Doğu’nun yıldızı

Hindistan ve İsrail’in ilişkileri uluslararası ilişkiler literatüründe konjonktürel bağlamda olmayıp aynı kaderi paylaşan iki ulusun dostane birlikteliği olarak görülebilir.

Selin SÜAR ORAL Köşe Yazısı
6 Aralık 2017 Çarşamba

Hindistan ve İsrail’in ilişkileri uluslararası ilişkiler literatüründe konjonktürel bağlamda olmayıp aynı kaderi paylaşan iki ulusun dostane birlikteliği olarak görülebilir. Hindistan, üzerinde güneşin batmadığı imparatorluktan bağımsızlığını 1946’da almış, İsrail de Balfour Deklerasyonu’ndan otuz yıl kadar sonra İngiltere’den 1948 yılında kazanmış bir ülkedir. Hindistan ve İsrail’in yakın ilişkilerini özellikle bilim, teknoloji ve kültürel hayatta çok yakın olarak görmekteyiz. Hindistan’ın bir Arap ülkesi olmaması ve ülkenin genel olarak inanç sisteminin Ortadoğu’daki İslam inanç sistemine çok benzememesi (geçmişteki ticari ilişkilerinden dolayı İran’ın Hindistan’ın inanç sistemi üzerinde büyük etkisi vardır) bu ülkenin İsrail toplumu tarafından popüler olma sebeplerinden biridir. Bir örnek vermek gerekirse, yirmili yaşların başında olan hemen hemen her İsrailli genç, mezuniyetinin sonrasında ‘aydınlanmak’ için özellikle Hindistan’a gitmeyi tercih eder. Öncelikle dışarıdan farklı görünse de bu ülkede herhangi bir güvenlik endişesinin söz konusu olmaması İsrailli gençlerin orayı tercih etmesinin önde gelen nedenlerinden biridir.

Hint kültürü, Yahudi kültüründen daha eski bir kültürdür. Tek Tanrılı inanç sisteminin dünyaya hakim olmasından yüz yıllarca önce Ganj Nehrinin etrafında, Yahudi kültürünü de dolaylı olarak etkilediğine inanılan kültürel bir takım ögeler mevcuttur. Ticaret yapan Hintli tüccarların İran üzerinden Kenan Vadisine, oradan da Mısır’a ulaşmasıyla birlikte bu kültürel benzeşmenin nasıl evrim geçirdiğini görebiliriz. Sami kültürüne mensup olan İsrailli gençlerin, kendilerinden daha eski olan bu kültürel mirası keşfetmeleri onlara ayrı bir heyecan vermekte. İsrail toplumu arasında Hindistan’ın özellikle Batı sahilleri – örneğin, Goa – oldukça popüler bir duraktır. Hindistan’da yaşayan Yahudi toplumunun da çıkış noktası Goa’dır. Goa’yı Avrupa’nın kültürel mozaiklerinden biri olan Paris’e veya Atina’ya ya da Berlin’e kolaylıkla benzetebiliriz. Hindistan toprakları içerisinde küçük bir Portekiz kolonisi olarak kurulan Goa’da üç semavi dinin ögeleri dışında felsefi düşünce sistemlerinin de tapınaklarını ve diğer ibadet yerlerini görmek olasıdır.

Ancak bu görünenlerin ötesinde son yıllarda Budizm, İsrailli genç kuşak arasında tercih edilen bir düşünce sistemi olmuştur. Özünde şiddet unsurları içermeyen ve her canlıya var olma hakkını sonuna kadar yaşatmasıyla bilinen bu düşünce sistemi belki de İsrail toplumunun oluşturmak istediği ideal barışçıl ortamının temellerini sunmakta. Budizm felsefesine dâhil olmak için, içinde bulunulan dinsel düşünce sistemini terk etmek gerekmez. Dünyanın sorgulanması ve insanlığın neden ve hangi amaçlarla var olduğunun derinliklerine inen bir yapıyla yüz yüze gelmek için kültürel pratikleri deneyimlemek yeterli olmaktadır. Diğer üç semavi dinde yer alan tek Tanrı kavramı, doğaüstü olarak Budizm’de yer almaz. ‘Aydınlatılmış olan’ kavramı, Budizm felsefesinin temel taşını oluşturmaktadır. Buddha’nın esas öğretisi akılcı ve analitik bakış açılarını içerir, ancak semavi dinlerde sorgulama, çok da kabul edilen bir eylem değildir. İlahi kaynaklı olmayan bir düşünce sistemi ve inanç biçimi olduğu için bugün dünyada 500 milyonu aşan inananların sayısıyla her geçen gün popülaritesi artan bir yapıya sahiptir. Bu öğreti içerisinde Kast sistemi bulunmaz. Dört yüce hakikat, yüce sekiz katı yol ve büyük tekerlek denilen kendine ait terminolojisi ve inanç bütünü olan bir felsefi düşünceye sahiptir. Bir Budist’in içinde yaşadığı topluma uyum sağlamak için beş temel ahlaki prensibi yerine getirmesi gerekir. Bunlar, herhangi bir canın alınmaması, hırsızlığın yapılmaması, aşırı lükse karşı duruş, eşitlerinden daha yüksekte yer alınmaması, gereksiz müzik ve eğlenceden uzak durulmasıdır. Dukkha, Samudaya, Nirodha, Marga gibi temel felsefi doktrinler Budizm’e inananları kurtuluşa götürmektedir.

Tanıtım reklamlarında söylendiği gibi gerçekten de ‘Incredible India’, yani ‘İnanılmaz Hindistan’, dışarıdan her ne kadar kaos gibi görülse de bu kaosun içerisinde söze dökülmeyen, görünmez kurallarla işleyen bir düzenin yer aldığı, zıtların iç içe geçtiği, barışçıl yaşam düzeneğinin yer aldığı dünyanın en kalabalık demokrasisi olarak karşımıza gelmektedir. İsrail toplumu da idealist bakış açısıyla kurulmuş, bilim ve teknolojiye önem veren, ancak yaklaşık elli yıldan beri var olma mücadelesini her ortamda ve koşulda devam ettiren, doğruları ve yanlışlarıyla Ortadoğu coğrafyasında yer edinmiş bir ülkedir. Kim bilir, belki de bu ülke toplumunun kısacık bir nefes molası vermek için sık uğradığı, bireysel olarak kendini sorguladığı duraklardan birinin Hindistan olması bu açıdan tesadüfi değil…