“Yankee, please come back home!”1

Sami AJİ Köşe Yazısı
13 Aralık 2017 Çarşamba

Başlık size herhâlde pek yabancı gelmiyor. 1967’li yıllarda herkesin ağzında sakız gibi benzer bir slogan çiğneniyordu. Aynı istikameti gösteriyordu. Ama şöyle idi “Yankee! Go home! /Amerikalı evine git!”

Ancak bu sefer çığlıklar Amerikalıların ağzından çıkıyor ve halkın büyük bir kısmı kendi ülke askerlerini ve sivillerini Ortadoğu’da görmek istemiyorlar. Yönetim kademlerinde bulunanlar da benzer görüşler ileri sürmekteler. Nihayet belli başlı köşe yazarları da bir an evvel ABD’nin bu belalı yöreden çekilmesini önermekte.

Nitekim ABD’nin Irak’a müdahale ettiği 2003 yılından beri, zaten karmaşık olan bölge çok daha fazla içinden çıkılmaz hale dönüştü. 4500 ABD askeri sadece bu harekât esnasında kaybedildi, en az o kadar yaralı verildi ve yüz milyarlarca dolar para harcandı. Hiçbir müspet sonuç alınmadığı da aşikâr.

ABD ne lisanını, ne gelenek göreneklerini, ne de dini bölünmeleri bilmediği ve anlamadığı bir coğrafyada düzeni sağlamaya çalışmakta. Üstelik insanların çok büyük çoğunluğu kimliklerini ve aidiyetlerini devlete göre değil, aşiretlerine göre tanımlamaktalar. Irak, Suriye, Irak, Lübnan vs. gibi ülkelerde, yüzlerce kabile olduğu gerçeği de parçalanmayı daha da arttırmakta. Daha da ilginci, düşman aşiretler bazen aynı ülkede, dost aşiretler de yapay sınırlarla yaratılmış iki ayrı devlette yaşamaktalar.

Özetle, ABD vatandaşları yeni bir Vietnam felaketi yaşamakta olduklarını ve çok daha büyük zararlara uğrayacaklarını düşünmekteler.

Amerikan gazetelerinde de “Niçin Ortadoğu’da kalalım?” suali yaklaşık dört yıldır sık sık soruluyor. Gerçekten ABD’nin Ortadoğu’da ne işi var?

Petrol mü? Hiçbir önemi kalmadı.  ABD’nin Ortadoğu petrolüne ihtiyacı yok. Neredeyse dünyanın her tarafında petrol, doğal gaz ve kaya gazı fışkırıyor.  Etanol üretimi bilhassa Kuzey ve Güney Amerika’da her geçen gün artıyor. ABD’nin petrol ihracatı her gün artıyor (Bu sene sonunda rekor kıracağı beklentisi var).

Terörle mücadele mi? Bu da pek inandırıcı gelmiyor. Bilhassa, 11 Eylül dehşetinden sonra ABD’nin iç güvenliğini ne dereceye kadar koruyabildiği yönünde ciddi endişe ve tereddütler açıkça ortaya çıkmakta.

Özellikle, Huffington Post’un yazarlardan, Jeff Faux’nun dediği gibi, 1980’den beri, şaka değil, Amerikan savaş uçaklarının 14 ayrı İslam ülkesini işgal ve bombaladığı düşünülürse, düşmanlığın aslında bu yüzden ABD’de yaşayan Müslüman kitleyi tahrik ettiği düşünülüyor. Hâkim kanaat, askeri güçlerin derhal geri çekilmesi yönünde.

Bu ricat sayesinde, hem insan kaynakları bakımından hem de parasal bakımdan, sağlanacak tasarruflar dâhili problemlere yöneltilebilecek. Böylece ABD içinde filizlenip büyüyen terörle etkin bir şekilde mücadele edilebilecek.

İran’ın yarattığı nükleer tehdidi önlemek mi? Veya bu ülkenin Ortadoğu’da yayılmasına mani olmak mı? Askeri müdahale ile İran’ı belli bir yöne çekmenin imkânsız olduğu artık ayan beyan ortada. Kaldı ki İran’ın güçlenmesi son analizde ABD için direkt bir tehdit değil. Şunu da daima hatırlamak gerekir ki İran aynı sınırlar içinde neredeyse 4000 yıldır yaşıyor ve o coğrafyada en eski devlet geleneğine sahip ülkedir.

Dolayısıyla Amerikan düşünürleri, her ne suretle olursa olsun İran ile mutlaka diyalog kapılarının açık tutulmasını ısrarla tavsiye ediyor. Esasen zemin de mevcut. İran üniversiteleri ile ABD üniversiteleri arasında yoğun ilişkiler mevcut. Diğer başka sosyal sahalarda işbirliği alanları bulup siyasi yaklaşımlara yol açılabilir. (Çin ile ilk temas, belki hatırlayanlarınız vardır, pinpon maçı ile başlamıştı. Belki de bir satranç turnuvası ile işe başlanabilir.)

ABD medyasının yöreden çekilme hususunda ısrarları Vietnam tecrübesinden de kaynaklanmakta. Harp müthiş bir yenilgi ile sona ermiş, inanılmaz ölçüde zararlara uğranmış, binlerce aile harap olmuştu. Ancak, çekilmeyi takip eden yıllarda, ağır tempoda olmakla beraber sorunlar halledildi. Günümüzde Vietnam’ın ABD ile ilişkileri uyum içinde yürümekte ve ticaret hacimleri gittikçe artmakta.

Aynı örnekten hareketle, ABD’nin Ortadoğu’dan çekilmesinden sonra benzer senaryonun değişik şekilde uyarlanmasının mümkün olduğu ileri sürülüyor. 

Rusya ve Çin’in Suriye’de taraf olmaları da bir fırsat olarak değerlendiriliyor. Basit bir mantıkla, onlar ABD’den daha başarılı olabilirler düşüncesi gittikçe yayılmaktadır.

Son olarak, Arap ülkelerinin problemlerini kendi aralarında halletmesi gereği tavsiye ediliyor. Yöre halkları geçmişten gelen derin kültürel deneyimleri ile yapıcı bir tartışmaya girebilecek seviyedeler. Konuşup görüşecekleri, Arap Ligi gibi, İslam Teşkilatı Birliği gibi çok ciddi platformlar mevcut. Kaldı ki Birleşmiş Milletler de bu gibi diyaloglara daima destek verdi.

Özetle ve başa dönersek, artık Amerikan halkı tıpkı II. Dünya Savaşı sonunda olduğu gibi “Bring our boys back”2 söylemini sık sık dile getiriyor.

                                                                     

1 “Amerikalı lütfen evine dön.”

2  “Gençlerimizi geri getirin.”