Anadolu’nun 2000 yıllık Yahudi tarihi

İzmir ve Ege Yahudileri deyince akla gelen ilk isim olan Dr. Siren Bora’nın son çalışması ‘Anadolu Yahudileri / Ege’de Yahudi İzleri’, Gözlem Kitap’tan çıktı.

Önder KAYA Perspektif
18 Ekim 2017 Çarşamba

  Toplumsal bellekte, Anadolu’daki Yahudi varlığının 1492’de başladığı yönündeki algının haksız olduğunu savunan Bora, Anadolu’daki Yahudi varlığını 500 yıla indirmenin 2000 yıllık bir yanılgıya sebebiyet verdiğini belirtiyor.

Siren Bora, İzmir Yahudi Cemaati söz konusu olduğunda ilk akla gelen isimlerden. Yazar bu alanda pek çok nitelikli kitap ve makaleye imza attı.


Esasen Bora, yakın zamanlarda bu çalışmanın habercisi niteliğinde makaleler kaleme almıştı. Bu makaleler İzmir, Tire, Turgutlu, Bodrum, Akhisar Yahudi cemaatlerinin çeşitli yönlerine ışık tutar nitelikteydi.

Ülkemizde Yahudi cemaati ile ilgili çalışmaların 1992’de kurulan 500. Yıl Vakfından sonra arttığı bir gerçek. Vakfın kuruluş amaçlarından biri Osmanlı yetkililerinin Yahudi cemaatine gösterdiği yakınlığı gözler önüne sermekti. Ancak bu durum toplumsal bellekte Anadolu’daki Yahudi varlığının adeta 1492 sonrasında başladığı şeklinde bir kanının oluşmasına sebebiyet vermiş görünüyor. Bora, önsözünde haklı olarak bu kanının ne kadar yanlış olduğunu vurguluyor. Çalışmasının sonlarında da Anadolu’daki Yahudi varlığını 500 yıla indirgemenin 2000 yıllık bir yanılgıya sebebiyet verdiğini belirtiyor.

Bora, akademik konularda daha önce defalarca nitelikli eserlere imza atmış bir isim. Ancak bu sefer kaleme aldığı eseri 12 bölümlük bir öykü olarak kurguluyor. Okuyucuyu yormamak, usandırmamak için dipnot vermiyor. Ancak kitabın kaynakçası zaten ortaya konulan emeği fazlasıyla gözler önüne seriyor. Kitabın arka tarafına konan sözlük okura büyük kolaylık sağlıyor. Gerek metinde geçen antik yerleşimleri, gerekse Yahudi kültürü ile ilgili bazı kelimeleri buradan takip etmek mümkün. 

Çalışmanın ilk bölümü İbrani toplumunun macerasına ayrılmış. Doğal olarak bu toplumun ortaya çıkış macerası anlaşılmadan Anadolu’daki Yahudi varlığını anlamlandırmak pek mümkün değil. Tevrat’a göre Ur şehrinde doğan Hz. İbrahim, buradan Harran’a gelmiş ve İbrani toplumunun Anadolu ile ilk tanışıklığı böylelikle olmuş. Sonrasında İsrailoğulları bir süre Mısır’da kalmış ve akabinde Hz. Musa önderliğinde Kutsal Topraklara yönelmişlerdir. Bu kısımda 12 kabilenin kökeni, Yahudilerin Kudüs’ü ele geçirerek başkent yapması, Hz. Davud ve Süleyman’ınn iktidarları, Hz. Süleyman’ın ölümünden sonra krallığın ikiye ayrılışı, kuzeydeki İsrail Krallığının Asur, güneydeki Yehuda Krallığının ise Babil tarafından ortadan kaldırılması sonrasında başlayan diaspora, Perslerin bölgeye gelişi, birinci ve ikinci tapınak dönemleri anlatılmış. Bora, çalışmanın bu kısmını Kudüs’teki Şiloah Tüneli örneğindeki gibi mevcut arkeolojik verilerle de desteklemiş. Zaten çalışmanın iskeletini büyük ölçüde bu arkeolojik veriler oluşturuyor. Yine bu bölümde Yahudi kimliği ile adeta özdeşleşen ticari faaliyetlerin de kökenleri irdeleniyor. Yazar bu uğraşın temellerini Hz. Süleyman zamanına kadar çıkarıyor. Hz. Davud’un fethe dayalı politikasının aksine Süleyman dönemi bir imar ve ticaret evresini teşkil ediyor. Yahudilerin ticarete yönelmesi esasen kaderlerini de etkileyecektir. Bu süreç kitabın ikinci bölümünün temelini teşkil ediyor.

