‘THE PARTY’

Sally Potter’in komik diyaloglu, şaşırtıcı entrikalı ve sürprizli ‘THE PARTY’si keyifli, eğlenceli bir film

Viktor APALAÇİ Sanat
27 Aralık 2017 Çarşamba

TİYATRO TADINDA KARA KOMEDİ

‘THE PARTY’

Yön ve Sen: Sally Potter

Gör Yön: Aleksei Rodionov

Oyn: Kristin Scott Thomas- Timothy Spall- Patricia Clarkson- Cillian Murphy- Bruno Ganz- Emily Mortimer- Cherry Jones

Daracık bir ev mekânında güzel başlayan, ancak yedi yakın dostun şaşırtıcı itiraflarıyla trajik bir hale bürünen bu çarpıcı film, sivri diyalogların ustası Sally Potter’in dikkatli bir gözlemci de olduğunu kanıtlıyor. Müthiş bir oyuncu kadrosuyla yola çıkan kadın yönetmen, izleyicilerini az sonra patlayacak bir bombanın geri sayımında diken üzerinde tutarken, kariyerinin en başarılı filmine imza atıyor.

Karakterlerin çoğunun gönül ajandasında gizli ve yasak bir ilişki vardır. Kimi kiminle aldattığı anlaşılmaz hale gelen partinin en büyük sırrı ise, gecenin sonunda kimin öleceğidir.

Potter günümüz insanının kusurlarını, samimiyetsizliğini, ikiyüzlülüğünü gözlere sererken, politik mesajlar vermekten de geri kalmıyor. Yedi oyuncusunun da çok başarılı olduğu bu 75 dakikalık leziz filmi kaçırmayınız.

 

 

Bu yıl İngiltere’yi Berlin Film Festivalinde temsil eden ‘The Party’, bağımsız yönetmen- yazar- tiyatrocu- dansçı Sally Potter’in (68), beş yıllık bir suskunluk döneminden sonra yaptığı bir kara komedi.

Kapalı tek mekânda geçen, tenis maçı kadar heyecanlı, tiyatro tadındaki komedi havasındaki bu film, gerilimli konusuyla bir trajediye doğru yol alıyor.

Müthiş bir oyuncu kadrosuyla yola çıkan Sally Potter, izleyicilerini az sonra patlayacak bir bombanın geri sayımında diken üstünde tutarken, kariyerinin en başarılı filmine imza atıyor.

Muhalefet partisinin gölge sağlık bakanı olarak atanmasıyla Janet (Kristin Scott Thomas), başarısını sevdikleriyle kutlamak için evinde bir parti düzenler.

Zeki hikâye yapısı, komik diyalogları, şaşırtıcı entrikaları ve sonu gelmeyen sürprizleriyle, ‘The Party’ kahkaha dolu, eğlenceli ve keyifli bir film.

Daracık bir ev mekânında güzel başlayan, ancak yedi yakın dostun şaşırtıcı itiraflarıyla trajik bir hale bürünen bu çarpıcı film, sivri diyalogların ustası Sally Potter’in dikkatli bir gözlemci olduğunu kanıtlıyor.

Mutfakta konukları için hazırladığı yemekleri pişirirken, Janet’in telefonu sürekli kutlama aramaları için çalmaktadır.

Hekimi tarafından yakında öleceği tanısı koyulduğunu itirafa hazırlanan, salonda sürekli içki içen, pikaptaki plakları değiştiren, bezgin, mutsuz ve somurtkan kocası Bill’i (Timothy Spall) Janet pek fark etmez.

Çünkü telefonuna gelen gizemli “seni özledim” mesajlarıyla meşguldür. Davete ilk gelenler, en yakın arkadaşı April (Patricia Clarkson) ile ağzından bal akan, filozof tavırlı Alman psikolog kocası Gottfried’dir (Bruno Ganz).

Sivri dilli April, boşanmak istediği kocasını her fırsatta gıcık olduğu için azarlamaktan keyif almaktadır.

TABANCA VARSA, PATLAR

Sonra yakın arkadaşları saygın öğretim üyesi Martha (Cherry Jones) ve taşıyıcı anneliği üstlenmiş, suni ilkahla üçüzlere hamile kalan partneri Jinny (Emily Mortimer) gelir. Partiye katılırken lezbiyen ikili, bu iyi haberi dostlarıyla paylaşmak niyetindedirler.

Karısı tarafından terk edildiğini yeni öğrenen, yakışıklı finans kıralı- banker Tom (Cillian Murphy), karısının daha sonra onlara katılacağını söyleyerek, partinin son konuğu olarak gelir.

