Almanya seçimleri ve aşırı sağın yükselişi

Umut UZER Köşe Yazısı
1 Kasım 2017 Çarşamba

Amerika’da aşırı unsurların Virginia ve başka yerlerde gösteri yapmaları ve son Alman seçimleri gösterdi ki bazı fikirler yok olmuyor sadece marjinalleşiyor. Buna rağmen toplumun bir kesiminde ve bazı insanların şuuraltında yaşamaya devam edip, ekonomik buhran veya göçmen krizi gibi sorunlar yaşanınca tekrar yüzüstüne çıkıyor.

24 Eylül 2017’de yapılan seçimlerin sonucunda Hristiyan Demokrat ve Hristiyan Sosyal Birlik Partileri (CDU/CSU) toplam yüzde 33 oy alıp en büyük parti olarak Alman Meclisi Bundestag’a girmeye hak kazandı. Ancak bu sonuç 2013 yılına göre yüzde 8’lik bir oy kaybına işaret ediyor. SPD ise yüzde 5 oranında oy kaybıyla ancak yüzde 20 oy alabilip ana muhalefet görevini üstlendi. Avrupa Parlamentosu eski Başkanı Martin Schulz’un SPD genel başkanı olarak partiye istenilen başarıyı getiremediği aşikâr. Böylelikle, hükümete katılmayacağını açıklayan sosyal demokratlar dışında CDU Genel Başkanı Angela Merkel liberal FDP ve Yeşiller Partisi ile koalisyon kurma çabasına girişti.

Ancak 2017 seçimlerinin en önemli gelişmesi aşırı sağ Almanya için Alternatif (AfD) partisinin yüzde 13’e yakın bir oy ile ve 92 milletvekili ile Alman parlamentosuna seçilmesi oldu. Böylelikle 1950’li yıllarda çok kısa süre Meclis’te temsil edilen Alman Sağ Partisi (Deutsche Rechtspartei) sonrasında ilk defa aşırı sağcı kesim parlamentoda temsil edilme hakkını elde ediyordu.

2013 yılında AB karşıtı bir siyasi parti olarak kurulan AfD, o yıl aldığı yüzde 4,7 oran ile ülke çapında yüzde 5 olan seçim barajının altında kalıyordu. Ancak bu yıl barajı rahatlıkla geçen AfD’nin başarısının ardında Alman Başbakanı Angela Merkel’in 2015 yılından beri çoğu Suriyeli 1,5 milyonun üzerinde göçmeni ülkesine kabul etmesinin yattığını teslim etmeliyiz. Mülteci krizi sonucu güçlenen AfD’nin liderlerinin ve üyelerinin Nazi sempatizanı revizyonist söylemler içine girdiklerine şüphe yok. Mesela partinin eş başkanlarından eski CDU mensubu 76 yaşındaki hukukçu Alexander Gauland, kapıların göçmenlere kapatılması gerektiğini söylerken, ülkelerini korumak ve gururlu Almanlar olmak istediklerini ifade ediyordu. Daha şok edici olarak, Birinci ve İkinci Dünya Savaşındaki Alman askerleri ile gurur duyduklarını açıklamaktan çekinmiyordu. Böylelikle bu sözlerle Nazi Almanya’sına sempati beslediğini açıklamış oluyordu. “Ülkemizi geri alacağız,” derken Gauland aynı zamanda babası Afrika kökenli ama kendisi Almanya doğumlu Jerome Boateng adlı futbolcuya hiçbir Almanın komşu olmak istemeyeceğine dair kanaatini açıklıyordu. Açık bir şekilde Alman pasaportuna sahip herkesin Alman olmadığını da söyleyen parti eş başkanının ifadelerinin ırkçı ve Nazi yanlısı olduğu son derece açık. Benzer bir şekilde Türk kökenli siyasetçi Aydan Özoğuz’un Anadolu’ya geri gönderilmesini talep eden Gauland’ın ideolojisinin yabancı düşmanı ve ırkçı olduğunu, bu ve bunun gibi çeşitli ifadelerinde görmek mümkün.

Şimdi AfD’den ayrılmış partinin eski başkanı Frauke Petry ise völkisch kelimesinin artık kullanılması gerektiğini vurguluyordu. Her ne kadar kelimenin kökü halkçı anlamına sahipse de bu kelimenin arkasında derin ayrımcı duyguları Petry’nin bilmemesine imkân yok. Nazi döneminin öncesinde ve esnasında ırkçı ve yıkıcı Alman ideolojisinin parçası olan bu kavramın Nasyonal Sosyalist döneme duyulan bir özleme ve sempatiye işaret ettiği son derece açık.

Parti eş başkanlarından Alice Weidel’in Alman siyasetçilerini İkinci Dünya Savaşının galiplerinin kuklaları olarak tanımlaması aslında her iki eş başkanın 2017 Nisan’ında seçilmeleri ile partinin daha da sağa kaydığının göstergesi. Bu parti hakkında ilginç bir bilgi, partiye oy verenlerin en çok 35-44 yaş aralığında, en az da 70 yaş üstündekilerde olması. Bu yaş grubundakiler, yani 1947 ve önceki yıllarda doğanlar, Nazi dönemini ya çocuk olarak yaşamış olmaları ya da iktidardan düştükten hemen sonra doğmaları sebebiyle, bu iktidarın sempati duyulacak bir yönü olmadığını kendi tecrübelerinden veya verilen eğitimden biliyor olmalılar.

Her ne olursa olsun, AfD’nin bu seçim başarısı, 16 eyaletin 13’ünün yerel meclislerinde temsil edildiği de dikkate alınırsa, yabana atılır değil. Ayrıca Doğu Almanya’da yüzde 21 oy alan parti ülkenin batısında yüzde 11 oya ulaşıyordu ki bu da az bir rakam değil. Parti programında İslam’ın Avrupa’ya ait olmadığı yazan partinin mensupları arasında tarihin yeniden yazılması gerektiğini söyleyenler olduğu gibi Björn Höcke gibi Berlin Holokost anıtının “bir utanç anıtı” olduğunu söyleyenler de mevcut. Gerçi AfD liderliği Höcke’nin partiden atılması kararı verse de bu daha çok taktiksel bir adım gibi gözükmektedir.

CDU lideri Angela Merkel’in kaybettiği oyları geri kazanmak istediğini ifade ederken umut edilir ki bu çabayı gösterirken yabancı düşmanlığı ve ırkçılık konusunda geçmişin mirasını dikkate alır ve kendi partisinin aynı tuzaklara düşmemesi için en üst düzeyde hassasiyet gösterir.