YAHUDİLERİN ANADOLU’YA GİRİŞİ

İkinci kısma yazar Yahudilerin Anadolu ile ilk ne zaman tanıştığı sorusuyla başlıyor. Öncelikle Yahudilerin Anadolu macerası tarihsel bir zemine oturtulmaya çalışılıyor. Gerek Babil sürgünü sonrasında gerekse de Perslerin MÖ 6. yüzyılda Babil’i ortadan kaldırmasının ardından ticari potansiyeli son derece yüksek Anadolu’nun bu topluluğun dikkatini çekmesi mümkün görünüyor. Topluluk mensupları ilgili devletler tarafından Anadolu’nun belli noktalarına ticari hayatı canlandırmak için gönderilmiş olabileceği gibi, kendi istekleriyle de iç kesimlere yayılmış olabilirler. Zira gerek Asur ve Babillerin,  gerekse de Perslerin bu tarz zorunlu iskân politikaları biliniyor. Bora, ilk yerleşim yeri olarak Sardis üzerine odaklanıyor. Bunun öncesinde de bölgenin ve yakın çevresinin ticari olanakları hakkında okurunu detaylı bilgi sahibi yapıyor. Anadolu’daki en eski sinagog olarak kabul edilen Sardis Sinagogunun ne zaman kurulmuş olabileceği sorusuna cevap arıyor. Yine bu bölümde İskender’in giriştiği fetihlerin Anadolu’daki Yahudiler üzerinde bıraktığı etkilerden bahsediliyor. Bu süreçte pek çok Yahudi, kültürel açıdan Helenleşiyor, Grekçeyi benimsiyor. Doğal olarak Grek yaşam tarzının bazı unsurları da hayatlarında belirleyici oluyor. Esasen bu durum cemaatin mevcut topluma intibakını kolaylaştırdığı için son kertede Yahudi toplumu açısından olumlu sonuçlar doğuruyor.

Üçüncü bölüm Anadolu’nun Roma kontrolüne girdiği evreye ayrılmış. Roma’nın Hristiyanlığı önce serbest bırakıp sonra da resmi inanç olarak benimsediği 4. yüzyıla kadar iki taraf arasındaki ilişkiler gayet iyi. Yazar, özellikle Ankara’da bulunan ve İmparator Augustus tarafından yaptırılan tapınak kompleksinin içindeki bir yazıttan yola çıkarak Yahudilere Şabat’ta çalışmama, kaşer uygulamasında serbestiyet, askerlik muafiyeti ve ibadet özgürlüğü gibi haklar tanındığının altını çiziyor. Bununla beraber Yahudilerin Roma imparatorlarının Tanrı kültüne itibar etmemeleri zaman zaman ciddi gerilimlere davetiye çıkarıyor. Bu süreç içinde Kudüs’te ikinci kez inşa edilmiş olan Süleyman Tapınağı, bir isyan neticesinde Romalılarca yıkılıyor. Bazı kaynaklarda ilk Hıristiyan imparator olarak anılan İmparator Büyük Konstantin zamanından itibaren Yahudilerin imparatorluk içindeki durumları daha kötüleşiyor. Sünnet başta olmak üzere inançla ilgili pek çok konuda kısıtlama getiriliyor.        

Dördüncü bölüm Anadolu’daki ilk sinagog olarak bilinen Sardis Sinagoguna ayrılmış. Sinagogun bulunduğu alanda ilk kazılar 1864’te yapılsa da bilimsel kazılar için bir yüz yıl daha beklemek gerekecekti. Yazar bu kısımda Sardis’in ticari ve stratejik öneminden bahsediyor. Kent Antik Çağ’da büyük ve zengin bir çarşıya sahipti. 614-616 yılları arasında Sasaniler tarafından yok edilene kadar da bu zenginliğini büyük ölçüde korudu. Sardis, aynı zamanda Havari Pavlus’un güzergâhı üzerinde bulunduğu için Hıristiyanlık açısından da önemli bir merkez. Sinagogun ise tam yapım tarihini tespit etmek zor. Günümüzdeki yapı büyük ölçüde milattan sonraki bir devreye ait. Yazar bu kısımda ilginç bir bilgi veriyor. Sinagogun başlarda adli mahkeme binası olarak inşa edildiğini, sonradan kenti ziyaret eden Roma imparatoru ile temasa geçen Sardis’teki Yahudi toplumunun onu ikna ederek bu yapıyı sinagog olarak kullanmaya başladıklarını ifade ediyor.

