En Karanlık Saat

Joe Wright’ın ‘En karanlık Saat’i W. Churchill’in II. Dünya Savaşının seyrini değiştirdiği günlerine odaklanıyor

Viktor APALAÇİ Sanat
28 Şubat 2018 Çarşamba

ETKİLEYİCİ BİYOGRAFİK DRAMA

Dönem filmlerindeki başarılarıyla tanınan İngiliz yönetmen Wright Churchill’in mücadele azmini, cesaretini, kararlılığını ve başarılarını, epik bir üslup eşliğinde perdeye aktarıyor. Nazi ordularının Avrupa’yı istila ettiği ve 300 bin İngiliz askerini Dunkirk’te kuşatıp çaresiz bıraktığı günlerde halkına “kan, gözyaşı ve terden başka” hiç bir şey vaat etmeyen, efsane devlet adamı Churchill’i esprili, akıllı ve inatçı kişiliğiyle izliyoruz. Tümü Oscar’a adaylığı olan, Fransız kameraman Bruno Dubonnel’in etkileyici sinematografisi, Sarah Greenwood’un sanat yönetimi ve tasarım çalışması, Kazuhiro Tsuji’nin büyüleyici makyajları, Joe Wright’ın mizansenine katkıda bulunuyor. En İyi Film dâhil Oscar’a altı adaylığı olan filmin tüm yükü Gary Oldman’ın sırtında. Kariyerinin en parlak performansı ile Altın Küre Ödülünü kazanan oyuncunun ilk Oscar’ına ulaşıp ulaşamayacağını bu pazar ödül dağıtımı töreninde öğreneceğiz.

 

Dönem filmlerindeki başarılarıyla tanınan İngiliz yönetmen Joe Wright ‘En Karanlık Saat/Darkest Hour’da 2. Dünya Savaşı’nın seyrini değiştiren devlet adamlarından Winston Churchill’in mücadele azmini, cesaretini, kararlılığını ve başarılarını, epik bir üslup eşliğinde, perdeye aktaran etkileyici bir biyografik dramaya imza atmış.

Christopher Nolan, geçen yılın en başarılı filmlerinden biri olan ‘Dunkirk’te Alman ordularının ablukası altındaki, askeri yardım alamadığı için çaresizlik içinde kıvranan İngiliz askerlerinin, tarihe ‘Dinamo Operasyonu’ adıyla giren, İngiliz halkının kullandığı basit teknelerle bir cehennemden kurtuluş öyküsünü, tahliyesini cepheden anlattı.

‘En Karanlık Saat’, o teknelerin yola çıkması için halkı motive eden siyasi deha Churchill’in vizyonuna ışık tutuyor. Birbirini tamamlayan bu iki film bizlere II. Dünya Savaşı’nın kaderini değiştiren, Hitler’in tüm Avrupa’yı işgalini engelleyen sancılı dönemi gözlere seriyor.

Nazilerin baş döndürücü ilerleyişi karşısında Belçika ve Hollanda gibi ülkeler teslim bayrağı çekmeye hazırlanırken, Fransa’da başkanlığa getirilen Mareşal Petain, Vichy Hükümetini kurup Almanlara davetiye çıkarırken, hazırlıksız yakalanan İngiltere, Başbakanı Neville Chamberlaine’i istifaya zorlarken, yerine geçmesi beklenen Viscount Halifax yüreksiz davranıp görevden kaçarken, 1940’ta Winston Churchill ikinci kez başbakanlığa getirilir.

İngiliz parlamentosunun cesur üyesi, zeki ve parlak devlet adamı Churchill (Gary Oldman), görevi devraldığında kendisini çok zor kararlar beklemektedir. Hitler’le barış yapmak için İtalyan Benito Mussolini’nin arabuluculuğunu teklif eden Neville Chamberlain (Ronald Pickup) ve Halifax (Stephen Dilliane) gibi politikalarına uymak mı, yoksa topyekûn bir savaşta ülkesine liderlik mi etmelidir? 

Çanakkale Savaşı’nın Churchill yüzünden kaybedildiğini savunan politikacılar, kurt politikacıyı pek sevmeyen Kral VI. George (Ben Mendelsohn), parti içi muhalefet karşısında çiçeği burnunda Başbakan dik durmak, ulusunu birleştirip ayağa kaldırmak, topyekûn direnip dünya tarihinin ilerleyişini değiştirmek gibi radikal bir karar alır.

