Kendi ağzından Klara Perahya

Klara Perahya, 2013 yılında Dora Niyego’nun kendisiyle yaptığı röportajda, çocukluğu - gençliği ve ailesi ile ilgili birçok detayı anlatmıştı. Perahya bu röportajda eşi Eli ile yaşamı, Judeo-Espanyol dilindeki çalışmaları, hayata bakışı ve son yıllardaki yaşamı hakkında pek çok şey paylaştı.

Toplum
20 Eylül 2017 Çarşamba

Önce sizi tanıyalım…

1920 yılında Kadıköy’de Yeldeğirmeni semtinde doğdum. Moda’dakİ Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesinden mezun oldum. Notre Dame de Sion o zamanlar on iki sınıftı. Okulu bitirdikten sonra, evlenene kadar, bir büroda sekreterlik yaptım. Yazışmalar genellikle Fransızca, biraz da İngilizce olurdu. Daha sonra, şimdi rahmetli olan Eli Perahya ile evlendim. İki kızım, bir oğlum,  altı torunum ve dört de torun çocuğum var.

Rahmetli eşiniz Eli Perahya’yı nasıl tanıdınız?

Eli’yi on iki yaşından beri tanıyordum. Ablam Elza, on altı yaşından beri Eli ile arkadaşlık ediyordu. Sonra evlendiler ve bizimle aynı evde yaşamaya başladılar. Ben ailenin küçüğü olduğum için, Eli benim eğitmenimdi. Maalesef ablamı çok genç yaşta kaybettik. Geride iki yaşında bir erkek çocuk ve altı yaşında bir kız çocuğu bıraktı. Vefatından bir yıl sonra, Eli ile evlendik. Düğün falan yapılmadı. Bir kış günü, ikimiz beraberimizde bir de haham alarak Büyükada’ya gittik ve orada evlendik. O aralar ben sekreterlik yapıyordum. İşten ayrıldım ve her zaman kendi çocuklarım gibi gördüğüm ablamın çocuklarının bakımı ve eğitimi ile ilgilenmeye başladım. Evlendikten bir süre sonra kızım doğdu. Kızıma ablamın adı olan Elza ismini verdik.                       

Çocuklarımın hiçbirinin bana ‘Anne’ diye hitap etmelerini istemedim. Hepsi beni ‘Klara’ diye çağırırlardı. Ablamın annelik sıfatını suiistimal etmek istemedim. Ayrıca, öz kızım bana ‘Anne’ deseydi, diğer ikisi ile ayırım yapmış olurdum. Her üç çocuğumu da hep eşit tuttum.

Bana, çoğu kez, “Çocuklarına farklı hisseder misin?” diye sorarlardı. Bence insan nasıl düşünürse, öyle hisseder ve öyle davranır. Hangisinin problemi varsa, aklım hep onda olmuştur.

O zamanlar, annem ve kayınvalidem ile birlikte yaşardık. O zamanın görüşüne göre, “Aman, büyük kızın ve oğlun yanlış bir şey yapsalar dahi, sitemde bulunma, onların anneleri öldü” derlerdi. Peki, o zaman onları nasıl eğitebilecektim? Şımarık büyürlerse, ilerisi onlar için daha zor olmaz mıydı?

Tabii, ben ne annemi, ne de kayınvalidemi dinledim. Her üçünü de, kendi bildiğim gibi büyüttüm. Üçünü de hep eşit tuttum. Hepsini eşit derecede sevdim ve severim de, onlar da beni anneleri gibi severler. Şimdi büyük kızım Lina Aseo Washington’da, küçük kızım Elza Franko New York’ta, oğlum David Perahya da Paris’te yaşıyor.

Evde hangi lisanları konuşurdunuz?

Ana lisanım Judeo-Espanyol. Babamı on iki aylıkken kaybettim. Baba nedir bilmedim hiç. Annemle evde hep Judeo-Espanyol konuşurduk. Ancak, en çok konuştuğum lisan hep Fransızca oldu. Eşimle, çocuklarımla ve arkadaşlarımla hep Fransızca konuştum. Annemle ise Judeo-Espanyol konuşurdum. Tabii çocuklar aralarında Türkçe konuşurlardı. Fransızca hep benim lisanım oldu; hatta Fransızca lisanında düşünürüm. Yirmi yaşından sonra Judeo-Espanyol lisanında da düşünmeye başladım. İşte Türk Yahudi’sinin durumu. Evlerde yalnız iki lisan değil, bazen üç lisan da konuşulur. Şimdi bazen gençlerin aralarındaki sohbeti dinlerim. Türkçe konuşurken bile, araya Judeo-Espanyol bir deyim veya evde duydukları bir söz katarlar.

