Craft Kadıköy’de ‘Killology’

Genç yaşına rağmen birçok ödüllü oyun kaleme almış Galli yazar Grry Owen’ın Türkiye’de sahnelenen ilk oyunu ‘Killology’ yılın en iyi oyunlarından.

Erdoğan MİTRANİ Sanat
4 Nisan 2018 Çarşamba

“Aslında karanlık diye bir şey yok. Hepsi aydınlık. Her yerde yıldızlar var, her tarafta, gökyüzünün her bir noktasında. Neden karanlık görünüyorlar biliyor musun, çünkü yıldızlar çok uzaktalar, ışık da zamansızlıktan henüz bizi bulamadı. Ama bulacak ve bir gün gökyüzü hep aydınlık olacak, baktığın her yer ışık olacak.”

Paul, ayrıcalıklı yetiştirilmenin avantajlarını boşa harcadığını iddia eden babasına hırslanarak, kendisine milyonlar kazandıran Killology adlı bilgisayar oyununu yaratmıştır.

Killology öldürmek üzerine bir oyundur, cinayet sürecinde kurbanlarına işkence eden her oyuncu eziyetlerindeki yaratıcılığa göre ekstra puan toplayarak üst kademeye geçmeye hak kazanmaktadır. Paul, yaptıklarına bakamayanlar puan kaybettiği için, en karanlık düşlerin yaşanmasına olanak tanıyan oyununda kurbanlara acı çektirirken ekrana bakmak zorunluğunun oyuncuyu kendini sorgulamaya zorladığını ve bu sebeple son derece ahlaki olduğunu iddia etmektedir.

Alan, oğlunun öldürülmesinden sorumlu tuttuğu adamdan intikam planları yaparken hissettiği dehşetin üstesinden gelmeye çalışmaktadır. Olasıdır ki, tüm yaşamını sadece 18 ay babalık ettikten sonra terk ettiği, ayda yılda bir gördüğü oğlunun anısına adayarak takıntılı bir intikam tutkununa dönüşmesinde, oğlunu yetiştirmediği, korumasız bıraktığı için kendisini suçlamasının da payı vardır.

Henüz 11 yaşındayken, annesine sokakların psikopatlarla dolu olduğunu, her gece eve sağ dönmenin sadece şans eseri olduğunu anlatamayacağının bilincinde olan, baskıcı annesi tarafından yoksulluk içinde yetiştirilmiş varoş çocuğu Davey, şiddetin egemen olduğu, zorbalıklara, saldırılara ve cinayetlere göz yumulduğu ortamında kendine bir çıkış yolu aramaktadır.

Son oyunu ‘Killology’ 2017’de prömiyer yapmış, 1972 doğumlu Gary Owen, genç yaşına karşın çok sayıda ödüllü oyun kaleme almış Galli bir yazar. Sıcağı sıcağına Craft Kadıköy’e gelen Killology, sanırım Türkiye’de sahnelenen ilk oyunu.

Yanlış yetiştirilmenin masum kurbanları mıyız, yoksa yaşamanın değerini küçümseyerek şiddete karşı duyarsız bir toplum oluşturmakta işbirlikçilik mi yapıyoruz?

Şiddet dolu bir bilgisayar oyunundan yola çıkan Killology, çıkış noktasını aşarak, günümüz toplumunda şiddeti, şiddetle bağlantılı suçluluk duygusunu, mide bulandırıcı çağcıl ahlak anlayışımızı irdelemeye başlıyor. Bunu baba-oğul ilişkilerinin dinamiklerini derinlemesine inceleyerek, giderek paramparça ederek yapıyor. Owen’ın müthiş sağlam metni, babalar, baba olmak isteyip de babalık yapamayanlar, oğullar, oğul olmak isteyip de baba bulamayanların trajik öykülerini anlatıyor. İki saat süren oyunun, yaklaşık 1,5 saatini alan ilk bölüm, kurbandan cellada ya da cellattan kurbana rahatlıkla dönüşebilen üç karakterin monologlarını iç içe geçirip birbirini cevaplayan ya da tamamlayan diyaloglara dönüştürerek ve sonunda üç farklı öyküyü başarıyla kesiştirerek gelişiyor. Kısa ikinci bölüm ise, olanlarla olabilecekler arasında gidip gelerek, gerçekle düşseli harmanlayarak gözünüz yaşarmadan izlemenin zor olduğu, hem tokat gibi sert hem de müthiş dokunaklı bir finale ulaşıyor.

