı’  sahneleniyor. Oğuz Utku Güneş’in, bilim kurgu-gizem türünde çok sayıda filmin çıkış noktası olan 1959 yapımı kült TV dizisi ‘The Twilight Zone’un gerçeküstü temalarından yola çıkarak kaleme aldığı bu oyun; iç içe geçen, beş oyuncunun 17 rolü üstlendiği dört hikayeden oluşuyor. Diğer günlerde Sofa Katı’nda misafir toplulukların oyunları sahneleniyor. Web sitelerinde Taşra Kabare’yi “Tiyatro Oyunları - Sinema Filmleri - Müzikli Oyunlar üretmeyi amaç edinmiş, kesinlikle Arabesk - Pop - Caz - Alaturka bir yapılanma” olarak açıklıyorlar.

Tektaş’ın yazmış olduğu ilk oyunları ‘Temizlik İşleri’nin pop, geçen sezon Sofa Katı’nda sahnelemiş oldukları ‘Ölüm Hastalığı’nın caz, geçen sezonun kabaresi olan İonesco’nun ‘Kel Şarkıcı’sının da Taşra Kabare’nin alaturka halleri olduğunu söyleyen Nergis Öztürk, bu sezon sahnelemeye başladıkları yeni kabare ‘Düşperest’in de Taşra Kabare’nin arabesk hâli olduğunu ekliyor.

Hem midenizi, hem gözünüzü, hem kulaklarınızı keyifle doldurmak, sevimli ve samimi bir ortamda nefis zaman geçirmek için benzersiz bir mekân. Öylesine alışkanlık yapıyor ki, bütün oyunları izlemiş bile olsanız, Kadıköy civarında olduğunuzda, bir şeyler atıştırmak ya da bir kahve içmek için uğramadan edemiyorsunuz. Ulaşımı, kentin Avrupa yakasında oturanlar için bile kolay ötesi. Kadıköy-Beşiktaş iskelesine üç-beş dakikalık yürüme mesafesinde, Kadıköy, Neşet Ömer Sokağı No:7’de.

Entropi Sahne’de bir Dejan Dukowski oyunu: ‘PRAZDI GRAD / BOŞ ŞEHİR’

Türk seyircisi, Avrupa’nın orta yerinde, Eski Yugoslavya’nın bölünmesine yol açan trajik savaşın dehşet verici izlerini taşıyan oyunlarıyla ün yapan, 1969 doğumlu Makedon yazar Dejan Dukovski’yi çok sayıda ödül almış 1998 tarihli ‘Bure Baruta / Barut Fıçısı’ filminin, kendi oyunundan uyarladığı senaryosunun yazarı olarak tanıdı. Savaşın dehşetine mizahı keskin bir silah gibi kullanarak, bölünmüş bir kurguyla 11 ayrı öyküyle odaklanan ‘Barut Fıçısı’, sonraları tiyatrolarımızda birkaç kez sahnelendi. Yıldıray Şahinler’in İstanbul Halk Tiyatrosunda yönettiği son prodüksiyonu oynanmaya devam ediyor.

Barut Fıçısı’ndan sonra üç oyunu daha filme çekilen Dukovski’nin 2007’de yazdığı, Bilge Emin’in Türkçeye çevirdi ği, Dramaturgisi Dilek Tekintaş’a ait olan, Yurdaer Okur’un yönettiği ‘Prazni Grad / Boş Şehir’, bu sezon, Entropi Sahne’de.

“Bugüne, şehre, savaşa, kardeşliğe dair çarpıcı ve trajik bir kara komedi olan  ‘Boş Şehir’, kaçınılmaz bir sona doğru giden, karşı cephelerde savaşmış iki asker kaçağı kardeşin, tarafların kim olduğunun ve neden çarpışıldığının bilinmediği bir savaşın ortasında, yıkılmış, insansız kalmış boş bir şehirde karşılaşmalarının öyküsüdür. Ölümlerine birkaç saat kala karşılaşan Gyore ve Gero, dolu dolu yaşamaya çalıştıkları bu son saatlerinde, savaş, düşmanlık, esaret, aşk, aile, cinsellik, para, kumar, içki, kadın, arkadaşlık, cinayet, din ve ölüm temaları üzerinden, kendileriyle, birbirleriyle ve hayatla hesaplaşırken doğrular, yalanlar, gerçekler ve hayaller birbirine dolanmaya başlıyor.”

Dukovski, kendi döneminde yaşadıklarından da yola çıkarak, kardeşi kardeşe kırdıran, tek kazananın her iki taraftaki egemen güçler olduğu bu anlamsız vahşeti sorgularken, savaşın acımasızlığını, varoluşun çıkmazlarını, abi kardeş ilişkilerini hınzır bir ironinin hâkim olduğu müthiş karanlık bir güldürü formatında aktarıyor. Dekor-kostüm tasarımını Başak Özdoğan’ın, ışık tasarımını Arek Nişanyan’ın, özgün müziğini besteleyen Akın Sevgör’ün ses tasarımını üstlendiği Boş Şehir’in kardeşlerini Mehmet Tekatlı ile Umut Beşkırma canlandırıyor.

Yurdaer Okur’un temposu hiç düşmeyen mizanseni, Başak Özdoğan’ın yarı soyut mekânının terkedilmiş bir şehir olduğunun altını çizercesine, izleyicinin sadece ışık ve müzik eşliğinde bomboş bir sahneye baktığı uzun bir ön oyunla başlıyor. 

​Mehmet Tekatlı ile Umut Beşkırma enkaza dönmüş şehrin farklı mekânlarında vakit geçirerek bir yandan geçmişleriyle hesaplaşan, diğer taraftan da hiç gerçekleştiremeyecekleri hayaller kuran iki kardeşi başarıyla yorumluyorlar. Yalanla gerçeğin karıştığı oyunda, buldukları aksesuarların ve kostümlerin de desteğiyle, gerçek ile gerçeküstünü, trajikle komiği zekice harmanlıyorlar.

Savaş karşıtlığını büyük laflar etmeksizin, kişisel bir öykü üzerinden zekice ele alan, iyi yönetilmiş, iyi oynanmış bir oyun. 21 Nisan’da Entropi Sahne’de.