Sıra dışı intikam öyküsü

Yunanlı Yorgos Lanthimos ‘KUTSAL GEYİĞİN ÖLÜMÜ’nde tekinsiz bir dünya inşa etme alışkanlığını sürdürüyor.

Viktor APALAÇİ Sanat
21 Kasım 2017 Salı

İzleyicisini her zamanki gibi oyunbaz ve özenle tasarlanmış yeni bir lanetli Lanthimos evrenine götüren film, babasını ameliyat sırasında sarhoş iken öldürdüğünü düşündüğü cerrahtan intikam almak isteyen bir yeni yetmenin öyküsünü anlatıyor. Yönetmenin kara mizahından beslenen bu gerçeküstü konulu film yer yer doğaüstü öğelerden faydalanıyor. Bu kapkara gerilim filminde, Lanthimos bedensel şiddetten doğan mizahını sürdürürken, aile, suçluluk duygusu gibi temaların da hakkını veriyor. Tıpkı ustası Haneke gibi,  rahatsızlık yaratmaktan hoşlanan sinemasıyla Yunanlı yönetmen acı bir mizahtan beslenen üslubuyla saygıyı hak ediyor. Genç İrlandalı aktör Barry Keoghan, psikopat genç kompozisyonunda harikalar yaratıyor.

‘THE KILLING OF A SACRED DEER’

Yön: Yorgos Lanthimos

Sen: Y. Lanthimos-Efthimis Filippou

Gör: Thimitos Bakatakis

Kurgu: Yorgos Mavropsaridis

Oyn: Colin Farrell- Nicole Kidman- Bary Keoghan- Sunny Suljic- Raffey Cassidy

Yorgos Lanthimos, bir önceki ödüllü filmi ‘The Lobster’da olduğu gibi, ‘Kutsal Geyiğin Ölümü/The Killing of a Sacred Deer’i yine uluslararası bir oyuncu kadrosu eşliğinde İngiltere’de çekti. Sıra dışı bir intikam hikâyesiyle, izleyiciyi benzersiz bir evrene davet eden Yunanlı yönetmen, filmografisinin karakteristiği olan tekinsiz bir dünya inşa etme alışkanlığını bu filmde de sürdürüyor.

Senaryosunu yazarken Euripides’in bir trajedisinden etkilendiğini söyleyen Lanthimos, filmini bir Yunan tragedyası şeklinde sunuyor.

İzleyicisini her zamanki gibi tekinsiz, oyunbaz ve özenle tasarlanmış yeni bir lanetli Lanthimos evrenine götüren film, yönetmenin kara mizahından besleniyor.

Tıpkı ‘The Lobster’da olduğu gibi, başrolü Colin Farrell’in oynadığı, İngilizce sözlü, gerçeküstü öykülü film yer yer doğaüstü ögelerden faydalanıyor.

Seyircisini rahatsız etmek konusunda elini korkak alıştırmayan Lanthimos’un bu son filmi, başarılı bir cerrah ve babasının boşluğunu onunla doldurmaya çabalayan bir ergen etrafında dönüyor.

Bir açık kalp ameliyatı sırasında yakın plandan çekilmiş atan kalp seansıyla başlayan film, bizlere kahramanımızın çok ünlü bir cerrah olduğunu gösteriyor. Saygın operatör Steven Murphy (Colin Farrell) başarılı geçen ameliyat sonrası kanlı eldivenlerini, maskesini ve ameliyat önlüğünü çöpe atar.

‘SOPHİE’NİN SEÇİMİ’ GİBİ ZOR KARAR

Görünürde, göz doktoru güzel karısı Anna (Nicole Kidman) ve iki çocuğuyla görkemli bir villada sakin ve konforlu bir yaşantısı olan Steven’in bazı takıntılarının olduğunu öğreniriz.

Örneğin karısıyla seks yapması için kendisinden ölü taklidi yapar gibi, sırt üstü, hareketsiz yatmasını şart koşar.

Steven ve ailesinin hayatı, babasını kaybetmiş bir genç olan Martin’i (Barry Keaghan) himayesine almasıyla rayından çıkar. Beraberinde bazı karanlık sırlar da getiren Martin, aile fertleriyle giderek yakınlaşırken, Steven’in çocukları ansızın yemeden içmeden kesilir ve yürümemeye başlarlar.

Doktorlar çocukların rahatsızlığını bilimsel olarak açıklayamamaktadır. Martin, evine davet ettiği Steven ile dul annesinin aralarını yapmaya çalışırken, hamisinin kızını da baştan çıkarmaktan geri kalmıyor.

Babasının, Steven’in sarhoşken yaptığı bir ameliyat sırasında öldüğünden emin olan Martin, karşılığında cerrahtan ailesinden birini kurban vermesini talep eder.

Steven kendisini Martin’in dediklerini harfiyen yapmazsa, aile fertlerinin sırayla öleceği esrarengiz bir oyunun içinde bulur.

Cerrah ile çocuk arasındaki ilişki, zamanla tüm aileyi pençesine alacak bir trajediye dönüşür.

Bu kapkara gerilim filminde, ölümcül bir intikam komplosuyla karşı karşıya gelen doktorun, ‘Sophie’nin Seçimi’ gibi davranıp, ailesinin iki ferdini kurtarmak için üçüncüsünü feda etmesi gerektiğini görüyoruz.

Lanthimos, bedensel şiddetten doğan mizahını bu filmde de sürdürürken, aile, suçluluk duygusu gibi temaların hakkını veriyor.

Film, aile içi katliam temasını da, Stanley Kubrick’in ‘The Shining’ başyapıtından ödünç almışa benziyor. Burada batı toplumunun yaşadığı suçluluk duygusuna ve bunalıma alegorik bir benzetme var.