Stresini yenmek için banyoda gizli gizli uyuşturucu alan Tom’un getirdiği tabancayı çöp sepetinde saklamasıyla tedirginliğimiz tavan yapar. Çünkü tiyatro oyununda kural bellidir: Bir tabanca varsa, muhakkak birisi onu patlatacaktır. Konuklar az sonra, bu partinin Bill’in yapacağı şok açıklamalarla başka bir boyut kazanacağının farkında değildirler.

Sürekli alkol alan Bill’in geçirdiği kalp krizi sürprizi erteler.

Partide bulunanların yaptıkları kalp masajıyla Bill hayata döner. Partideki yedi kişi içinde en sönük, en acınacak kişisi gibi gözüken Tom’un ölümden dönmesiyle, filmin finalinde kontrolü eline geçiren hamlesi filmin son sürprizi.

Kimi kiminle aldattığı anlaşılmaz hale gelen partinin en büyük sırrı ise gecenin sonunda kimin öleceğidir.

Müzik ve sohbet eşliğinde devam eden gecede, teker teker herkesin sırları su yüzüne çıkmaya başlar. Herkesin gönül ajandasında gizli ve yasak bir ilişki vardır. Aralarındaki hesaplaşma sırasında, eteklerdeki taşlar dökülünce kimileri tarafından bilinip dile getirilmeyen gizli aşk ilişkileri ortaya saçılır.

‘The Party’, İngiltere’deki politik tufanı bir kahkaha tufanına dönüştürürken, Sally Potter günümüz insanının kusurlarını, samimiyetsizliğini, ikiyüzlülüğünü gözler önüne seriyor.

ULUSLARARASI OYUNCU KADROSU

Yönetmen, Virginia Woolf’tan uyarladığı, Tilda Swinton’un başrolünü oynadığı, kendisini üne kavuşturan ‘Orlando’da (1992) birlikte çalıştığı Rus kameraman Aleksei Radionov ile işbirliğini sürdürüyor. Siyah-beyaz kadrajlar çok başarılı.

Film görselliğinin dışında, politik mesajlarıyla e parlak oyuncu kadrosuyla iz bırakıyor.

İngiltere’nin iki büyük karakter oyuncusu, Kristin Scott Thomas ve Timothy Spaal, karı-koca rolünde karşılıklı döktürüyorlar. Kanseri yenmeyi başaran ve bir hayli zayıflayan Spall, 2014 Cannes Film Festivalinde ünlü ressamı canlandırdığı ‘Turner’ ile En İyi Aktör Ödülünün sahibi olmuştu.

Uluslararası oyuncu kadrosunda, Amerikalı Patricia Clarkson ve Cherry Jones gibi iki kaliteli kadın oyuncunun yanında, eski tüfek Alman aktör Bruno Ganz, en umutsuz vakalara dahi iyimser bir yorum getiren Gottfried’de çok başarılı.

Sally Potter’i çoğunu İstanbul Film Festivallerinde izlediğimiz ‘Tango Dersi’ (1997), ‘Erkeğin Gözyaşları/ The Man Who Cried’ (2000), ‘Evet/Yes’ (2004) ve ‘Bir Hayalimiz Vardı/Ginger and Rosa’ (2012) gibi filmlerinden tanıyoruz.

‘The Party’ ise filmografisine 75 dakikalık süresinde lezzetli anlar barındıran, parlak ve esprili diyaloglarıyla öne çıkan, göz alıcı bir politik taşlama örneği olarak geçecek.

 

PEK YAKINDA

Altın Küre adaylarının ilan edilmesi ve Oscar’da başa güreşecek filmlerin belli olmasıyla, önümüzdeki haftalarda sinemaseverleri hareketli ve bereketli günler bekliyor.

Bu hafta vizyona giren, iki çok kaliteli filmi, Woody Allen’in ‘Dönme Dolap/ Wonder Wheel’i ve David Gordon Green’in ‘Pes Etme/Stronger’inden bahsetmeyi bir başka yazıya bırakıp, vizyon tarihleri belli olan heyecan veren filmleri duyurmayı tercih ettim.

İlk önce bir müjde: Bu yıl Venedik’te Gümüş Aslan Ödülü alan Samuel Maoz’un ‘Foxtrot’u 2 Şubat’ta vizyona giriyor. Aynı festivalde Kamel El Basha’ya En iyi Aktör Ödülünü kazandıran Ziad Doueri’nin ‘Hakaret/The İnsult’ü 19 Ocak’ta gösterilecek.