EGE ROTALARI

Beşinci kısım Ege’deki Yahudi izlerine ayrılmış. Bu bölümde Kuzey Ege’den Akdeniz’e inen bir güzergâh takip edilmiş. Pergamon’daki Yahudi izlerinin MÖ 2. yüzyıla kadar çıktığını öğreniyoruz. Bora, Frigya ve İonya bölgesinde de Yahudi toplumunun izini sürüyor. Bazen Hz. Nuh’u tasvir eden bir sikke, bir mezar yazıtı, bazen bir menora resmi bu süreçte yolumuza ışık tutuyor. Efes, Foça, Prienne ve Milet bu bölümde üzerinde özellikle durulan kentler. Bu kısımdan öğrendiğimize göre Efes’teki sinagog henüz kayıp; Milet Sinagogu olarak bilinen yapınınsa bir sinagog mu yoksa bir kilise mi olduğu konusu halen tartışmalı. Daha da ilginci söz konusu yapının bir Poseidon sunağından dönüşme ihtimali de var. Yine Milet’te dikkat çeken bir diğer mekân tiyatro. Burada bazı oturma mekânlarında “Tek Tanrı’ya inanan Yahudilerin yeri” gibi ibarelere tesadüf olunuyor. Hatta bir yerde “Maviler Yahudiler’in yeri” yazısı okunuyor. Siren Bora buranın Roma İmparatorluğu zamanındaki hipodrom yarışlarında yer alan ve ‘Maviler’ olarak adlandırılan ekibin taraftarı Yahudilere ayrılmış olabileceğini belirtiyor. İnsanda ister istemez Milet’e bir daha yolunu düşürdüğünde bir dedektif hassasiyeti ile hareket etme hissi uyanıyor.

Altıncı kısım Muğla ve çevresine yani Karia’ya ayrılmış. Bu kısımda en göze batan yer Osmanlıların Çıfıt kale dediği Strobilos. Kent, Kos Adasının tam karşısında yer alıyordu. En ilgi çeken özelliği ise 12. yüzyıla gelindiğinde Anadolu’daki Yahudi nüfusunun çok önemli bir kısmının burada yaşıyor olması ve çok zengin bir mali güce sahip olmalarıydı. Lakin bu tarihten sonra bölge Menteşeoğulları, Venedik, Ceneviz ve Rodos Şövalyeleri tarafından sıklıkla yağmalandığı için sönükleşmiş, 15. yüzyıldan sonra da önemini kaybetmiş. Öyle anlaşıyor ki bir dönem Anadolu’daki en yoğun Yahudi yerleşimlerinden biri olan Milas’taki Yahudi varlığının temelinde Çıfıt kale bulunuyor.

Yedinci kısım Likya’ya ayrılmış. Burada kanımca en dikkat çeken bilgi Andriake Antik Kentinde, Anadolu’da Antik Çağa ait en önemli sinagoglardan birinin bulunmuş olması. Yazar, Pirene ve Sardis’le birlikte bu sinagogun Anadolu’da sinagog yapısı olduğu kesin olan en eski yerlerden biri olduğunu söyler. Milet ve Misis’teki buluntularınsa bir sinagoga mı yoksa başka bir mabede mi ait olduğu halen tartışma konusu.

Bora, sekizinci kısımda Hıristiyanlığı gerçek anlamda formüle ettiğine inanılan Aziz Pavlus’un izini sürerek Anadolu’daki Yahudi yerleşimlerini aydınlatmayı deniyor. Zira kendisi de bir Yahudi olan Pavlus, Şam’da Aziz Ananias ile karşılaşana kadar amansız bir Hıristiyan düşmanıydı. Sonrasında bu inancı yaymak için üç büyük seyahate çıkmıştı. Bu seyahatlerde Pavlus daha ziyade Anadolu’nun Helenleşmiş Yahudilerine hitap etme yoluna gittiği için Anadolu’daki Yahudi yerleşimlerinin izini bu rotalardan sürmek mümkün gibi görünüyor.