Babanın genç yaşta öldü ve anneniz iki kızını yalnız büyütmek zorunda kaldı?

Önceleri annem, ablam ve ben yalnız yaşardık. Ancak, daha sonra ekonomik nedenlerden dolayı, büyükbabamın evine taşınmak zorunda kaldık. Onun ismi de eşim gibi Eli idi, Eli Kasavi. Ben iki Eli’ye de çok şey borçluyum. Biri beni büyüten Eli, diğeri de hayatımı paylaştığım Eli.

Dedem Eli Kasavi’yi Kadıköy’de herkes tanırdı. İyi kalpli ve zeki bir insandı. Çok dindardı, ancak fanatik değildi. Muhayelesi çok geniş ve açık görüşlü bir insandı. Dini, yaşadığın devre göre uygulaman gerektiğine inanırdı.

Eşiniz rahmetli Eli Perahya çok değerli bir insandı. Siz de, hem yardımseverlik yönünüz, hem de Judeo-Espanyol lisanında ve diğer alanlardaki kültürel çalışmalarınızla, toplumumuzda az rastlanan bir değersiniz. Eşinizle iletişiminizin hep üst seviyede olduğunu tahmin ediyorum…

Beni entelektüel yönden şekillendiren eşim olmuştu. İletişimimiz normal bir karı-koca iletişimi değildi. Aramızda hep, çeşitli konularda filozofik tartışmalar yapardık. Eşim vefat ettiği hafta, Şalom gazetesinin Judeo-Espanyol sayfasında yazmak istemedim. Ancak, ertesi hafta yazmak için kendimi zorladım ve o haftaki yazımda eşimi anlattım.

Çocuklarınız Judeo-Espanyol bilir mi?

Her üçü de Judeo-Espanyol anlarlar. Büyük kızım konuşur, oğlum da mecbur olduğu zaman konuşur.

Küçük kızımın başından geçen bir olayı anlatayım: Elza psikoloji okudu. New York’ta, Latin Amerika’dan gelen göçmenlerin yaşadığı bölgede, onların çocuklarının eğitildiği merkezler var. Göçmen ailelerinin ekonomik durumları zayıf ve pek eğitimli de değiller. Kızımın görevli olduğu merkezde, iki yaşına kadar çocuklar eğitiliyor. Bir gün, kızım çocuklardan birinin, yaşına göre anlamasında bir gerilik olduğunu sezdi. Tabii, ileride daha trajik olmaması için, önlem almak gerektiğini ve annesi ile bir an önce görüşmesi gerektiğini düşündü. Çocuğun annesi, ne İngilizce ne de Fransızca biliyordu. Kızım, evde Judeo-Espanyol lisanını duyduğu için, kulakları bu lisanla zaten dolu. Ama bizim konuştuğumuz Judeo-Espanyolda, İspanyollaştırdığımız birçok Türkçe kelime var. Kızım, bunların yerine Fransızca kelimeler koyup, o kelimeleri İspanyollaştırayım dedi. Öyle de yaptı. Böylece kadınla çok da güzel anlaştı. Bu olaydan sonra da, annelerle ile görüşmesi gerektiğinde, hep aynı yöntemi kullandı.

Latin Amerikalıların kullandıkları İspanyolca Judeo-Espanyola benzer. On altıncı yüzyılda, İspanya’da konuşulan İspanyolca büyük bir değişime uğradı. Ancak, Latin Amerika İspanya’dan çok uzak olduğu için, onların İspanyolcası bu değişimden etkilenmedi. Onlar da bizim gibi eski İspanyolcayı konuşuyor ve böylece onlarla kolaylıkla anlaşabiliyoruz. Elza’nın kayınpederi, oğlunun yanına gittiği zaman, kızım ona, kolay anlayabilmesi için, Latin Amerikan filmleri koyardı.

Küçük bir kız iken, gerçekleşmeyi düşündüğünüz idealleriniz var mıydı?

Hayal gücüm kuvvetli olduğu için, hep yazmayı sevdim. Bugün de hâlâ araştırma yapıp yazmayı seviyorum. Öğrenci iken, en çok kompozisyon dersini severdim. Ders çalışmayı sevmediğim için, kompozisyon yazmak daha kolayıma gelirdi.

