Web´den Seçmeler

• Bütün semavi dinlerin merkezi Kudüs, ayrı bir yazıyı hak ediyor. Ama kale duvarlarının içindeki eski şehirde, Müslüman mahallesiyle Yahudi mahallesi, Ermeni mahallesinin arasında sınırlar yok. Sadece El Aksa Camii’ne girerken silah aramasından geçiyorsunuz, bir de Müslüman olduğunuzu ispat etmeniz gerekiyor! Türk pasaportları ve şahadet getirmemize rağmen iki kadın gazeteci, kaleşli muhafızları tatmin edecek kadar tesettürlü olmadığımız için camiye giremiyoruz, oysa erkek arkadaşlarımız giriyor! Erkekleri camide bırakıp, silahlı muhafızlara içimizden saygılar sunup, Ağlama Duvarı’na gidiyoruz; kimse bize Yahudi olup olmadığımızı sormuyor. Aynı kıyafetle duvarı ziyaret ediyoruz. YAZGÜLÜ ALDOĞAN - POSTA

İzak BARON Diğer
1 Kasım 2017 Çarşamba
  • CUMBASININ AYRI BİR ROMANTİZM KATTIĞI SARFATİLER'İN EVİNE, HEMEN HER YAHUDİ EVİNDE OLDUĞU GİBİ 7 MERDİVEN ÇIKARAK GİRİYORSUNUZ. 7 RAKAMI YAHUDİLER İÇİN BİRÇOK AÇIDAN ÖNEM TAŞIYOR. O YÜZDEN KALEİÇİ'NDEKİ BİR EVİN BİR YAHUDİ'YE AİT OLUP OLMADIĞINI, GİRİŞİNDEKİ BASAMAK SAYISINDAN AYIRT ETMENİZ MÜMKÜN

Bugün çok sayıda konağın ve sivil mimarlık örneği evin ayakta olmadığı, kiminin yangın kiminin ise ihmal ve bakımsızlık sonucu yok olup gittiği Kaleiçi; hala onlarca konağa ve milyonlarca anıya ev sahipliği yapıyor. İşte o konaklardan ikisi; Yahudi cemaatinden Albert Sarfati'ye ve Jak Assa'ya ait. Albert Sarfati bir mandıracı. Jak Assa ise bir sarraf. Edirne'nin saygın iki esnafı olan Albert Sarfative Jak Assa aynı zamanda iyi birer komşu. Evlerinin birbirine bitişik olan küçük arka bahçeleri, bugün butik otelin yaşam alanı olarak tasarlanmış. Türk evlerinde görmeye alışkın olduğumuz komşu kapının yerine büyük bir incir ağacının bulunduğu Albert Sarfati'nin bahçesini Jak Assa'nın bahçesinden ayıran duvarın ortadan kalkması, iki güzel konağın da bütünleşmesine neden olmuş.

Bugün Ulus Pazarı yanından kalkan şehir içi minibüslerin şehir merkezine gidiş güzergahı üzerinde bulunan Arif Paşa Caddesi'nde hemen kendini belli ediyor Mandıracı Albert Sarfati'nin evi. Edirne'de son dönemde yapılan en güzel ahşap restorasyonlarından birine sahip olan ev, beyazın ahşapla harika bir uyumu olarak dikkat çekiyor.

Cumbasının ayrı bir romantizm kattığı Sarfatiler'in evine, hemen her Yahudi evinde olduğu gibi 7 merdiven çıkarak giriyorsunuz. 7 rakamı Yahudiler için birçok açıdan önem taşıyor. O yüzden Kaleiçi'ndeki bir evin bir Yahudi'ye ait olup olmadığını, girişindeki basamak sayısından ayırt etmeniz mümkün.

Şeva Berahot dedikleri evliliğin yedi kutsaması, Yahudi olmayanların uymak zorunda olduğu yedi emir olarak bilinen Noah'ın Evrensel Yedi Kanunu, 1 etrog, 1 lulav, 2 hadas ve 3 aravottan oluşan Sukot sırasında dört yöne doğru sallanan demetteki yedi bitki, yedi gün oturulan şiva, yedi kadın peygamber (Sara, Miryam, Dvora, Hana, Hulda, Avigail ve Ester) gibi nedenlerden ötürü 7 rakamına büyük önem veren Yahudiler, kenti en son terk eden azınlıklar olması nedeniyle Edirne'ye daha sıkı bağlılar. Çünkü Rumlar mübadele, Ermeniler de çeşitli nedenlerden ötürü Cumhuriyet öncesi ve sonrası yakın dönemde Edirne'yi terk ederlerken Yahudilerin Edirne'yi terk edişi, 1950'li yılların ortalarına kadar dayanıyor. En son olarak 70'li yıllarda kent, beş asırlık sakinleri tarafından tamamen terk ediliyor. 