Dokuzuncu bölümden sonra kitabın ağırlığını yazarın da çok ciddi bir birikim sahibi olduğu İzmir almaya başlıyor. İzmir’deki Yahudi cemaatinin kökleri ile ilgili olarak Siren Bora’nın ‘İzmir Yahudileri Tarihi’, ‘Karataş Hastanesi ve Çevresinde Yahudi İzleri’ ve ‘Hahambaşı Hayim Palaçi’ çalışmalarında da detaylı bilgiler yer alıyor. İzmir’e ilk Yahudi yerleşiminin tarihini tespit etmek zor. Siren Bora bu kısımda altı köşeli yıldız hakkında da kapsamlı bilgi vermekte. Zira buluntuların bir kısmı bu sembol ile ilgili. Altı köşeli yıldızın Antik Çağ’da değişik medeniyetlerce de kullanıldığını görüyoruz. Yahudiler de ilk zamanlar bu sembolü süsleme amaçlı kullanırken sonradan dini bir sembol niteliği kazanıyor.

Onuncu bölüm İzmirli Yahudilerin Türklerle karşılaşmasına ayrılmış. İzmir ilk olarak Çaka Bey’in kısa süreli egemenliği altına girdikten sonra Aydınoğulları, Timuroğulları ve en son da Osmanlıların hakimiyetini tanımış bir kent. Kitaptan edindiğimiz ilginç bir bilgi de İzmir’de 1453-1560 arasında Yahudi varlığına dair neredeyse hiçbir emarenin olmaması. Sonrasında ise devreye mezar taşları giriyor. 1540 tarihli bir mezar taşında Yaakov Hayim Algazi’nin adı okunuyor ki ihtimal bu zat isimleri İzmir’de bir sinagogda yaşayan, çok önemli haham ve hazanlar çıkaran Algazi ailesinin bilinen en eski atası. Anadolu’daki Celali isyanları pek çok bölgeye felaket getirirken, 17. yüzyıldan itibaren Manisa, Aydın ve Tire gibi yerleşimlerden İzmir’e önemli oranda Yahudi göçü olacaktır. Bu göçler İzmir cemaatinin büyümesini sağladı. Selanik’ten de pek çok Yahudi şehre geldi.

OSMANLI VE SONRASI

On birinci bölüm, Osmanlı idaresinde Yahudilerin hukuki ve sosyal durumlarına ayrılmış. Bu kısımda gayrimüslimlere uygulanan zımmi hukuku, Osmanlı millet sisteminin örgütlenmesi, Yahudi cemaatinden toplanan vergiler, Bet Din denilen dini mahkemeler, Yahudilerin mahalle örgütlenmesi olan kahal detaylı biçimde anlatılmış. Başlangıçta egemen durumdaki ana dili Rumca olan Romaniot Yahudilerinin İspanya’dan göç eden ve dilleri Ladino olan Seferad Yahudilerince kültürel bağlamda sindirilmesi de bu bölümün konusu.

Son kısım Yahudi modernleşmesine ayrılmış. Yahudi cemaatinin 17. yüzyıldan itibaren diğer cemaatlerin gerisinde kalma nedenleri irdelenmiş. Cemaatin kültürel hayatında hem ciddi bir kırılma hem de bir iyileşme sürecine sebep olan Alliance İsrailit Okullarının etkileri de bu kısmın konusu. Cumhuriyet döneminde karşılaşılan Varlık Vergisi, Yirmi Kura Askerlik, 6-7 Eylül Olayları ve İsrail Devletinin kuruluşu sonrasında cemaatin erime süreci, İzmir merkeze alınarak anlatılmış. Yazar, İzmir Yahudi Cemaati hakkında istatistiki bilgiler de veriyor. Yunan işgalinin de etkisiyle iç kesimden gelen Yahudi göçleri ile 1922’de 55 bini bulan İzmir Yahudi cemaatinin nüfusu bugün ne yazık ki 1200 kişi civarında.

Türkiye Cumhuriyetindeki Yahudi cemaati üzerine naçizane okumalar yapan ve zaman zaman da yazılar kaleme alan biri olarak Siren Bora’nın bu çalışmasından fazlasıyla istifade ettim. Kitabın amacına ulaştığı kanısındayım. Özellikle arkeolojik araştırmalardan yola çıkılarak adeta bir dedektif titizliğiyle kaleme alınan bölümler çalışmadaki emeği göz önüne seriyor. Kullanılan üslup okuru yormuyor. Ve kitap bittikten sonra belleklere kazınan 1492 efsanesi yerini kadim Anadolu halklarından birinin varlığına bırakıyor.