Genç kızlığımda, bir roman yazmaya başlamıştım. Ancak, ertesi yıllarda çocuklarımla ilgilenmem gerektiği için, başladığım romanı bitirmeye vaktim olmadı.

O yıllarda, her gün saat üçte evde olur, çocuklarımın okuldan gelmelerini beklerdim. Çocuklarımla masanın etrafında oturur, çay içer, börek çörek yerdik. Bu arada hepimiz, o günün olaylarını anlatırdık. Yarım saat sonra da, her biri odalarına çekilir, ödevlerini yaparlardı. Çay saati benim için günün en güzel saati idi. Bugün dahi, çay içmeyi çok severim. Çayın benim için, o günlerden kalan özel bir anlamı var.

Biraz çocukluk günlerinizi anlatır mısınız?

Çocukluğumda Yeldeğirmeni’nde, üç katlı tahta bir evde otururduk. Bu evde altı oda, üç de hol vardı. Evde, anneannem, dedem, dayım eşi ve çocukları, annem, kız kardeşim ve ben, dokuz kişi bir arada yaşardık. Dayım savaş gazisiydi. Savaşta gözlerini kaybetmişti. Savaş bitince, ailesi ile bizim eve taşınmışlardı.

Dokuz kişinin aynı evde yaşaması, hiç de kolay değildi. Hepimiz çığırtkan olduğumuz için, arada sırada ufak tefek kavgalar da olurdu. Ama birbirimizi çok severdik.

Kalabalık bir aile olduğumuz için, ev işi çabuk bitmezdi. Öğlen ve akşam hep sıcak yemekler yenirdi. Ayrıca, kaşeruta da bakıldığı için, yemek işi kadınların çok vaktini alırdı. Hele dokuz kişinin çamaşırı hiç bitmezdi. O zamanlar, çamaşır makinesi de yoktu. Evimize, haftanın belli günlerinde, Madame Esterina adında bir çamaşırcı kadın gelirdi. Madame Esterina’yı çok severdim. Her zaman biraz sol görüşlü olmuşumdur. Benim için insanların hangi sosyal sınıftan olduğu veya maddi durumları hiçbir zaman önemli olmadı. İnsanın ahlaki değeri her şeyin üstünde gelir. Bugün dahi, genç-ihtiyar, her sınıftan arkadaşım var.

Madame Esterina bizimle aynı masada yerdi. Onu, ailenin bir ferdi gibi görürdük. Bana Klara diye hitap ederdi. Ben evlendikten sonra, bana Madame Klara demeye başladı. Ama ben kabul etmedim. Beni Klara diye çağırmaya devam etmesini istedim.

Yıllar sonra, benim evlilik yıllarımda, Madame Esterina çok yaşlanmıştı artık. Bazı günler Rita Toledo’ya da çamaşıra gidiyordu. Bir gün, Rita ile, “Sana belli bir miktar para vereceğiz, artık emekli ol” dedik. “Asla kabul etmem, çalışmadığım parayı almam” dedi. Ben de Madame Esterina’nın işini kaybetmemesi için, uzun yıllar çamaşır makinesi almadım.

Madame Esterina çamaşıra geldiği günlerde, bize oğlunu, ev hayatını anlatırdı. Bir gün, yüzü kıpkırmızı geldi. “Sormayın” dedi, “Dün gece bir sıkıntı geçirdim.” Tabii, bunu Judeo-Espanyol lisanında söyledi. “Ayer la noche, tomi un koraje” dedi. Ben de, “Koraje denmez Madame Esterina, kolora denir” dedim.

Yıllar sonra, Judeo-Espanyol-Fransızca sözlüğünü hazırlarken, gözüm ‘koraje’ kelimesine takıldı. Kelimenin anlamını araştırdım. Birinci anlamı ‘cesaret’, ikinci anlamı ‘sıkıntı’ imiş.  Meğerse, altmış yıl önce, Madame Esterina kelimeyi doğru yerde kullanmıştı.

Çocukluğunuz ve gençliğinizdeki sosyal yaşamdan bahseder misiniz?

O zamanlar, bugünkü gibi, pazar öğlenleri restoranlara gitmek yoktu. Moda’da Trandafilidis adında bir pastane vardı. Çocukluğumda annemle sık sık o pastaneye giderdik. Pastaları bana çok lezzetli gelirdi. Bugün hâlâ tadı ağzımda, ama o pastaları nerede bulacağımı bilmiyorum.