Orkun Akman

http://www.hudutgazetesi.com/haber/43289/edirnede-konaklamanin-keyifli-yuzu.html

 

  • 2 KASIM’DA İSRAİL BALFOUR DEKLARASYONU’NUN 100. YILDÖNÜMÜNÜ KUTLARKEN FİLİSTİNLİLER VE ARAPLARIN “BİZ NEDEN BU DURUMLARA DÜŞTÜK, NERELERDE HATA YAPTIK?” SORUSUNA CEVAP ARAMALARI, ÇUVALDIZI ÖNCE KENDİLERİNE BATIRMALARI GEREKİR

1918’den 1947’e kadar Filistin Britanya mandasıydı. Bu süre zarfında Londra Filistin sorunu konusunda çelişkili politikalar izledi. Siyonistlere bazen yardımcı, bazen engelleyici oldu. Siyonist hareket ise Balfour Deklarasyonu’nu da kullanarak Filistin’e Yahudi göçünü ve orada kurumlaşarak gelecekteki devletin temellerini atmayı adım adım ilerletti. Filistinli Araplar buna direnmeye çalıştı ama çeşitli nedenlerle başarılı olamadılar. Filistin liderliğinin zayıflığı ve hatalarının bunda önemli payı vardı. İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki uluslararası koşullarda BM Filistin’i taksim etme kararı aldığı zaman Yahudilerin devleti hazırdı ve 14 Mayıs 1948’de İsrail devleti kuruldu. Filistinliler ise 2017’de hâlâ devlet sahibi değil ve İsrail işgali altında yaşıyorlar. İsrail, Araplarla girdiği tüm savaşları kazanarak topraklarını genişletti. 1967 savaşı ve İsrail’in elde ettiği askeri başarı bir dönüm noktasıydı. Kudüs’ün tümü, Batı Şeria bölgesi, Golan Tepeleri, Gazze Bölgesi ve Sina Yarımadası İsrail’in eline geçti. 1978’de Mısır’la Camp David Anlaşması’nı imzalayarak en önemli Arap devleti tarafından tanınma karşılığında Sina’yı geri verdi. 1994’te Ürdün’le barış anlaşması imzaladı. 2005’te kendi kararıyla Gazze Bölgesi’nden çekildi ama halen bu bölgeyi abluka altında tutuyor. İsrail-Filistin anlaşmazlığı devam ediyor ve tünelin ucunda ışık yok. Uluslararası hukuka göre Filistinlilere ait olan topraklar üzerinde Yahudi yerleşim birimleri kurma çalışmaları devam ediyor. Balfour Deklarasyonu’nun yayınlanmasından 100 yıl sonra durum bu. İsrail için büyük başarı. Filistinlilerin geleceği ise belirsiz.

The Economist dergisi “İsrail’i İngiltere kurmadı” tespitini yaparken temelde haklıdır. İsrail’i izledikleri uzun vadeli, rasyonel politikalarla, verdikleri mücadelelerle Yahudiler kurdular. Bu mücadelede İngiltere ile bazen çatıştılar, bazen de desteğini aldılar. Eğer gün gele bir Filistin devleti kurulacaksa bunu öncelikle Filistinlilerin başarması gerekir.

Kimse onlara devlet hediye etmeyecek. Böylesi bir başarı için birlik içinde olmaları, akıllı politikalar üretmeleri gerekir. Mahmut Abbas liderliği bu konuda umut vermiyor. 1948’den günümüze uzanan yenilgiler zincirinden dersler çıkarmaları gerekirdi. Başkalarını suçlamak yerine kendi hatalarını analiz etmeyi başarmaları gerekirdi. Maalesef şu anda Arap dünyasının içinde bulunduğu durum umut vaad etmiyor. 2 Kasım’da İsrail Balfour Deklarasyonu’nun 100. yıldönümünü kutlarken Filistinliler ve Arapların “Biz neden bu durumlara düştük, nerelerde hata yaptık?” sorusuna cevap aramaları, çuvaldızı önce kendilerine batırmaları gerekir.