Her iki film Yabancı Dalda En İyi Film olarak Oscar ve Altın Küre Ödüllerine aday gösterildi. Andrei Zvyagintsev’in ‘Sevgisiz’i ki o da bu iki ödülün adayları arasında, bizde 26 Ocak’ta vizyona girecek.

‘Foxtrot’, askerdeki oğullarının ölüm haberini alan bir karı-kocanın yaşadığı travmayı anlatıyor. İsrail’de izleyicileri ikiye bölerek olay yaratan filmi Kültür Bakanı Miri Regev, İsrail Ordusunu küçük düşürdüğünü söyleyerek mahkûm etmişti. Samuel Maoz, savaşın yıkıcılığını ve arkasında bıraktığı travmayı anlattığı filmde savaş ve militarizm aleyhtarlığı konusunda önemli mesajlar veriyor.

Basit bir hakaret davası üzerinden günümüz Lübnan toplumunun perspektifini çizen, Ortadoğu’da yaşanan krizin bir özetini sunan ‘Hakaret’ ise ilgiyi hak eden bir film.

Aynı şekilde Cannes’da Jüri ödülünü kazanan Rus usta Andrei Zvyagintsev’in ‘Sevgisiz/Nelyubov’u boşanma sürecini yaşayan bir ailede, istenmeyen bir çocuğun yaşadığı travma üzerinden Rus toplumu üzerine önemli tespitler yapan bir film. Önümüzdeki cuma günü vizyona girecek olan ‘Kalp Atışı Dakikada 120/ 120 Battements Par Minute’ yine Cannes’da (ikincilik ödülü sayılan) Jüri Büyük Ödülünün sahibi olmuştu. Yönetmen Robin Campillo, 1990’larda AIDS için mücadele veren bir Act up Paris aktivisti olarak yaşadıklarını, bu yüreklere hitap eden dokunaklı filmde anlatıyor.

Aynı gün afişlere çıkacak önemli bir film, Hugh Jackman’ın başrolünü oynadığı, Michael Graley’in ‘Muhteşem Showman’i. 12 Ocak’ta iki önemli film vizyon şansı bulacak.

Altın Küre için En İyi Film, En İyi Yönetmen (Steven Spielberg), En İyi Aktris (Meryl Streep), En İyi Aktör (Tom Hanks) adaylıkları alan ‘The Post’, ünlü Washington Post’un araştırmacı gazetecilerinin yaşanmış öyküsünü anlatıyor.

İlginç bir politik taşlama olan ‘Zirve/La Cordillera’, Arjantin sinemasının en büyük karakter oyuncusu Ricardo Darin ile iddialı yönetmen Santiago Mitre’yi bir araya getiren film.

Altın Küre’de En İyi Film, En İyi Yönetmen (Martin Mc Donagh), En İyi Aktris (Frances Mc Dormand) Ödüllerine aday gösterilen ‘Three Billboard Outside Ebbing, Missouri’ 2 Şubat’ta afişlere çıkacak. Kızının ölümünden sonra yozlaşmış polis teşkilatına savaş açan acılı bir annenin amansız mücadelesini anlatan filmde, antipatik polisini canlandıran Sam Rockwell’in Oscar için adı geçiyor. Yine 2 Şubat’ta, Cannes’da ana vatanı Almanya’da oynadığı ilk filmle En İyi Aktris seçilen Diane Krüger’in başrolünü oynadığı Fatih Akın’ın ‘Paramparça/In the Fade’i vizyona giriyor. Türk kocası ve oğlu ırkçılar tarafından öldürülen bir Alman kadının suçlulara ulaşmak için giriştiği savaşı anlatan film, hem Oscar, hem Altın Küre’de En İyi Yabancı Film kategorisinde adaylık alma başarısını gösterdi.

En iddialı filmi en sona bıraktım: Altın Küre’nin hemen hemen tüm kategorilerinde adaylığı olan, Venedik Film Festivalinin Altın Aslan galibi, Guillermo del Toro’nun ‘Suyun Sesi/The Shape of Water’i Oscar arifesinde, 16 Şubat’ta vizyona girecek. Bu fantastik masal 2017’nin en çok konuşulan filmi oldu. Bu ‘PEK YAKINDA’ fragmanlarını andıran ikinci yazım belki festivallerin yakın takipçilerine pek hitap etmedi. Çünkü yukarıdaki filmlerin tamamına yakını ülkemizde gösterildi. Ancak festival ortamında bilet bulma telaşıyla koşuşmaktan hoşlanmayanlar, ‘Foxtrot’ gibi müjdelerimden hoşnut kalacaklarını umuyorum.