Hira Tekindor’un Türkçeye çevirdiği oyunu Craft Kadıköy’de, ‘Yutmak’ oyununun sağlam metin yorumlaması ve etkileyici oyuncu yönetimiyle geçen sezonun en heyecan verici keşfi olarak karşımıza çıkan genç tiyatrocu, İbrahim Çiçek yönetiyor. İlk yönetmenlik çalışmasını aşan bu sahnelemeyle de, Yutmak’ın bir tesadüf olmadığını, geleceğin değil, günümüzün Türk Tiyatrosunun en önemli yaratıcı yönetmenlerinden biri olduğunu bir kez daha kanıtlıyor.

Killology, İbrahim’in uzun süredir üzerinde çalıştığı bir proje. Önce oyunu, ipleri, ağaçları minibüsün gerektirdiği ek derinliği ile hem bilgisayar ortamının hem yaşanan dünyanın tekinsizliğini etkileyici olarak var eden mekânına kadar (Kerem Çetinel / Dekor-Işık, Ömer Sarıgedik / Ses-Efekt-Müzik) kafasında tasarlamış, sonra da provalara girişmiş. 300 saat kadar çalıştıktan sonra bu kast ile istediği gibi çıkmayacağını fark ederek, tanıdığı, sevdiği yeni bir ekiple sıfırdan başlamış. Dört ay süren zorlu prova sürecinden sonra ortaya kusursuza yakın bir iş çıkmış. Güven Murat Akpınar, Ozan Dolunay ve Serkan Altunorak karakterlerini sesleri yüzleri ve bedenleriyle yorumlayan olağanüstü bir takım oluşturuyorlar. ‘Garaj’ın öğrencisi Kahraman’dan beri epey yol almış olan Güven Murat Akpınar, Alan’ın trajik ikilemini en ince ayrıntılarına kadar izleyiciye hissettiriyor. İlk kez sahneye çıkan Ozan Dolunay, 8, 11, 15 yaşlarında çocuk ve yetişkin genç Davey olarak, her dönemin yaşına uyum sağlamakta başarılı parlak bir keşif. DOT’un has oyuncularından ‘Kürklü Merkür’, ‘Vur/Yağmala/Yeniden’, ‘Alışverişve S…ş’ ve ‘Fight Night / Dövüş Gecesi’nden tanıyıp sevdiğimiz Serkan Altunorak, sanki 11 yıl önce sahneye çıktığından beri bir gram kilo ve bir gün yaş almamış. Duygu skalasının her rengini derinlemesine veren oyunculuğuna beklenmedik bir pole dance / direkt dansı katmayı da başaran Serkan, hayatının en iyi performanslarından birini sergiliyor. Başta Serkan olmak üzere üçünün de en iyi erkek oyuncu adaylıkları kimse için sürpriz olmaz sanırım. Yağmur Su Alparslan / Koreografi ve Göksun Büyükkahraman / Hareket eğitmenlerinin önemli katkısını da unutmayalım.

Oyuncularından yapabildiklerinin en iyisini almasını bilen genç bir yönetmenden, açık bir yara kadar acılı, sert ama şefkat dolu müthiş bir yorum. Yılın en iyi oyunlarından biri, belki de en iyisi. Sakın kaçırmayın. Sezonun en zor yer bulunan oyunlarından. 2, 4, 11, 14, 17, 18 ve 25 Nisan’da ve haziran ortalarına kadar Craft Kadıköy’de.

Sarı Sandalye’de ‘Düğün’