Bilinen gergin üslubu eşliğinde, Lanthimos sınıf farklılıklarına dair, etkisinden kurtulması çok zor, soğuk duş şiddetinde bir film yapmış.

Yönetmen klostrofobik bir atmosfer üzerinden, filmin kahramanı operatöre özenerek, Amerikan aile kurumunu ameliyat masasına yatırıyor. Film bu yönüyle Amerikan rüyasını boşa çıkaran, orta sınıf bir Amerikan ailesinin içinde bulunduğu çöküntü ve dağılmayı anlatan, Sam Mendes’in (kendisine En İyi Yönetmen Oscar’ı kazandıran) Amerikan Güzeli’ni (1999) akla getiriyor. Bu filmin erkek kahramanı Lester (En İyi Aktör Oscar’ı sahibi Kevin Spacey) ve Lanthimos’un Steven’i karılarıyla iletişim kurmada eşit mesafede başarısızlığa uğruyorlar.
Film, kibirli burjuva bir kardiyolog ile alt sınıfa mensup 15 yaşında tehditkâr bir ergen (eşit olmayan iki zıt karakter) arasındaki ilişkiyi tüyler ürpertici bir atmosfer eşliğinde anlatıyor. Tehditlerinden taviz vermeksizin, vazgeçmeyerek kısasa kısas isteyen beklenmeyen misafir Martin ‘kutsal aile’yi de tehdit etmiş oluyor.

Lanthimos ile bu ikinci iş birliğinde İrlandalı aktör Colin Farrell, ifadesiz ve gergin doktor karakterinde; Nicole Kidman, göz doktoru Anne’da itaatkâr eş rolünde çok başarılı. Ancak oyuncu kadrosundaki sürpriz yine İrlandalı bir aktörden, kaybettiği babasının intikamı peşindeki Martin’i oynayan Barry Keaghan’dan geliyor.

Cannes Film Festivali’nde ‘psikopat genç karakterlerine’ bir Altın Palmiye verilmesi adeti olsaydı, izleyicisinin kanını donduran performansıyla, Barry Keaghan bu ödülü kazanırdı. Aktörü son olarak yaz sezonunun en iyi filmi, Christopher Nolan’ın ‘Dunkerque’inde izlemiştik.

RAHATSIZLIK YARATMAKTAN HOŞLANAN BİR YÖNETMEN

Reklam ve video yönetmenliğinden gelen, 1973 Atina doğumlu Yorgos Lanthimos, sadece altı filmle Yunan Yeni Dalga akımının önde gelen ismi oldu.

Senaryo yazarı- yapımcı- yönetmen Lanthimos, Yunan sinemasında Theo Angelopoulos’un tahtına aday gösterilen, film festivallerinin gözde ismi.

Oscar’a aday gösterilen Cannes 2009’da Belirli Bir Bakış bölümünün En İyi Filmi seçilen, üçüncü uzun metrajı ‘Köpek Dişi/Dogtooth/Kynodontas’ başyapıtıyla uluslararası şöhreti yakalayan Lanthimos, iki yıl sonra Venedik’te ‘Alpler/Alpeis’ ile En İyi Senaryo Ödülü’nü kazandı.

Senaryo yazılımındaki benzersiz becerisini göstererek, bu yıl da Cannes’da ‘Kutsal Geyiğin Ölümü/The Killing of a Sacred Deer’ ile (Lynne Ramsay ile paylaşıp) En İyi Senaryo Ödülü’ne ortak oldu.

Aynı festivalde 2015’te ‘The Lobster’ ile Cannes’da Jüri Ödülü sahibi olan yönetmen, En İyi Senaryo dalında da Oscar adayı oldu.

Lanthimos’un ‘Köpek Dişi’ ile çıtayı en yükseğe koyduğunu düşündüğümden, yönetmenin ardından yaptığı üç filmden tat almada zorlandım.

‘Köpek Dişi’, konusu itibarıyla Haneke başyapıtı ‘Ölümcül Oyunlar/Funny Games’i (1997), yarattığı duygusal sıkıntı açısından, Lars Von Trier’in ilk dönem filmlerini akla getiriyor.

Film, üç genç kardeşin anne babasıyla, sanki paralel bir evrende, farkında olmadıkları bir tutsaklıkta yaşadığı yazlık bir villada geçen konusuyla, izleyicisini dehşete düşürüyordu.

Yaşadığımız toplumun ikiyüzlülüğünü sergileyen, acı bir mizahtan beslenen sinema diliyle, Yunanlı yönetmen rahatsızlık yaratmaktan hoşlandığının ipuçlarını veriyordu.

Lanthimos bu yıl Cannes’da ödülünü almak için sahneye yalnız çıktı, ancak basın konferansında: “Son dört filmimin senaryosunu Efthymis Filippou ile müştereken yazdık. Bir filmi bitirir bitirmez birlikte yeni projemizi düşünürüz. Küçük bir fikirden yola çıkıp, onu geliştirmeye ve derinleştirmeye çalışırız. Filmimin eleştiri yazılarından pek hoşlanmam. Ancak doğru ve dürüst eleştirilerden ders çıkarmak adına, negatif eleştirileri zaman zaman okuyorum” dedi.

Lanthimos, günümüz toplumsal hayatını huzursuz edici, asap bozucu bir üslupla sergilemekte kararlı olduğunu son filmleriyle kanıtlıyor.

Etik, vicdan, suçluluk duygusu gibi temaların hakkını vererek, ahlakın tavrıyla farklılığını göstererek, Lanthimos şüphesiz ki, ‘Avrupa sinemasının son dönemdeki yükselen yıldızı’ sıfatına hak kazanıyor.