METRO SEKANSI FİLMİN EN BAŞARILI BÖLÜMÜ

300 bin İngiliz askeri Dunkirk’te sıkıştırılmışken, Churchill partisinin kendisine komplo kurduğunu öğrenir. Churchill 31 yıllık karısı Clemmie’nin (Kristin Scott Thomas) desteğiyle ulusunun idealleri, bağımsızlığı uğruna savaşmak ve teslim olmamak üzere kendisine ilham vermeleri için İngiliz halkına döner.

Halkın arasına karışıp, metro vagonunda oturan vatandaşlarının nabzını yakalayan Churchill’in, bir ulusun istiklal ve özgürlüğü için kararlı cesaretine tanıklık ettiği sekans filmin en başarılı bölümü.

‘En Karanlık Saat’ altı dalda Oscar Ödüllerine aday. Tümü Oscar’a adaylığı olan, Sarah Greenwood’un sanat yönetimi ve tasarım çalışması, Kazuhiro Tsuji’nin büyüleyici makyajları, Jacgueline Durran’ın dönem atmosferini yansıtan kostümleri, beş Oscar adaylığı olan Fransız kameraman Bruno Dubonnel’in etkileyici görüntüleri, yönetmen Joe Wright’ın mizansenine katkıda bulunuyor.

Yarıdan fazlası dört duvar arasında, tarihi İngiliz parlamentosunun dar, basık, az ışık alan kasvetli salonunda, Genelkurmay’ın yer altındaki karargâhında geçen filmde, Dubonnel’in koyu renk ağırlıklı sinematografisi çok başarılı. Anthony McCarten, filmin senaryosunu Churchill’in 1940 yılının mayıs ve haziran arasındaki dile getirdiği üç konuşması ve politikacının liderlik özellikleri üzerine bina etmiş.

Senarist McCarten’i, Stephen Hawkins’i konu alan ‘The Theory of Everything’ filminden hatırlıyoruz.

‘En Karanlık Saat’, Churchill’in siyasi başarısızlıklarından, antisemit kişiliğinden, Gelibolu yenilgisinden sonra ülkesinde yaşadığı prestij kaybından, kariyerindeki günahlarından bahsetmiyor. Sadece kapanış jeneriğinde, savaş sonrasının ilk seçiminde başbakanlık koltuğunu kaybettiğini hatırlatmakla yetiniyor.

Senaryo bu efsane devlet adamını, partisindeki siyasi rakiplerinin hamlelerini boşa çıkaran, esprili, akıllı ve inatçı kişiliğiyle, halkına zor günlerde, “kan, gözyaşı ve terden başka” bir şey vaat etmeyen bir lider olarak portresini çiziyor.

“HER BAŞARILI ERKEĞİN ARKASINDA BİR KADIN VARDIR”

Senaryodaki karakter tahlilleri çok başarılı. Ekranda Churchill’den sonra en çok gözüken karakter, politikacının ünlü konuşmalarını daktiloya yazan, iş bilir ve sevimli sekreter Elizabeth.

Kocasının her daim destekçisi olan, “her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır” söylemini doğrulayan vefakâr eş Clemmie. Ajandalarından hile ve entrikayı eksik etmeyen, ikili oynayan politikacılardan Neville Chamberlaine ve Viscount Halifax… ‘Zoraki Kral/The King’s Speech’te Colin Firth’e En İyi Yardımcı Aktör Ödülü kazandıran, kararsız Kral VI George.

Film, iki parmağını açarak Victory (zafer) anlamına gelen V işareti akıllara kazınan, ağzından hiç eksik etmediği purosuyla, Hitler’in Avrupa’yı istila ettiği günlerde halkına doğruları söyleyen, istenmeyen bir adam iken politik dehasıyla, karizmatik liderlik vasıflarıyla dünyayı kendisine hayran bırakan Winston Churchill’in renkli bir portresini çiziyor.

Bu rolde, filmin tüm yükünü omuzlarında taşıyan Gary Oldman’ı kariyerindeki en başarılı performansında izliyoruz. En İyi Erkek Oyuncu Altın Küre Ödülünü kazanan 60 yaşındaki Oldman’ın, hak ettiği Oscar’a ulaşıp ulaşamayacağını, bu pazar akşamı, ödül töreninde öğreneceğiz.

Yönetmen Joe Wright ile bitirecek olursak, kendisini fetiş oyuncusu Keira Knightley ile çevirdiği üç dönem filmi (Aşk ve Gurur-2005, Kefaret-2007 ve Anna Karenina-2012) ile tanıyoruz. Bu başarılı dönem filmlerinin dışında yönetmenin ‘Hanna (2011) ve ‘Pan’ (2015) gibi filmleri var. 