Galatasaray Üniversitesi Tiyatro Topluluğu çıkışlı gençlerin 2014’te kurduğu Sarı Sandalye, imkânsızı mümkün kılan çalışmayla, Georges Perec’nin ‘Ücret Artışı Talebinde Bulunmak İçin Servis Şefine Yanaşma Sanatı ve Biçimi’ adlı metninin teatral karşılığını başarıyla bularak girdiği tiyatro serüvenine, yine edebiyattan tiyatroya aktardıkları iki farklı çalışmaya ‘Açlık’ ve ‘O, Hakkâri’de Bir Mevsim’ ile devam etmişti. Kimi zaman özgün metinlerini de aşan çok başarılı üç edebiyat uyarlamasının ardından topluluk ilk kez,  tiyatro için yazılmış bir metni, Fransız yazar Jean-Luc Lagarce’ın (1957-1995) ‘Evdeydim ve Yağmurun Gelmesini Bekliyordum’ oyununa farklı bir bakış açısıyla çok etkileyici bir yorum getirerek sahnelemişti. Ele aldığı tüm metinlerle keyifle oynayarak, imbiğinden geçirerek yeniden yorumlayan, çağcıl ve ayrıksı bakış açılarına karşın yazarın özüne her zaman sadık kalan Sarı Sandalye, bu kez Bertolt Brecht’in ilk dönem tek perdelik oyunlarından ‘Düğün’e el atıyor. Yönetmen yardımcılığı ve ses tasarımını Aylin Yeşim Altunbulak’ın, dekor tasarımını Jesse Gagliardi ve Marta Montevecchi’nin, ışık tasarımını Sencan Oytun Tokuç ve Doğa Nalbantoğlu’nun, kostüm tasarımını Aylin Yeşim Altunbulak ve Nazlı Ceren Tekeli’nin, müziği Berk Kalyoncu ve Aylin Yeşim Altunbulak’ın üstlendiği Düğün’de, yönetmen Doğa Nalbantoğlu ile Şeyiba Ceren Ülgen, Canan Günaştı, Emre Yıldızlar ve Sencan Oytun Tokuç’tan oluşan oyuncu ekibi Brecht’in Küçük Burjuva toplumundaki gizli kalmış çarpıklıkları ortaya çıkardığı, biraz da eskimiş metnine, benzersiz yaklaşımla taptaze bir soluk getiriyorlar.

Orta sınıf bir çiftin düğün yemeğinde geçen oyunun başlarında olaylar yüzeyde sorunsuz ve keyifli giderken, gece ilerledikçe insanların iç yüzleri belli olmaya, ilişkiler medeniden vahşiye doğru gelişmeye, toplumsal vahşet ortaya çıkmaya başlar. Bireyin toplum içinde istemediği rollere bürünerek yapay hareket etmesinden ve herkesin fark ettiği duygu ve tepkileri baskı altına alarak saklamaya çalışmasından yola çıkan topluluk metni seyirciye bir Fiziksel Tiyatro Çalışması olarak aktarıyor.

Bedenin metinden daha etkili olduğu bir anlatım şekli olarak tarif edebileceğimiz, hem oyuncunun hem yönetmenin özgürlüğünü ve özgünlüğünü sağlayan Fiziksel Tiyatro yeni bir kavram değil. Tiyatro, doğuşundan itibaren hareketle / fiziksellikle başlamış, ideolojik araca dönüşmeye, gündelik yaşamı yansıtmaya, yazara, metne ve söze ağırlık verilmeye başlandığında, fiziksel anlatımdan giderek uzaklaşılmıştır. Çağcıl Fiziksel Tiyatroyu pedagojik yaklaşımla yöntem haline getiren, 1956’da Paris’te açtığı, L’École Internationale de Théâtre Jacques Lecoq bünyesinde,1999’daki ölümüne kadar eğitmenlik yapan Jacques Lecoq’tur. Lecoq pedagojisi eğitimi, öğrencilerini bedensel ve duygusal farkındalıklarını keşfederek teatral yaratım dillerini araştırmaya yönelten, beden ve harekete odaklanarak, buffon, clown, fiziksel hikâye anlatıcılığı, maske oyunculuğu, grotesk oyunculuk gibi farklı disiplinleri de harmanlayan bir yöntemdir.

Sarı Sandalye’nin eski oyunlarından tanıdığımız Canan ve Ceren’le ilk kez karşımıza çıkan Emre ve Sencan, Lecoq eğitiminden gelmiş olmanın yetkinliğiyle, sadece mimikleri ve sesleriyle değil, tüm bedenleriyle konuşarak olağanüstü bir görsel işitsel şölen oluşturuyorlar. Anlatması neredeyse imkânsız, seyretmesi heyecan verici, müthiş etkileyici… İzlenmesi şart. 5 ve 25 Nisan noact, 14 Nisan Sahne Pulchérie’de.