İsmail Kemal

http://www.kibrisgazetesi.com/yazarlar/dr-ismail-kemal/balfour-deklarasyonu-100-yasinda/3604

 

  • “MAKUL YAHUDİ” BULUNDUKTAN SONRA ABDÜLHAMİD ŞÖYLE BAŞLIYORDU SÖZÜNE: “BÖYLE AKLISELİM YAHUDİLERİ GÖRMEK BİZİ MEMNUN ETTİ” VE EKLİYORDU: “BEN VAR OLDUĞUM SÜRECE FİLİSTİN’DE BİR YAHUDİ DEVLETİ KURULMAYACAK. BUNA MÜSAADE ETMEYECEĞİM.”

Bugün “üst akıl” denilen “güç” için Payitaht dizinde “global monarşinin veziri” ifadesi kullanılıyordu. Ve bu gücün taşıdığı iddia ediliyordu Theodor Herzl’i siyaset sahnesine. Ve dizideki Herzl karakteri “Yahudi çocuklarının vaat edilmiş topraklarda mutluluğuna” o kadar meftundu ki, arkadaşı Emanuel Karasu’nun “Filistin’deki Müslüman çocuklarının kanı bu mutluluğun şartı mıdır?” uyarısını bile önemsemiyordu. “Kes sesini!” diyor ve şöyle devam ediyordu: “Bütün dünya bize hizmet etmek için yaratıldı. Başka milletlerin bir önemi yok”. Ve böylece bir başka antisemit söylem daha yerini buluyordu dizide.

Payitaht’ta iyi Yahudiler de vardı elbet. Mesela İsrail’in varlığını istemeyen hatta düşman olanlar “iyi” oluveriyordu. Bunlardan biri de Herzl’in babasıydı. Sultan ile görüşüyor, Tanrı’nın Yahudilere toprak vaat ettiğine inanmayı “Peygamberleri öldüren ümmetlerin zırvaları” diye niteliyordu. İsrail’in kurulma istemini ise “Yahudilerin hem Filistin civarında yaşayanların felaketi” diye…  “Makul Yahudi” bulunduktan sonra Abdülhamid şöyle başlıyordu sözüne: “Böyle aklıselim Yahudileri görmek bizi memnun etti” Ve ekliyordu: “Ben var olduğum sürece Filistin’de bir Yahudi devleti kurulmayacak. Buna müsaade etmeyeceğim.” Varlığında olmasa da yıllar sonra İsrail kurulacak ve onu ilk tanıyan Müslüman nüfusu yoğun olan ülke, Osmanlı İmparatorluğu’nun varisi Türkiye olacaktı.

Diziye göre Theodor Herzl gençliği de kullanmayı iyi biliyordu. Zira Sultan’ı tehdit edebilecek tek şey Osmanlı gençliğiydi. Bunu da muhalif bir gazetecinin vurulması üzerinden başarıyordu Herzl. Kendi adamlarına vurdurtuyor, suçu da masum Sultan’ın üstüne atıveriyordu. Olaylar büyümeye başlarken kahvehanedeki eğitimsiz ama Abdülhamid’e bağlı gençlerle muhalif olanlar arasındaki söz düellosunun mesajı pek de “alt mesaj” derdi bile gütmüyordu: “Gencecik gazeteciler vurulur bunun gibi çomarlar da rahatsız olur”  Bugün sosyal medya dilindeki “çomar” ifadesini Osmanlı’da kullanan var mıydı bilinmez ama Sultan dizide yine ağırlığını koymayı iyi biliyordu. Abdülhamid, “Benim iktidarımda kimin canına dokunulmuş ki bir gazeteciye dokunulsun” diyor, sokakları dolduran gençlerin karşısında daha önce yaptığı icraatları anlatıyordu. Böylece Herzl’in bir planı da suya düşüyordu.

Fakat bununla sınırlı değildi. Diziye göre Theodor Herzl’in ele geçirme planları arasında Sultan’ın en büyük hayali Hicaz Demiryolu Projesi de bulunuyordu. Sultan ise dikkatliydi. Raporlar hazırlatıyordu. Ona verilen raporlarda “Sultanım Musul, Kerkük, Cerablus, Afrin ve Hatay bu kısım nüfus bakımından oldukça karışıktır. Araplar, Ermeniler Türkler ve Kürtler bir arada yaşamaktadır” deniliyordu ve bir uyarı vardı: “Güzergah buradan geçerse ecnebi casusların faaliyet alanı olabilir, halkı kışkırtabilirler”.