Hafta sonları gezmeye veya sinemaya gidilirdi. O zamanlar, Or Ahaim Derneği, yardım amaçlı balolar hazırlardı. Baloların biletleri çok pahalı olurdu. Tabii, bu balolara gidenler oldukça zengindi. Genç kızlar, en güzel giysilerini giyip baloya giderlerdi. Tabii, amaçları orada zengin bir koca tavlamaktı.

Eşim de Kadıköy’lü olduğu için, bana anlattığı kadarı ile, o zamanlar orada gençlerin devam ettiği bir kültür derneği varmış… ‘Club Literaire’ adında. Eşim, yıllar boyu, bu derneğin başkanlığını yaptı. Ablam hayatta iken, ikisi orada konserler verirlerdi. Ablam keman, Eli de piyano çalardı. Konserleri dinlemeye çok kişi gelirdi.

Bu dernekte 19-20 genç birlikte çalışırlardı. Hatta ‘L’Effort’ adında Fransızca lisanında bir gazete çıkarırlardı. Bu gazetenin amblemi de ‘Nul effort est perdu’ (Hiçbir efor kaybolmaz) idi.

Alliance Okulları Türkiye’de açılmaya başladığı zaman, Yahudi öğrenciler Latin alfabesini öğrenmek zorunda kaldılar, değil mi?

1860 yılında Alliance Okulları açılınca, Fransızca öğrenebilmek için, öğrenciler Latin alfabesini öğrenmeye başladılar. Böylece Fransızca kitaplar okunmaya başladılar. Yeni fikirler hakkında görüşlerini anlatmak için de, okulda öğrendikleri zengin Fransızca kelime dağarcığını kullanmaya başladılar. Bu durum, Judeo-Espanyol lisanını da etkiledi. O güne kadar, Judeo-Espanyol kısıtlı kelimelerle, günlük bir lisan olarak kullanılırdı. Fransızca kelimeler İspanyollaştırılmaya başlayınca, Judeo-Espanyol lisanı da zenginleşmeye başladı. Örneğin, Fransızca dilindeki ‘mediter’ (düşünmek) kelimesi ‘meditar’ oldu, ‘penetrer’ (girmek) kelimesi de ‘penetrar’ oldu.

Fransızca ve İspanyolca aynı kökenden gelir. Bu iki lisan, o kadar benzeşir ki,  onlara kardeş lisan değil, ikiz lisan diyebiliriz.

Judeo-Espanyol-Fransızca Sözlüğünü hazırlarken, Judeo-Espanyol kelimeleri de araştırmak zorunda kaldım. Judeo-Espanyol lisanının içinde, başka lisanlardan alınmış ve İspanyollaştırılmış ne kadar çok kelime varmış.

Hep aktif bir insan oldunuz. Şimdi günleriniz nasıl geçiyor?

Okumayı ve yazmayı çok seviyorum. Her gün evimi toplar ve Nişantaşı’da en az kırk dakika yürürüm. Hilton Oteline kadar gidip gelirim. Arkadaşlarımla yakın oturuyoruz, sık sık da görüşürüz. Haftada bir Şalom gazetesine ve her ay El Amaneser dergisine yazı verdiğim için, konu bulmak için internette araştırmalar yaparım. Arkadaşlarım “Nasıl bu kadar konu bulabiliyorsun?” derler. Bilgisayar hayatımıza girdikten sonra, artık her şey kolaylaştı. Zaten bilgisayar araştırma aracı değil mi?

Televizyonda, Fransız kanallarını seyrederim. Bu kanallarda çok ilginç münazaralar olur. İnternette, Fransız basınından dünya haberlerini okurum. Türkçe gazetelerden, Hürriyet ve Milliyet’i de internetten takip ederim. Bütün bunlar zaten vaktimi doldurur.

Ayrıca, telefonda yurtdışı ile sık sık konuşurum. Üç çocuğum da yurt- dışında yaşıyor. Yurtdışında yaşayan samimi arkadaşlarım da var. Bin şükür ki, telefonda ucuz bir tarife var. Az bir miktar ödeyerek, bütün ay konuşabiliyorum.

Sizinle bu röportajı yapmam için bana vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederim. İnşallah, daha uzun yıllar, sağlıklı kalır, bu dolu dolu geçen hayat rutininize devam edersiniz.