Seçilmiş insanlar ve Einstein

Ayşe ACAR Köşe Yazısı
21 Şubat 2018 Çarşamba

“Çünkü sen Allah’ın Rabbe mukaddes bir kavimsin; Allah’ın Rab, yeryüzünde olan bütün kavimlerden kendine has kavim olmak üzere seni seçti. Rabbin sizi sevmesi ve sizi seçmesi bütün kavimlerden çok olduğunuz için değildi; çünkü bütün kavimlerden az idiniz…” (Tesniye 7: 6-7)

‘Eşitlik’ kelimesini gündelik yaşamın temel kavramları arasında gören modern insan için Tora’da geçen bu ayetler bir anlam ifade etmeyebilir. Bir topluluğun ya da bir ırkın seçilmiş olması -eğer inanıyorsak- Tanrı’nın adaletine ya da Evrensel İnsan Hakları Beyannamesine uygun olmayacaktır.

Yahudi âlimlerin yaygın olarak ifade ettiği gibi ‘seçilmişlik’ bir ayrıcalık ya da üstünlük vurgusu taşımaktan ziyade ağır bir ‘sorumluluk’a gönderme yapsa da âlimlerin bu açıklaması özellikle diğer dini geleneklerin içinde olan bazı insanlar için yeterli olmayacaktır; zira onlara göre “Yahudiler ‘seçilmiş’ olduklarını kendileri iddia etmektedirler. Tanrı tarafından Musa Peygamber’e indirilen kitap Tora ya tahrif edilmiş ya da antlaşma eskide kalmıştır.”

Şayet Musa’nın bir peygamber olduğunu kabul ediyorsak Tesniye’de geçen bu ayetler eskide kalmış veya kimilerinin iddia ettiği gibi tahrif edilmiş olsa dahi yine de itiraz edilemeyecek bazı gerçekler var ortada. Tanrı, Peygamber Musa’yı çevresinde bulunan insanlara seslenmek ve bir ahit teklif etmek üzere gönderdi. Ahdi bazı insanlar kabul etti, bazıları ise ret ettiler. Kabul edenler ‘az idiler’. Durumu kabul eden bu azınlık açısından bakıldığında aslında onların Tanrı’yı seçtiklerini ve bu seçim sebebiyle (ayette belirtildiği gibi) önce Tanrı tarafından sevildiklerini ardından seçildiklerini kabul etmek zor olmasa gerek.

Fakat yine de yöneticilerini demokratik usullere uygun olarak ‘seçen’ modern insan açısından ‘seçilmek’ kelimesinde insanı huzursuz eden bir şey var. Huzursuz olmak modern zamanı tanımlayan duygusal kimlik kartı. Modern insan seçmekte bir sakınca görmüyor ama seçilmek ifadesi seçilemeyenlerden biri olma ihtimalini de barındırdığı için ona huzur vermiyor. İşin içine bir de Tanrı’nın seçimi girince durum hepten ‘makul’ olmaktan çıkıyor. Deney ve gözleme tabi olmayan Tanrı’nın mitsel dönemde var olması bir noktaya kadar anlaşılabilirken modern zamanlarda gerçeklik zeminine ayakları sıkı sıkı basan insan, Tanrı’nın ‘seçen’ olduğu bir dünyada yaşamaktan ziyade dünyanın yüzde 99 bir bilgisayar simülasyonu ve kendisinin de bu simülasyonda bir chatbot olduğuna ‘inanmayı’ daha makul buluyor.  

İçinde bilgisayar ve simülasyon gibi son derece teknolojik kelimeleri barındıran bu yeni dini ancak seçkinler anlayabiliyor. Teknolojiyi anlamak seçilmek için yeterli. Eski zamanlarda ‘benzerleri arasında üstün nitelikleriyle göze çarpan kimse’ anlamına gelen seçkin kişi olmak bu kadar kolay değildi. Belki de hâlâ kolay değil ve belki de modern insan her şeyi yapabileceğine, her şey olabileceğine o kadar çok inandırdı ki kendini gerçeklik zemini ayaklarının altında değil artık.

Peki, seçkinler kimlerdir? Bu soruyu Tanrı’yı işin içine katmadan soralım; bu dünyanın seçkinleri kimlerdir? Mesela Einstein seçkin biridir diyebilir miyiz? Sanırım evet. Aynı zaman diliminde yaşamadık, aynı ülkenin ve geleneğin mensubu değiliz fakat Einstein’a hayranlık ve sevgi duyuyoruz. Kendisi bizi buna zorlamadı. Seçkin olmak gibi bir gayreti de olmadı. Hatta üstün olmadığı için doğduğu toprakları terk etmek zorunda kaldı. Fakat ne gariptir ki bugün tüm topraklar onun vatanı. Einstein’ın konuşulmadığı yeryüzü toprağı neredeyse yok gibi. Einstein insanlar arasından seçilenlerden oldu. Yeryüzünü mülk edindi. Tüm sınırları, tüm zamanları aşarak var olmaya devam etti, devam ediyor. Einstein, Yahudi geleneğinde doğmuş bir insan. Tıpkı Sigmund Freud, Niels Bohr, Karl Marx, Emile Durkheim, Richard Feynman, Bertol Brecht, Baruch Spinoza,  Frida Kahlo ve daha niceleri gibi. 1933 yılı itibariyle ülkemize sığınıp İstanbul ve Ankara Üniversitelerini deyim yerindeyse var eden yaklaşık 200 bilim insanını da unutmamak gerekir. Aralarında ruh bilimcileri Auerbach ve Rohd, matematikçi Von Mises, doğa bilimcileri Kosswig, Heilbronn gibi çok önemli isimler var, öyle ki bir zamanlar İstanbul Üniversitesini ‘zamanın bilim dünyasına katkı sunan tek kurum’ olarak Alman resmi raporlarına geçiriyorlar.   

Elbette bu seçkin insanları seçkin kılan şey onların Yahudi geleneğine doğmuş olmaları değil, belirgin başka nedenler var. Ayrıca dünya nüfusuna oranla sayıları az olsa da farklı geleneklerde doğmuş, onlar gibi insanlığın sevgisini kazanmış yüzlerce özne var. Hepsinin ortak özelliği bir vatan sınırına hapsedilemiyor olmaları. Eski Ahit’te eskimeyen bir ayet şöyle diyor: “Doğrular yeryüzünü mülk edinir, orada sonsuza dek otururlar.” (Mezmurlar 37:29)

 

1 Philipp Schwartz – Kader Birliği (Belge Yayınları. S.24)