Serdar Korucu

https://bianet.org/biamag/kultur/191004-bir-propaganda-dizisi-olarak-payitaht-abdulhamid

 

  • İSRAİL’İN HİZBULLAH ÜZERİNDEN İRAN’A YÖNELİK BİR HAMLE YAPMASI DA BU BAĞLAMDA İHTİMAL DIŞI DEĞİL

Ambargo nedeniyle pabucun pahalı olduğunu anladığında ABD ve diğer büyük güçlerle dişe diş pazarlık yaparak ve nükleer programının önemli bir bölümünden vazgeçerek dünyayla ilişkilerini normalleştirme yönünde bir adım attı. Bugün, Trump’ın tehditlerine, Amerikan yaptırımlarının sürmesine ve Avrupalı yatırımcıları ürkütmesine rağmen ekonomisi yabancı yatırım çekmeyi beceriyor. Financial Times Gazetesi’nde dün çıkan bir habere göre, Tahran’ın dünyanın önemli enerji şirketleriyle 2018 yılında 20 milyar dolarlık enerji anlaşması imzalaması bekleniyor.

Trump yönetiminin tutarsızlıkları da İran’ın güçlenmesinde etkili oldu. En son Irak Kürdistan’ındaki referandum akabindeki gelişmelerde ABD Kürtlerin arkasından desteğini çekerken İran’a bağlı Iraklı Şii milis gücü Haşdi Şabi askeri gücünü gösterdi. Washington Başbakan İbadi’yi İran karşısında güçlendirmeye ne kadar çalışsa da Tahran’ın ağırlığını azaltabilmesi mümkün değil. Üstelik IŞİD ile mücadelede de İran’la işbirliği yapıyorken.

Suriye’deki dengeler de göz önünde bulundurulduğunda Ortadoğu’da ABD’nin isteyebileceği herhangi bir sonucun İran’ın desteği olmadan veya İran’a rağmen gerçekleşmesi de mümkün değil. Nükleer anlaşmadan vazgeçilmesi halinde de Washington kendisini muhtemelen yapayalnız bulacak. Sonrasındaki olası bir tırmandırma ise bölgeyi daha da karıştıracaktır. İsrail’in Hizbullah üzerinden İran’a yönelik bir hamle yapması da bu bağlamda ihtimal dışı değil.

Bu tabloda halen cevaplandırılmayı bekleyen en önemli soruysa kanımca şudur: İran, kapasitelerinin çok ötesinde hedeflere kilitlenerek, evdeki bulgurdan da olan diğer ülkeler ve örgütlerle aynı hataya düşecek midir? Yoksa gücünün sınırlarını gerçekçi şekilde değerlendirip ona göre davranacak mıdır?

Soli Özel

http://www.haberturk.com/yazarlar/soli-ozel/1689021-iran-gucunun-siniri

 

  • ERKEKLERİ CAMİDE BIRAKIP, SİLAHLI MUHAFIZLARA İÇİMİZDEN SAYGILAR SUNUP, AĞLAMA DUVARI’NA GİDİYORUZ; KİMSE BİZE YAHUDİ OLUP OLMADIĞIMIZI SORMUYOR. AYNI KIYAFETLE DUVARI ZİYARET EDİYORUZ

Yerinde görmek, öğrenmenin en güzel yollarından biri. Beş gün geçirdiğim İsrail’de gördüklerim, yaşadıklarım, bütün önyargılarımı değiştirdi. Zaten üyesi olduğum uluslararası SCİJ, kayak sporunu bahane ederek 44 ülkeden binlerce gazeteyi bünyesinde buluştururken hedef de bu. Gazetecilerin birbiriyle görüşmesi, birbirlerinin ülkelerini ziyaret etmesi ve yerinde görerek öğrenme. İsrailli gazeteci arkadaşlarımızın düzenlediği Yaz Buluşması’nda, İsrail’in tarihi ve sosyolojik gerçeklerini yerinde gördük. Müslüman yoğunluklu Arap şehrinden Hıristiyan köyüne, Yahudi kibutzuna, her gece başka bir yerde kalarak, her dinden ve kimlikten insanla konuşarak barış içinde yaşamanın da mümkün olduğunu, olabileceğini gördük.

Bütün semavi dinlerin merkezi Kudüs, ayrı bir yazıyı hak ediyor. Ama kale duvarlarının içindeki eski şehirde, Müslüman mahallesiyle Yahudi mahallesi, Ermeni mahallesinin arasında sınırlar yok. Sadece El Aksa Camii’ne girerken silah aramasından geçiyorsunuz, bir de Müslüman olduğunuzu ispat etmeniz gerekiyor! Türk pasaportları ve şahadet getirmemize rağmen iki kadın gazeteci, kaleşli muhafızları tatmin edecek kadar tesettürlü olmadığımız için camiye giremiyoruz, oysa erkek arkadaşlarımız giriyor! Erkekleri camide bırakıp, silahlı muhafızlara içimizden saygılar sunup, Ağlama Duvarı’na gidiyoruz; kimse bize Yahudi olup olmadığımızı sormuyor. Aynı kıyafetle duvarı ziyaret ediyoruz. Önemli olan vicdan, ahlak!

