Tıp ve sanat

Dr. Musa ALBUKREK Toplum
7 Mart 2018 Çarşamba

Dr. Musa Albukrek

Hekimler, genellikle sanatla ilgilenir. Eski çağlarda tıp ile sanat aynı kişiler tarafından icra edilirdi ve sırası ile filozof, ulema, hümanist gibi isimlerle zikredilirlerdi. Çağımızda bu meslekler zorunlu olarak birbirlerinden ayrılmışsalar da hekim, genelde sanattan vazgeçmemiştir.

Tıbbın sanata yansıması

Geçmiş çağlardan bugüne, resim, heykel ve edebiyat gibi, sanatın pek çok dalında, hasta, hastalık gibi olgular sıkça işlenmiştir.

Rembrandt’ın ‘Anatomi Dersi’, Bruegel’in ‘Körler’ konulu tabloları, Moliere’in  ‘Hastalık Hastası’ veya Türk edebiyatından ‘34. Koğuş’ akla ilk gelen örneklerdir.

Anatomi bilgisi güzel sanatlar akademisinin kaçınılmaz temel öğesi olduğu gibi, sibernetik ilmi biyolojik fenomenleri, ilim ve sanata uygulamayı üstlenmektedir. Sanat tarihinde, bunun en çarpıcı örneklerinden biri de Michelangelo’nun Sen Pier Katedralinin kubbesini inşa ederken, kafatası yapısını model olarak değerlendirmiş olmasıdır, hiç kuşkusuz.

 

Sanatın tıbba katkısı

Daha antik çağlarda, Bergama’daki Asklepion Terapia’sında ruh hastaları flüt ve lir ile yapılan müziğin etkisi ile tedavi edilirlerdi. Bir zaman sonra, Selçuklu dönemi şifahanelerinde su sesi eşliğinde uygulanan saz ve ney nağmeleri, bir tür tedavi yöntemi olarak değerlendirildi.

Günümüzde resim, müzik ve dans psikoterapisi (art terapi), başlı başına bir uzmanlık koludur. Psiko-drama psikanalize yardımcı olmakta.

Müziko-terapi de, kalp ritminin regülasyonunda faydalı olmaktadır.

El sanatları ve brikolaj gibi uğraşlar post-travmatik rehabilitasyonda uygulanmaktadır. Tıpta kullanılan medikal alet ve protezler, anatomik ve cerrahi teknik, resim ve fotoğraflar birer sanat ürünüdürler.

Sanatla tıbbın en çok yaklaştıkları alan ise şüphesiz ‘estetik ve rekonstrüktif’ cerrahidir.

Daha ileriye gidip, bugün uygulanmakta olan ‘endoskopik cerrahi’ prensibinin, şişe içinde monte edilen maket gemiciklerin yapımından kaynaklandığı söylenebilir.

Sanatçı ve hastalık

Sanatçı hassas yapısı (değişken nörovejetatif sinir sistemi) dolayısıyla hasta olmaya yatkındır. Yaşantısı ve uğraşı bu durumu çoğu kez körükler niteliğindedir, aynı zamanda tedaviye ve iyileşmeye refrakterdir (tedaviyi reddeder); çoğu zaman maddi sebeple tıbbi desteğe ulaşamaz.

Genç yaşta hayata veda eden sanatçıların sayısı küçümsenmeyecek kadar çoktur: Mozart, Chopin, Modigliani, Orhan Veli gibi.

Ayrıca sanatçıların meslek hastalıkları söz konusudur. Ressamlar kullandıkları boyalardan dolayı alerji ve romatoid artrit, kemancılar boyun artrozu, şarkıcılar ses tellerindeki nodüllerden, piyanistler ise sırt ağrısı ve bel deformasyonlarından şikâyetçi olurlar.

Bazı durumlarda hastalığın varlığı sanatçıyı yüreklendirdiğini (stimüle ettiğini) görürüz. Chopin, tüberkülozu sırasında içli nağmeler bestelemiş; Van Gogh sarası sırasında ilginç tablolar resmetmiş; Camille Claudel ise psikozları sırasında eşsiz heykeller yaratmıştır.

Hastalığa kafa tutan sanatçılar da vardır: Beethoven’in sağırlığı, J.S. Bach’ın ileri devrelerindeki körlüğü, Sarah Bernard’ın kesik ayağı ile sahneye çıkışı, bu kişilerin sanatlarında doruğa çıkmalarına engel olamamıştır.

Hekimin sanata eğilimi

Tıp mensubu mizacı gereği sanatla ilgilenir. Hekimi sanata yaklaştıran bir faktör, yorucu ve bazen üzücü bir mesaiden sonra, sanatla relaksasyona erişmesidir. Ayrıca mükemmeliyetçi kişiliğinin tatminini tıpta olduğu kadar sanatta da bulur.

Tıp ile sanatın ayrıca teknik benzerlikleri de vardır. Örneğin keman ile cerrahiyi karşılaştıracak olursak, her ikisinde de: metot, ekol, manipülasyon, duate - pozisyon hafıza, performans, kondisyon, stres, heyecan, otokritik ve satisfaksyon gibi olgular sayabiliriz.

Geçmiş yıllarda, hekimler arasında üstün düzeyde eser veren sanatçılara rastlanmasının bir diğer sebebi de aslında sanatçı olmak için küçük yaştan beri kendini hazırlamış ve sanata oldukça yetenekli gençlerin zamanında ailenin veya çevrenin “aç kalır” endişesiyle sanatın dışındaki mesleklere yönlendirilmeleri ve genelde, yatkınlığı dolayısıyla tıp mesleği tercih etmeleridir. Sanatla uğraşmış pek çok hekime rastlanmasına şaşmamak gerekir; büyük cerrah, viyolonselist Dr. Bilroth; misyoner, cüzzam hekimi, organist Dr.

Schweitzer; cerrah, yazar Dr. Mondor; Türk hekimlerinden, tıp tarihçisi, minyatürcü, Dr. Süheyl Ünver; nöroşirürjiyen, besteci, Dr.

Bülent Tarcan; jinekolog, koro şefi ve ses sanatçısı Dr. Alaettin Yavaşça ve daha niceleri… İnsana duydukları sevgiyi, yalnızca hekimlikleri ile değil, sanatçı kişilikleri ve yapıtları ile dile getirmişlerdi.

Hekimin sanatla uğraşmasının bir başka nedeni de bilinçaltında kalıcı olma isteğidir. Hekimin tedavi ettiği hastalar, fani olduğu gibi, tıbbi metotlar ve bilgiler de çok kısa ömürlüdür. Tıpta değişiklik ve yeniliğin kaçınılmaz oluşu sevindirici olmakla birlikte hekim, kalıcı eser bırakma ve ileride hatırlanma isteğini bir nebze de olsa sanatla dile getirir.

Şöyle ki, bir mısra, bir ezgi, bir çizgi hekimi ölümsüz kılar.

Tıbbın uygulanması dört temel olguya dayanır; bunlar: Bilgi, mantık, sezgi ve insanlıktır

Duyarlı hekim, bilgi ve mantığını ilimle,

Sezgi ve insanlığını sanatla yoğurur ve yüceltir.