Atatürk’ü yakalayamayan Türkler

Tam da Osmanlı kadın hareketinin 20. yüzyılda Osmanlı coğrafyasında kurulan ulus-devletler arasında neden Türkiye hariç hiçbir yerde hak kazanımı elde edemediğini soruyorduk ki yeni bir haber geldi Yunanistan’dan. Başbakan Çipras, Batı Trakya Türklerinin bugüne kadar sadece müftülerin yetkisinde olan evlilik, boşanma ve miras gibi konularda, istedikleri takdirde medeni hukuktan da yararlanmalarını öngören bir yasa tasarısı hazırlamaya karar vermiş.

Dr. Elif ULUĞ Köşe Yazısı
29 Kasım 2017 Çarşamba

Tam da Osmanlı kadın hareketinin 20. yüzyılda Osmanlı coğrafyasında kurulan ulus-devletler arasında neden Türkiye hariç hiçbir yerde hak kazanımı elde edemediğini soruyorduk ki yeni bir haber geldi Yunanistan’dan. Başbakan Çipras, Batı Trakya Türklerinin bugüne kadar sadece müftülerin yetkisinde olan evlilik, boşanma ve miras gibi konularda, istedikleri takdirde medeni hukuktan da yararlanmalarını öngören bir yasa tasarısı hazırlamaya karar vermiş. Azınlık mensuplarına bu hakkın tanınmaya başlanması, bugüne kadar Batı Trakya Türklerinin devlet mahkemelerine başvurma hakkının da olmadığı anlamına geliyor.

Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında kalan Osmanlı Türklerinin bu durumu, Atatürk devrimlerinin yaşanmamış olması halinde nasıl bir toplum yapısına sahip olabilirdik, sorusunun üzerine düşünmek için doğru bir örnek. Şimdi bir seçenek olarak sunulması düşünülen İslam Hukuku, yürürlükteki yasaya göre zorunlu; Türklere, Müslüman oldukları için aile hukukunu ilgilendiren konularda şeriata başvurmak mecburi. Bugün yaşanan kriz de beklendiği üzere kadınlar arasında; tüm malvarlığını vasiyetiyle karısına bırakan adamın kızları, bunun şeriata uygun olmadığını iddia ediyor ve dava AİHM’lik oluyor. Düşünün, 2017 yılında bir kadın, mirasta hakkını alamıyor. Atatürk’ün kadınlara sağladığı hakları küçümseyenler, burnumuzun dibindeki Batı Trakya’daki soydaşlarımızın haklarının durumuna dönüp baksalar fena olmayacak!

Oysa bu hesaba bakıldığında, daha dün adı yeni bir okula verilmek istenen Mustafa Sabri Efendi’ye dahi rastlamak mümkün. Karşı olduğu Milli Mücadele’nin başarılı olmasının ardından önce Gümülcine’ye kaçan Mustafa Sabri Efendi, daha sonra Mısır’a geçecek olsa da yine Yunanistan’a sığınır ve burada iki de gazete de çıkarır. Yani Türkiye’de devlete ve devrimlere karşı olan biri, devrin konjonktürü gereği, hemen yanı başında istediği gibi at koşturabilmekte, dahası, oradaki Türkleri etkileyecek güce erişebilmektedir. Peki neden orası? Çünkü Batı Trakya’da halk Yunan yönetimine ikna olmuş; halkı da şeyhülislamı sayan, dindar bir toplum. Bugün bile Balkanlar’da devam eden Osmanlı havasını göz önüne alırsanız, o yıllardaki yoğunluğu gözünüzde canlandırmak çok daha kolay olur.