(…) İsrail’in en büyük birkaç şehrinden biri olan Nazareth’in önemi yüz binlik nüfusununun yüzde 60’ının Müslüman olması. Dolayısıyla seçimle gelen Belediye Başkanı Ali Salam Muya da Müslüman ama söz konusu İsrail olunca şaşırıyoruz! Şehir büyük ve zengin. Nüfusun geri kalanı hıristiyan. Nazareth’de Yahudi nüfus yok.

Kentte gördüğümüz kalabalık turist gruplarının nedeni, burasının Hıristiyanlar için önemli bir hac yeri olması. Hıristiyan inanışına göre Cebrail, Meryem’e, İsa’ya hamile olduğunu burada açıklıyor. Oradaki kalıntıların üzerine yeniden inşa edilen kilise, dolup taşıyor. Müslüman Belediye Başkanı, şehirlerinin kutsallığını defalarca tekrarlıyor, belli ki bundan gurur duyuyor. Sorular üzerine Müslüman Arapların askerlik yapma zorunlululuğunun olmadığını, eğitimin ilk ve orta okulda Arapça olduğunu, ama en büyük arzusunun da Arapça eğitim yapılan bir üniversite kurmak olduğunu anlatıyor. Hükümetle tek sıkıntıları bütçeden yeterince pay alamamak, yasalara saygılıyız derken, duvarlardaki Filistin mesajlarını kimse silmiyor. Açıkçası, bu kadar rahatlığa özeniyorum!

Yazgülü Aldoğan

http://www.posta.com.tr/birlikte-yasamak-hayal-degil-yazgulu-aldogan-yazisi-1345589

 

Netten okumalar

 

  • NAZİ KAMPINDAN ÇANTA KRALLIĞINA

http://www.star.com.tr/pazar/nazi-kampindan-canta-kralligina-haber-1269235/

 

  • H M ÖNDER İSRAİL BÜYÜKELÇİSİ NA’EH İLE GÖRÜŞTÜ.. OCAKMEDYA ÖZEL RÖPORTAJI..

http://www.ocakmedya.com/genel/2017/10/24/h-m-onder-israil-eitan-naeh-ile-gorustu-ocakmedya-ozel-roportaji/amp/

 

  • ETİK, İNSAN HAKLARI VE “KRİSTAL GECE: BİR HOLOKOST GERÇEĞİ” – MESUT YALVAÇ

http://npnhaber.com/kose-yazilari/8509-etik-insan-haklari-ve-kristal-gece-bir-holokost-gercegi

Takılan tweetler

 

Haymi Behar‏ @HaymiBehar  29 Eki

Daha fazla

Doğrudur bizde Şarap kutsaldır. 8 günlük oğlan sünnet olduktan sonra emziğine bir damlasürülür. Bir damla da olsa Cuma’ları dua ile içilir

Hollywood yıldızı Mila Kunis, katıldığı bir televizyon programında, 3 yaşında olan kızının inançları gereği doğduğundan beri her Shabbat'ta bir yudum şarap içtiğini söyledi.

http://www.posta.com.tr/mila-kunis-kizim-dogdugundan-beri-sarap-iciyor-haberi-1346100

Haymi Behar‏ @HaymiBehar  29 Eki

Daha fazla

Meraklısına: Yahudilikte şarap kutsaldır ve düzenli olarak bir kadeh içilir ancak sarhoş olmak günahtır hem sağlık hem algı kaybı nedeniyle

 

Haymi Behar‏ @HaymiBehar  29 Eki

Daha fazla

Sadece şarap değil zeytinyağı ekmek ve su da öyle meyveler, et ve balık için ayrı ayrı şükredilir.

 

ivo molinas‏ @basyazar  29 Eki

Daha fazla

Neden yahudiyi ilgilendirmiyormuş?

 

Y. Emre Kocabasoglu‏ @Kocabasoglu  30 Eki

Daha fazla

Yeminle, peygamber sabrı var Ivo'da...

 

TrakyaBalkan‏ @TrakyaBalkan  22 Eki

Daha fazla

Kırklareli Musevi Mahallesi. Arkadaki yazılardan kartın Bulgar işgali sırasında Kırklareli’den (Lozengrad) Varna’ya gönderildiği anlaşılıyor