 

BÜYÜLEYİCİ BİR ANTİ-KAHRAMAN ÖYKÜSÜ

Woody Allen, değişik türdeki filmleri yarıştırdığı için uzun yıllardır film festivallerinde yarışmayı reddediyor. Oscar adaylarının görücüye çıktığı son haftalarda, benim En İyi Film adayım ‘Üç Billboard Ebbing Çıkışı, Missouri’.

Yılın en hoş sürprizlerinden biri olarak beni şaşırtan ‘Ben, Tonya’, dokuz Oscar adayı arasında ikinci sıraya oturttuğum bir başyapıt.

Kariyerindeki ilk altı filmle önemli bir başarısı olmayan Avustralyalı yönetmen Craig Gillespie (50), ‘Ben, Tonya’ ile büyüleyici bir anti kahraman öyküsü anlatıyor. Filmin yapımcılığını da üstlenen vatandaşı Margot Robbie (28), buz patencisi rolünde filmografisinin en parlak performansı ile (Altın Küre’den sonra) En İyi Kadın Aktris’te Oscar’a aday.

ABD’nin en ünlü buz patencilerinden biri olan Tonya Harding’in fırtınalı hayat öyküsünü anlatan film, sinema tarihine en iyi buz paten filmi olarak geçecek. Arşiv görüntüleri ile Nicholas Karakatsanis’in mükemmel görüntülerini harmanlayan dinamik kurgusuyla Tatiana S. Riegel, filmin üçüncü Oscar adayı.

Margot Robbie ve annesini canlandıran Allison Janney, Altın Küre’den sonra En İyi Aktris ve En iyi Yardımcı Aktris Oscar Ödülüne aday gösterildiler. Altın Küre’de adaylığını ödüle dönüştüren Janney, dalında Oscar’ın kesin favorisi.

Kızının yeteneğini henüz dört yaşındayken keşfeden, ancak eş değiştirmeyi rutin hale getirmiş, dengesiz, mutsuz, zalim ve en önemlisi ‘sevgisiz’ anne rolünde Allison Janney, Frances McDormand (Üç Billboard…) ile birlikte 2017’nin en başarılı iki aktrisinden biri.

Biyografi türüne sıra dışı yaklaşımıyla takdir toplayan film, annesinin fiziksel ve psikolojik baskısına maruz kalan Tonya’nın yeteneğini geliştirerek, hırsı ve çalışkanlığı sayesinde ABD’nin Olimpiyat Takımına girmesini anlatıyor.

Varoşlardan çıkıp gelen, pek çok önyargıya rağmen Amerika şampiyonu olan Tonya, kendi jenerasyonunun en yetenekli buz patencilerinden biri olarak, Üçlü Axel hareketini (havada üç dönüş) yapabilen tek Amerikalı sporcudur.

Hayatındaki yanlış tercihler, eğitimsizliği, densizliği, aykırı tavırları ve skandalları nedeniyle, Amerikan halkı ve medyasıyla yıldızı bir türlü barışmayan Tonya, tüm engellere karşın hırsla 1994 Olimpiyat Oyunlarına hazırlanırken hayatı altüst olur.

Kocası ve onun sapık arkadaşının, rakibi Nancy Kerrrigan’a yaptıkları saldırıda bu sporcunun aldığı cop darbesiyle dizinden sakatlanması, FBI’ın yaptığı soruşturmada suçlu bulunmasıyla hayattaki en büyük tutkusundan men edilir.

Kocasının acemice tertiplediği komplonun ortaya çıkmasıyla birlikte ödeyeceği bedeller Tonya için zor olur. Düşüşe geçtikten sonra ekmek parası için 2000’li yıllarda boksörlük yapan Tonya’nın yaşadıkları bir ‘başarısızlık öyküsü’.

Cahil ve deneyimsiz olduğu için erkek seçmede de başarısız olan Tonya, evlendiği psikopat kocasından, annesinden gördüğü baskının daha şiddetlisini görür, sürekli dayak yer.

Çocukken babası evi terk ettiği için annesi ve kocasından başka yakını olmayan, yoksulluk içinde yaşayan Tonya’nın öyküsü sinemada sersemletici, ibret verici, çarpıcı ve eğitici bir tonla anlatılıyor.

ABD tarihinin en büyük spor skandallarından birinin kahramanı, 90’lı yılların sportif ve medyatik figürü Nancy Harding rolünde Margot Robbie çok başarılı. Annesini oynayan, güzel bir kadın iken makyajla çirkinleştirilen Allison Janney (58), ‘Whiplash’deki J.K.Simmons’un Oscarlık performansını akla getiriyor. Talebesini başarıya götüren yolun şiddetten ve acımasızlıktan geçtiğini düşünüyor her ikisi de.