Şeriat olsun da varsın Yunanistan idaresi altında olsun, hem taban müsaittir, hem de Yunanistan’daki hükümet maddi sorunları çözerek alttan alta destek vermektedir nasılsa! Kazan-kazan durumu söz konusudur; Mustafa Sabri Efendi, Anadolu için koyduğu hedefleri için en azından bir pilot bölge edinmiştir, Yunan hükümeti de Batı Trakya’daki Türk azınlığın aslında Müslüman azınlık olduğu konusunda adım atmaktadır. Üstelik Mustafa Sabri Efendi’nin hükümetin desteği ve teşvikiyle çıkardığı gazeteler, Anadolu’ya yasak olduğu halde el altından gönderilir. Buralarda yapılan yayınların Cumhuriyet ve devrimler eleştirisi olmaktan öte, Cumhuriyet’e düşman nesiller yaratma hedefi olduğu da kolaylıkla görülür. Bu, Türkiye’deki devrimlerin Türk azınlığın nasiplenmemesine de neden olur: Latin alfabesi, kadınlara oy hakkı, medeni hukuk, kılık kıyafetin modernleşmesi gibi her konuda muhalefet olan bir azınlık lideri vardır o zamanki Yunanistan hükümetinin karşısında, ne büyük nimet değil mi?

Yunanistan bu konuda umabileceğinden de şanslıdır. Öyle ki Yunanistan Müslümanlar Birliği Başkanı Hafız Ali Reşad, Yunan bakandan, azınlığa Türk denmemesini, Türkiye’den okul kitapları ve öğretmenler getirilmemesini isteyecek haldedir. Bu tencere-kapak ilişkisi çok düşündürücüdür, zira Yunanistan’ın azınlığın Türk adının kullanılmasını istememesiyle Türkiye’den gönderilen Yüzelliliklerin1 isteklerinin örtüşmesi manidardır. Yunanistan’la bu konuda benzer olan Bulgaristan’dan yapılan göçleri, daha yeni kaybettiğimiz Naim Süleymanoğlu’nun memlekete gelmesinin nasıl olduğunu hatırlayalım hep beraber. Bu noktaya giden yolların taşlarını, “Türklük’ten istifa eden” Mustafa Sabri Efendi gibiler döşedi: “Ben de aynıyla reddedip Türk’ü, / Attım üstümden en elim yükü… / Tevbe yarabbi tevbe Türklüğüme!.. / Beni Türk milletinden addetme!..”

Osmanlı sınırları dışında kalan Türkler, Atatürk’le gelen devrimlerden yararlanamadıkları gibi, Atatürk’e muhalefet eden kesimin gücü altında kalınca modern hakların da pek çoğundan oldular. Bu, 2017’de dahi eşinden hak ettiği mirası alamayan batı Trakyalı kadında da görülüyor. Atatürk’ün devrimlerine gerek kalmadan her hakkı alan Osmanlı kadın hareketinin, Osmanlı coğrafyasında ‘her nedense’ bir tek Türkiye’de başarılı olabildiği de! Zira Yunanistan ve Bulgaristan gibi Avrupa’da kalan eski Osmanlı topraklarında bile kadınların bu sorunları yaşaması, Türk denmesinin bizzat da Atatürk muhalifi kesimin yardımlarıyla problem olmaya başlaması, Atatürk’ün ve devrimlerinin olmadığı bir Türkiye’nin nasıl bir yer olabileceğini biraz olsun gösteriyor, Atatürk’ün kıymetini rahatlıkla göz önüne çıkarıyor.

“Öyle olmasaydı böyle daha iyi olurdu” gibi sonuçlar, her zaman için, “Halamın sakalları olsa amcam olurdu” noktasına götürecek olsa da “Atatürk olmasaydı, daha iyi olurdu”, “Devrimler halkın görüşü alınmadan yapıldı”, “Daha sindire sindire devrim yapılabilirdi” gibi eleştiriler için Osmanlı topraklarında kurulan yeni ülkelerin gelişimine bakınız, en azından bir fikir verir. Fikri olan da Türk azınlığın modern mahkemelere gitme hakkı elde etmediğini, Suudi Arabistan’da bugün kadınların araba sürmesinin devrim diye adlandırılmasını görür de deli saçmalarına maruz kalmaz.

 

1Kurtuluş Savaşı sonrası düşman işbirlikçisi görülen ve 1927’de vatandaşlıktan çıkarılan 150 kişidir.